Perşembe, Aralık 31, 2009

KOCAMAN MUCUK

2009 bitmeden son bir yazı yazıvereyim dedim.

Ama öyle üşeniyorum ki!

Şu an güneş parıldıyor tepemizde. 2010'dan bir beklentim yok. İlk defa bu kadar huzurluyum. Tek derdim. Şu an ameliyat olan bebişlerimde. Umarım sağlıkları biran önce yerine gelir.

Mutluyum. Gelişmelere kullaklarımı gözlerimi kapadım. Tek bildiğim yarın uyandığımda gene güneş olacak.

Nice mutlu yıllar. Her şey gönlünüzce olsun. Olması gerekeni önceden istemeyin olmasını istemediğiniz şeyi de yok saymayın. Sadece hayatla barışın.

Kocaman Mucuk.

Pazartesi, Aralık 21, 2009

PİPİ

Hafta sonu abimle konuşurken okuldakilerle Secret Santa yaptıklarını söyledi. Herkes hem hediye alacağı numarayı seçiyor hem de hediye vereceği numarayı seçiyor dedi ancak hediyeler sex shop'tan alınmak zorundaydı diye ekledi. Çok güldüm. Sana ne çıktı diye sorduğumda pipili biberon çıktığını söyledi. Kendisi de pipili bir şapka almış. Dedim ki ne bu böyle hep pipi memeli bir şey yok muydu diyince. Yoktu valla her şey pipiliydi sex shopta dedi.

GEL GİT AKIL ÇAKIL




Şapşirik Çakıl iş başında.




Hafta sonu İstanbul sellere teslim olurken ben kendi dünyamda yaşıyordum. Pazar günü kıyafet değiş tokuş partisine giderken telefonumu evde bıraktığımı, köprünün gişelerinde farkettim. Arkadaşımın evine bir kere yayan gitmiştim. Konum olarak hatırlıyordum evi ama altımda araba olduğu için bir de Üsküdar gibi kıçkıça bir muhite gittiğim için araba yolu tarifi lazımdı. Arkadaşımı bir gün önceden aradığımda bir yere kadar tarif verdi sonrasında beni ararsın dedi. Sonradan anladımki aslında onun bi yere kadar verdiği tarif de yanlışmış. Telefonum yanımda olsa belki çok daha fazla debelenecektim. Onun tarifine göre bir yerden döndüm amacım sahilin paraleli boyunca gidip konum olarak evi bulabilmekti. Ama öyle paralel maralel giden bir şey yoktu. Bir amcaya sordum o benden şapşi olduğu için vazgeçtim ondan medet ummaktan. Sonra bir sokakta polis ekip otosuyla iki keçi misali kaldık. Onlar bana yol verdi ben geçerken onlara danışmak aklıma geldi. Dedim ki ben Üsküdar iskelesinin üstüne denk gelen evlerin oraya gitmeye çalışıyorum nasıl yapacağım. Bizi takip edin dediler. Öyle bir takip ki dere tepe düz gittik ancak vardık tahmini yere. Sonra benim arabamı parketmemi salık verdiler. Siz bizim arabaya gelin biz sizi götürelim tahmini yere ondan sonra bakarız çaresine. Bindim ekip otosuna tahmini yere geldik bakındım aslında evi tanıdım ama gene de emin olmak için onların telefondan çidomların evi aradık. Gönül Abla'dan Güneşin numarasını aldım. Sonra Güneş'i aradım ki! Camdan bakınca Polis otosundan inen beni gördü. Topu topu 5-6 numara ezbere biliyorum. Biri de Allahtan Çidomların eviydi.

Neyse kıyafet değiş tokuşundan en karlı ben çıktım kimseye benim getirdiklerim olmadı. Minyatür olmanın dez avantajı.

Oradan Nazlı Abla'nın doğum günü etkinliğine gidecektim. Güneş'ten annemi aradım. Annemden Oben Abla'mın telini aldım. Oben Abla'dan oranın adresini yazdım çizdim öyle çıktım yola. Oraya vardığımda da tipik doğum günlerinden farklı bir etkinlik olacaktı. Incık cıncık yapımı ve öyle bir sosyalleşme işte. Ve kendimi oradaki malzemelerin büyüsüne kaptırdım ve bence pek hoş bir şeyler yarattım. Bir başka broşu Nazlı Abla'ya bir küpeyi Deniz'e hediye edip. Resimdekileri de kendime yapıp evime benzimin ışığı 30 km yanaraktan geldim.


Benimle hayat başka macera. Abimle başka. Ki ben kontrol delisi gibi bir şeyim aslında. Kimi zaman değilim işte. Gel git akıllı bir şeyim galiba.

Cuma, Aralık 18, 2009

UNUTMUYORUM

Hiç unutmuyorum. Her şeyi depoluyorum. Dünya'da her köşenin her parçanın herbir şeyin bir anısı var benim için. Atamıyorum saklıyorum sonsuza kadar.

Bu cumartesi Cloth Swap Home Party diye bir etkinliğe katılacağım arkadaşımın evinde. Kıyafet, takı, çanta, ayakkabı, kitap işte aklınıza gelecek her çeşit şeyin değiş tokuşu.

Çok güzel bir etkinlik evde kullanmadığınız çok da eski püskü olmayan şeyleri sevecek başka birilerine verebilmek.

Bu verme işi herkesin evinde olağan bir durumdur. Ya ihtiyacı olan bulunur. Ya da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine verilir. En azından bizim evde hep böyle oldu.

Ama ben bu etkinlik için verecek çok az şey çıkartabildim. Çünkü her şeyin her çöpün bir hatırası var. Giyinmesem de takmasam da ya biri almış ya biri yanımdayken almışım ya da alınan yerin bir önemi var falan filan. Sonsuza kadar depoluyorum. Günün birinde iyi ki saklamışım demek için. Eski Ego biletlerinden sinema biletlerine, pasolara, broşürlere kadar bir çok başka şey. Bir ara ayıklama ihtiyacından bir çok şeyi de atmıştım. İçim onların evdeki kalabalıklarından dolayı kabarıyor ama kurtulamıyorum. Çünkü vicdanen hepsine bağlıyım.

Sadece eşya değil yaşanan benim için önemli hiçbir olayı, insanı, anıyı unutmuyor kafamda saklıyorum. Ben unutmazken. Unutulmaya çalışılınca da çok üzülüyorum.

Perşembe, Aralık 17, 2009

HASTASIYDIM CÜCEYİM BEN....

ASLINDA UZAK DEĞİLİM TAM DA BURADAYIM

Ben bu şarkısını çok severim. İlk duyduğum şarkısı da budur. Üniversite yıllarında. Ne dolanmıştım Feridunum diye ortalıkta. İlk ve tek konserine de Isparta'da çalışırken oranın sinema olarak kullanılan salonunda gitmiştim. Yalnızdım tabii. Ağlak ağlak dinlemiştim çoğu Süleyman Demirel üniversiteli gençlerin arasında.

http://www.youtube.com/watch?v=d-c19peXcmE


Ben devrik cümle kurmayı seviyorum sanırım.

Bu arada youtube'tan bloga eskiden ekleme yapabiliyorduk şimdi niye olmadı. Neyse bende link koydum.



Çarşamba, Aralık 16, 2009


SAKLAMAK, SAKINMAK

Birbirimizden neleri, nereye kadar saklamalıyız????

Kuzenimin Alman eşi bizim bu huyumuzu hiç anlamıyor. Biz her şeyi söyleriz diyor. Biz ise aman kimse üzülmesin aman kimse heyecanlanmasın diye ketumluktan öleceğiz.

Ben bunun sınırını koyamıyorum.

Ben de domuz gribi hadisesinde evde kabuslar görürken kimseye bir çıt dememiş kendi kendime acılar içinde iyileşmeye çalışmıştım.

Demin annemi geçmişe dair bir şeyler sormak için aradım. Öyle havadan sudan konuşurken baban zatüre geçirdi biz size söylemedik dedi. Ben önce şoka girdim babam mı babaanem mi dedim. Baban baban dedi. 3 gün hastanede yattı şimdi iyi evde ilaçlarını alıyor dedi. O an çok uzatatamadım konuyu. Birden ağzım büzük büzük sesim titrek titrek oldu. Annem anlamadan kapattım telefonu.

Şimdi annemler bizden saklamış. İyi mi etmiş kötü mü? Ben bunun kararını veremiyorum. Abime e-posta yazıyordum böyle böyle olmuş diye. Bu sefer ben vazgeçtim. Oradan aklı burada kalacak diye. Ben de saklıyorum benden de saklanıyor. Niye böyle bir huyumuz var millet olarak bilmiyorum.

Şimdi gözlerim yaşlı ama içim rahat evdeymiş hiç değilse diye. Öncesinde öğrensem hem gözüm yaşlı olacak hem aklım deli. Sonrasında öğrenmek rahatlatıyor. Ama ya bazı şeyler saklanırken, çok geç olursa!

Bilmiyorum aklım çok karışık.

KOMİK HABER DEĞİL Mİ BU ŞİMDİ?


Şilili Olimpiyat haltercisi antrenman sırasında ağırlık kaldırırken doğurdu

SAO PAULO - Pekin Olimpiyatları'nda yarışmış Şilili halterci Elizabeth Poblete, Brezilya'nın Sao Paulo'da antrenman yaptığı sırada ağırlık kaldırırken bir erkek çocuk dünyaya getirdi.

Doğumdan bir hafta önce kendisini iyi hissetmediğini söyleyen halterci, hamile olduğunu doğurduğunda öğrendiğini ve şoke olduğunu anlattı.

Genç kadın şoku atlattıktan sonra 1.15 kilogram ağırlığındaki bebeğine Eric Jose adını koydu.

Üç ay prematüre doğan bebek yoğun bakıma alındı. Genç sporcunun eğitmeni Horacio Reis, "Benim için sürpriz oldu. Bir hafta önce bu kız Şili'de yarışıyordu. Onun iri ve güçlü bir kız olduğunu düşündüm. Tek farkettiğim buydu" diye şaşkınlığını dile getirdi.

Pablete'nin altı aylık hamile olduğunu hesaplayan doktorlar, antrenman ve rejimi kadın altercilerin regl dönemlerini düzensizleştirebileceğini ve genç sporcunun bu nedenle hamile olduğunu anlayamamış olabileceğini kaydetti.

Poblete 2008 Olimpiyat Oyunları'nda 69-75 kilogram kategorisini 12. sırada bitirmişti.

(DIŞ HABERLER / GAZETEPORT)




http://www.gazeteport.com.tr/DUNYA/NEWS/GP_600668

DEĞİŞİKLİK

Ben gene şablonumla oynayıp durdum.

Twitterımı filan ekledim. Renklerle oynadım. Aynı bazı kadıların saçları ile oynaması gibi benim de şablon takıntım var. Değişiklik olmadan olmuyor.

Salı, Aralık 15, 2009

BİTMESİN HİÇ SEVGİMİZ

Suçunuz yokken suçlu hissettiğiniz oldu mu?

Suçlu değilken suçlandığınız?

Uzun zamandır omuzlarımda bu yük var.


Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değildir ki şu hayatta! Her şey güllük gülistanlık gidiyor gibi yaşarken mutlaka içlerde bir yerde ağlayan bir taraf vardır.

Hayatıma şu an durduğum noktadan baktığımda neler hissettiğimi veya neler diyebileceğimi bilmiyorum. 2010'a çok az kala istediğim şey bu suçtan kurtulmak. Ve bu yazıyı yazarken boğazımda hissettiğim bu yumrunun beni rahat bırakması.

2009'u 2009'da bırakmak gibi bir basitliğim yok. Her ne yaşandıysa biz yaşadık. Ve ben geçecek yılı hiç unutmak istemiyorum. Her şeyden öte Yumuk'um ve Mumuk'um 2009'un bana hediyesi.

Geçen bir çocuk şarkısı takıldı dilime facebook'ta duvar yazısı yapayım istedim beceremedim. Profil iletisi yaptım kaldı öyle. Bu şarkıdakileri dilemekten başka elimden ne gelir bilmiyorum.

Benim için en önemli paragrafı kalın yaptım.




Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl
Bizlere kutlu olsun
Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl
Sizlere mutlu olsun

Eski yıl sona erdi
Yepyeni bir yıl geldi
Bu yıl olsun mutlu bir yıl
Bu yıl olsun hey hey

Kardeşiz biz hepimiz
Bitmesin hiç sevgimiz
Aramızda dargınlık yok
Aramızda hey hey


Mutlu olsun insanlar
Mutlu olsun tüm evren
Yeni yılda hep birlikte
Yeni yılda hey hey

Salı, Aralık 08, 2009

I AM GONNA BE YOUR NUMBER ONE

Nereden başlasam? Nasıl anlatsam? Bodrum Bodrum.....

Bendeniz çok istediğim domuz gribine yakalandım. Bir pazar uyandım ki! Bende bir tuhaflık var. Pazartesinden perşembeye işe gidemedim. Normal gripler gibi bir grip değildi. İyileşmesi ayaklanması çok uzun sürdü. Ateşim sadece iki üç gün vardı ama genede ayağa kalkıp iş görmek çok uzun sürdü. Kimselere haber vermeyip evde iyileşme çabaları pek iyi fikir değilmiş onu anladım. Bayramın ilk günü kuzenlerle Ankara'ya gittim. Annem beni bakıma aldı. Yedirdi, ıhlamur ve binumum şeyleri kaynattı, içirdi.

Gidiş uçağımı öteletmiştim dönüş uçağım baki kalmıştı. Şunu anladım ki! Uçakla Ankara'ya gitmek-gelmek şapşallık. Hele de sizi havalimanına bırakıp alacak kimseniz yoksa.

Dönerken 1 saat 15 dakikalık rötar. Evime ancak gece yarısı varmama sebep oldu. Bu hafta sonu da Ankara'ya gittim geldim. Macera dolu. Gene uçakla. Bu biletleri taaa iki ay önce almıştım. Ucuzdu ekonomik gelmişti hadi otobüsle eziyet çekmiyim istemiştim.

Gidiş maceramı anlatmıyorum ama dönüş maceram uçağınız iptal oldu telefonuyla başladı. Tam nikaha gidiyorduk. Gelen telefonu arkadaşım beni işletiyor diye düşündüm. Sonra işin ciddi olduğunu farkettim. Dedim beni sizi arayacağım şimdi müsait değilim. Sonra aradım bana önerdikleri saat sabahın körü uçağı. Yok dedim siz bana paramı geri verin yeter. Dönüş için bir otobüs bileti ayarladım ertesi gün 10.00'da alınmak üzere. Gecenin kimbilir kaçında eve geldiğimiz için sabahı kafamda bileti almak lazım düşüncesiyle zor ettim. Tipik ben:) Şöyle son dakkacı insan olsam her şey yolunda gider. Bileti sabah babama aldırdım. Sonra çok erken oldu diye bir saat ötelettim. Aşti'ye gittik ki! Bomba ihbarı var. Otobüslerin kaçta kalkacağı meçhul. Gittim gişeye alın dedim bu bileti ben gitmiyorum. Yok gitmiyorum bu ne garabet gün dedim. Adam delidir diye aldı biletimi. Handişim sağolsun aldı beni. Eve doğru giderken Varan'a uğradık. 4 aracına bilet bulduk. Ben o şekilde evime vardım. Bundan sonra da İstanbul-Ankara ulaşımımı sağlayacak firma Varan'dır.

Pegasus ise bir daha adımımı atmayacağım firma olacak. Bir tek bağım ötelettiğim biletim kaldı onu da Mart'ta kullandıktan sonra bir daha ne Sabiha Gökçen'i kullanırım ne Pegasus'u.

Neyse gittik secor'u evlendirdik geldik.

Darısı bekarların başına.

Çarşamba, Aralık 02, 2009

ÇİÇEK BÖCEK

Özde biraz faşistlik var bende ya o yüzden ben minare yasağını destekliyorum.

Öyle atıp tutmanın bir anlamı yok işte demokrasiye uyar mı uymaz mı hede de höde de diye. Abicim git bakalım İran'da ben kilise yapıcam diye yaptırıyorlar mı? Adam bıkmış dakka başı minare görmekten istemez. Memleket onun değil mi? Bizde de olsa bu yasak hiç fena olmazdı valla. Yap yap yap nereye kadar. Adım başı camiye tosluyoruz. Gürültü kirliliğini hele hiç hesaba katmıyorum. Bu kadar göstere göstere din yaşanır mı yahu. Biz sanki memleket olarak milletin inancına çok saygılıyız da elaleme laf söylüyoruz.

Ya bir de olan neyine yetmiyor. Daha ne inşaatı. Yeter kardeşim başımıza ne geldiyse din yüzünden geldi. Marx ne demiş Din toplumların afyonudur. Doğru demiş.

Hristiyanı da aynı mok müslümanı da. Bu İşviçre'nin kararına bir şey demiyorum da bu Avrupa'nın çifte standardına acayip kılım. İşine gelen laf sok laf söyle işine gelmeyene kullaklarını tıka gözlerini kapa.

Paralel evren teorisi diyorum bir de. Bir paralelde eminim benim istediğim gibi bir dünya var.
Çiçek böcek DOLU.

Perşembe, Kasım 19, 2009

MUTLU MESUT OLALIM

Yazasım vardı. Kaçtı gitti. Anında yapmalı yoksa dikkat dağılıyor.

Pinom domuz gribi olmuş. Bizde de önce Ozy grip oldu sonra Can ve Teyzem. Onlarınki domuz gribi değildi sanırım. Ozy'ye test yapmışlar negatif çıkmış. Kuzenler Teyzeme çocukları bırakıp İngiltere'ye gittiler. O da kendini iyi hissetmemiş. Sonra panik yapmış bana bir şey olursa bu çocuklara ne olacak diye. Ben hemen gittim yanına o gün birlikte kaldık. Daha sonra Tahire teyzem. Salı ve Çarşamba gene ben kaldım. Bugün kuzenler dönüyor. Herkesin de gribi iyileşti gibi. Bir öksürükleri kaldı. Ben çok istediğim için grip olmayı zımba gibiyim. Murphy kanunu işte.

Yumuk'la Mumuk'u mu çok özledim. Hayat ying yang, beyaz sayfası da var kara sayfası da. Benim bebişlerim iyi ki girdiler hayatıma. Çok seviyorum minnoşlarımı. Beni yakından tanıyanlar bilir çocuk mocuk işleri çok bana göre değil kusmalar ishaller böyle ıyk modunda gezerdim ki bu konuda buraya yazdığımı hatırlıyorum. Ama arada bebişlerimin kakasını bile elle çöpe attığım oluyor.

Evime taşındığımdan beri kedi istiyorum diyordum. Her şeyin zamanı var işte. Zamanı dolmuşsa uzatmaya gerek yok zamanı gelmemişse ısrara gerek yok.

Bir önceki gönderi çok fena bir gönderi oldu. Çok bıkmıştım olan bittenden herkesin ağlak modundan o yüzden köpürdüm. Bir süre mutlu mesut olalım güzel haberler dinleyelim.

Pazar, Kasım 15, 2009

YORGANIMIN ALTINDA Bİ BAŞIMA KALSAM

bu blogda göründüğü kadar enerjisiz, mutsuz, her şeye kulp takan bir insan değilim. yani en azından kendimi öyle görünüyorum.

ANCAK artık yeter diye bağırasım var. tahamülüm eksiye düştü. enerjim çekildi. olumsuz şey duyasım yok. bu hafta sonu bana çok ağır geldi. yükümlülüklerim. fazlalıklarım. anlatılanlar söylenenler yeter. nolur bana anlatmayın artık doldum taştım boşaltamıyorum kendimi. yumru geldi oturdu. halsizim. bıktım. yani ufak tefek şeylerin dağ gibi olmasından bıktım. nefessiz kaldım. kafam galaksi kadar doldu. artık kimin sorunun kiminkiyle karıştı bilmiyorum. elimi eteğimi çekesim. alıp başımı gidesim var. nefes alamıyorum.

vücudum savaşı bırakmak üzere. yatak döşek yatacağım. isteğim de bu.

herkesin sakındığı domuz gribi gelip beni bulsa da. yorganımın altında bi başıma kalsam.

Çarşamba, Kasım 04, 2009

ÜŞÜYEN KADIN

Acınacak haldeyim. İş yerindeki halim yürekleri burkar. Evden giyerek geldiğim hırkamın üzerine. Yaz kış burada bulundurduğum hırkamı giyiyorum. Gene evden giyerek geldiğim yün çorabımın üzerine burada bulundurduğum yün çorabımı giyiyorum. Yün atkım boynumda. Montum da dizlerime örtülü. Ama ayaklarım hala buzgibi. Acayip sinir bozucu bir durum. Hakan'ın getirdiği ısıtma bantlarını her seferinde evden almayı unutuyorum. Ayak sobam bozuldu. İş yerinde katır derili bir sürü erkek çalıştığı için kimse kalorifer yakmayı akıl etmiyor. Ben de her seferinde şu klimayı açar mısınız demekten baydım.

Bir sürü kadının hem de üşüyen kadının çalıştığı bir iş yerinde çalışmak istiyorum.

Dip not: Ayaklarımı bilgisayar kasasının arkasına dayadım çünkü fanın sıcaklığı bir nebze iyi geliyor.

Salı, Kasım 03, 2009

HIŞŞ ÇAĞANcım SANA DİYORUM!

Dün Issız Adam'ı ütü yaparak seyredip sanırım kendisine yeterince ilgi gösteremedim.

Ben ya çağın gerisinde kalırım ya çok ilerisinde. Hiç kimse bilmezken okurum, seyrederim, öğrenirim ya da iş ayağa düşer herkes yalar yutar ben hala seyretmemiş, okumamış, öğrenmemiş olurum.

Bizim Issız Adam da benim çağın gerisinde kaldığım zamanlardan biri oldu. Ancak seyretmek düne kısmet oldu.

Kesmişler biçmişler öyle yayınlamışlar. Gazeteport'ta bir köşe yazarı bu çağda edebiyat eserlerinde sigara geçen, sevişme geçen satırları karalıyor muyuz diye sormuş. İşin bu boyutu düşündürücü ve yüz kızartıcı ama artık biz böyle muhafazakar bir milletiz. Bizi bu noktaya getirenler kıçlarına kına yaksınlar.

Neyse Issız Adam'a gelince. Seyredenler ya kızın çok kötü oynadığını ya da erkeğin çok kötü oynadığını söylemişti. Hatta Çidom ikisi birden kötü demişti. Benim fikrim ise adam felaketti. Yani bu çocuk sonradan oraya buraya çıkıp sanki Alain Delon 'muş gibi ilgi gördü. Pes diyeceğim ne yazık ki! Buradan Çağan Irmak'a sesleniyorum. Ofisiniz bizim işyerinin sokağının başında hatta Ada'nın evi diye kullandığınız yer sizin ofisin alt katı. Bir kaç kere yemeğe giderken de arkalı önlü yürüdük. Bak sen gel beni oyuncu yap keşfedilmeyi bekliyorum heyecanla. Ben başlı başına bir karakterim. Koy kamera karşısına bir şey yapmasam da seyrederler beni:) Filmin ismini de şapşal suratlı kız koyarız. Ha ne dersin? Bak iki apartman yukardayız.

Filmi başka koşullarda seyretsem belki etkilerdi. Hani Kızsız Adam diye bir kısa film çekmişlerdi ya! Ben o kısa filmi komik bulmamış anlamamıştım. Issız Adam'ı seyredince valla bu kadar mı güzel hicvedilirdi dedim sonra. Sanki Kızsız Adam'daki gibi bir abartı vardı olayda. Belki bilerektir. Ben sinema dilinden anlamıyorumdur ama yani biraz daha içten olsaydı skeç gibi olmasaydı keşke.

Neyse Çağancım ben Babam ve Oğlum'u çok beğenmiştim. Ne zaman seyretsem ağlarım da. 5 kere filan denk geldim sanırım. Bir kere Ankara'ya giden Kamil Koç otobüsündeydik. Toplu histeri krizine girdik. Öyle böyle değil. Yani teklifim hala geçerli ben para da istemem aramızda kalır;)

Pazartesi, Kasım 02, 2009

KISKANCIM

O kadar çok taslak yazım var ki! başlıyorum öyle kalıyor.

bu aralar çok kıskancım. bir yazıda eğer daha önce benim yaptığım bildiğim bir şeyden bahsediliyorsa. hıh!! ben zaten biliyorum bunları nolmuş diye okuyorum. hatta okumayı yarıda kesiyorum. ne oluyorsa artık.

ve eğer güzel şeyler yaptığı halde ağlaksa insan o insana hiç katlanamıyorum. ve yaptığı güzel şeyleri kıskanıyorum.

bazen böyle ay canım senin adına çok sevindim ay şöyle ay böyleleler de içten gelmiyor bana. acayip kıllanan adam modundayım. böyle içimden yaptığım yorumlar evlere şenlik.

Cuma, Ekim 30, 2009

ÖYLE BÖYLE

Meslek dallarındaki insanlara onların konusu hakkında bir şey sorduğunuzda neden insanı tatmin edemezler??

Doktora dersin ki şu ilaç yasaklamış. Karşığında bilmem cevabı gelir.
Bankacıya dersin kartların yıllık aidatını ödemek zorunda mıyız? Evet der. Ama ödememeyi başarmışsınızdır.
Bilgisayarcı Network'cü adama youtube'a girebildiğimiz bir program var dersin. Ben ktunnel'den giriyorum der.

Ben mi her şeye hakim olmaya çalışıyorum acaba? Herkesin özellikle o konunun uzmanının soruma yanıt vermesini istiyorum.

Bu aralar dalgınlığım tavan yaptı heralde. Hoş dalgınlık mı başka bir şey mi onu da bilmiyorum. Birden ne işle uğraştığımı unutuyorum. Evden çıkacakken çantamı bulamadığım anda film kopuyor. Dün hangi çantayı almıştım ne giymiştim diyorum. Bir süre cevap gelmiyor aklıma sanki dımdızlak bir yere atmışlar kim olduğumu hatırlamaya çalışıyorum gibi.

Hani Lost'taki kahramanlar geriye ve geleceğe dönük hayallere dalmışken şimdiden uzaklaşıyorlar ya ben de öyle kopuyorum.

Bugün cuma diye çok mesudum.

Çarşamba, Ekim 28, 2009

İSTEK

Beni sallayan olursa blogculardan bir ricam var. Siyah fonu olanlar değiştirseler keşke. Ben okuyamıyorum. Gözlerimi çok yoruyor.

Pazartesi, Ekim 19, 2009

VALLA BİLLA DEĞİŞTİM

Ben değiştim, değişiyorum. 7'sinde neyse 70'inde odur lafına da inanmıyorum. İnsan gelişebilir değişebilir.

Artık sütlü çikolata değil bitter çikolata seviyorum. Biber dolmasının biberlerini ayıklamayı bırakalı yıllar oldu. 10 senedir patlıcankoliğim.

Beni az çok tanıyanların şaşıracağı bir şey yaptım. Bir daha yapmayı da hevesle bekliyorum. Arabadan, nohut pilav üstü tavuk yedim. Salı günü Beyoğlu'daki o sokağa gidersek bir daha yiyeceğim. Şimdi bile olsa yerim öyle böyle açıktım. Hijyenmiş titizlikmiş oooo yemişim:)))

Ne demiş Herakleitos " değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. "

KAN ARZUSU


Benim etkinlik takibim bir sene bokunu çıkarmakla diğer sene etliye sütlüye dokunmamakla geçiyor. Hoş geçen sezon tiyatro takibini abartmıştım. Sonunda helak oldum. Gelecek sezon bu kadar yapmayacağım demiştim.


Bu sene sinemaya geri dönüş yaptım. Geçen sezon ne filmekimi, ne festival ne bağımsız filmlerin yüzüne bakmamıştım.


Bu sene Filmekimi'nde biraz geç kaldığım için ancak 5 filme bilet aldım. Hoş iyi ki de öyle olmuş. İnsan şuursuzca ona da giderim buna da giderim diye aldığında aslında kendini çok fazla bunaltmış oluyor. Bu sefer yanlışlıkla olayı kararında bırakmışım anlayacağınız.


Etkinlik aşkına tutulmuş durumdayım. İşi abarttıp lalekart sahibi bile oldum.


Bakjwi ( Kan Arzusu), biletleri alırken telefondaki çocuğun şapşallığı yüzünden aldığım bir film oldu. Notlarıma düşmüştüm ama gerilim korku olunca almaktan vazgeçmiştim. Ama iyi ki seyretmişim. Böylesine bir filmi ancak Güney Kore sinemasında izleyebilirdik sanırım. Adamlar harbiden aşmış. Bu kadar mı gerçekçi olur sahneler. Sevişme sahnesi sanki gerçek. Adam kan içiyor sanki gerçekten içiyor. Yani diyecek kelimem yok. Film konusunda şöyle de bir şansım vardı. Emile Zola'nın Therese Raquin romanından esinlemiş Park Chan -wook. Ben kitabı okuduğum için filme kendimi kaptırmam daha kolay oldu. Bu kadar mı güzel esinlenilmiş bu kadar güzel mi aktarılmış. Yani ben gerilim korku sevmem bu süperdi. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Ama bu ne böyle saçma sapan bir film de diyebilirsiniz. Ama bence süperdi. Konusunu anlatmıyorum.
Filmekimi'nin linkini yapıştırıyorum. Oradan inceleyebilirsiniz.


http://www.iksv.org/filmekimi_2009/Filmekimi_2009.asp?day=1&fid=9&sid=3

Cuma, Ekim 16, 2009

MY NAME IS JOE


Bugün filmler aklıma gelip duruyor.


Ken Loach'un ismini ilk defa MY NAME IS JOE filminden sonra duymuştum. O zamanlar abim İstanbul'da yaşıyordu. Ben de heralde üniversitedeydim. İlk gösterime girdiği vakit Beyoğlu Sineması'nda seyretmiştik filmi. O güne dair hatırladığım iki şey var. Birincisi salonun çok kalabalık olduğu ve bizim son dakikalara doğru içeri girdiğimiz yer göstericinin aslında yerimiz daha arkalarda olduğu halde bizi ortalarda iki kişilik bir yere oturtmasıydı. Gerçekten kendi yerimiz miydi yoksa öyle bir kıyak mıydı emin değilim ama ben kıyak olduğu düşünürüm hep. Abim vardı çünkü yanımda. Onunla işler hep yolunda gider. Etrafında iyi ışık olan insanlardan o. İkincisi ise film bitip salondan çıkarken Fikret Kuşkan'ı gözü yaşlı görüşüm. Ağlamış haliyle onu görmek çok hoşuma gitmişti.
Film ise beni çok etkilemişti. Top Listemi yayınlasam içeriğinde bu filmde olurdu.

DÖNÜM NOKTALARIMIZ


Yaşam bize sunduklarıyla oldukça değişken. Bir gün birden hayatınızın tamamen değiştiğini düşünüyorsunuz. Bir kaç yıl sonra ise değiştiğini düşündüğünüz günden önceki hislerinize geri dönüyorsunuz.

Yaşam otobüse binemeden önce ayağımızın bir taşa takılması ile bile değişkenlik gösterecek kadar çok varyasyonları olan bir sistem.


Krzysztof Kieslowski'nin üçlemelerinden "Kırmızı" dır. Beni en çok etkileyen. Orada bir kız bir erkek vardır. Yolları hep aynı yerden geçer ama bir türlü rastlaşmazlar taaa ki bir gemi kazasında kurtulan az kişiden ikisi onlar olana kadar. Zaten filmin son sahnesi odur. Gerisi bizim hayal gücümüze göre şekillendirmemize kalır.


Felaketler her zaman kişi için kötü demek değildir. Belki de yaşamın dönüm noktasıdır.


Pelinimo evet ben romantikim, fil'im ve tarihleri unutmam.

Perşembe, Ekim 15, 2009

YUMUK

Yumuk dün gece ishale tekrar başladı. Sabah çıkarken de pırtlayarak devam etti. Biraz canım sıkkın durumu bir türlü çözemediğimiz için. Gaita testi umarım nedenini bulur. Deneme yanılma yıpratıcı bir süreç.

Salı, Ekim 13, 2009

BİRAZCIK DEĞİŞİKLİK

Tebdil-i mekanda ferahlık vardır diyip Şablon değişikliğine gittim.

Nasıl arada salonumuzdaki yatak odamızdaki eşyaları değiştirip duruyoruz. Ya da saçlarımızla uğraşıp duruyoruz. Bu blog da öyle bir şey. Bir süre sonra aynı görüntü bıkkınlık veriyor.

Dün Yumuk ve Mumuk'u eve getirdim. Sanırım kaka problemimiz hala devam ediyor. İki hafta boyunca ilaçlar yüzünden perişan oldular. Vicdan yaptım biraz. Sanırım dışkı tahliline göndereceğim netice almak için.

Kedi bakımı ile ilgili bir yazı yazmak istiyorum. İnternetten arayıp netice bulamadığım, sorarak öğrenemediğim ama yaşayarak farkettiğim şeylere dair.

Pazar, Ekim 11, 2009

YAŞ MI? O DA NE?

Ben 20 yaşında hissetsem de yaş ilerlemiş. Tahammül azalmış.

Gecenin devamını getirmeyip 22.30'da eve dönüyorum. Hem de 10 dakikalık yolda metroda uyuyakalarak.

Cuma, Ekim 09, 2009

LOGIN NAME'LER PASSWORD'LER

Hani kart çılgınlığından bahsetmiştim ya. O yazıdan sonra bir kaç kartım daha oldu hiç sormayın.

Neyse bir diğer konu da; şifreler ve kullanıcı adları.

O kadar çok siteye üyeyim ya da üye olmuşum ki! İçinden çıkamıyorum. Milyonlarca e-posta adresim var. Bir düzen tutturamadım. Abim bana bir e-posta gönderirken 5 tane adresimi de ekliyor. Tabii ne yapsın şansa bırakmak istemiyor. Düşündüm bundan sonra üye olacağım siteler için sadece bir adresimi kullanayım. O işte de başarılı olamadım. Habire de yeni siteler yeni şeyler çıkıyor. İmdat diyorum ne olacak sonum.

Bir de haftalar önce bir arkadaş ısrar etti twitter denen şeye de üye oldum. Hiçbir mikim anlamadım twitter'dan bıraktım öyle. Bugün bi linke tıkladım twitter'e yönlendirdi. Neyse girmeye çabaladım. Hangi e-posta adresimi hangi şifreyi kullandığımı unuttuğum için epey zorlandım. E-postasını buldum bu sefer şifresini bulamadım. Forgat'a tıkladım reset ettik. Hadi bakalım. Sonumuz hayır olsun.

PS: Bloguma da uzunca bir süre girememiştim. Hangi e-posta hangi şifre diye. Neyse sonra gmail hesabına yönlendi de rahatladım. Artık kafama bir darBe almadıkça unutmam heralde.

Salı, Ekim 06, 2009

KIRMIZI VİTRİNLERİM







Bu aralar ne çok dellenmişim yahu. Tımarhanelik olmuşum.


Geçen bana kargoyla bir şeyler geldi. İşyerinde Bakırköy'den mi diye dalga geçtiler. Tabii onların dalgası benim kedi manyaklığıma istinadendi. Hatta Bülent Bey, evde kalacağımı söylüyor. Ben de kedi seven bulurum diyorum.


Yumuk ve Mumuk bir haftayı geçkin veterinerde. Mumuk geldiğinden beri düzelmeyen kaka problemleri vardı. Kanlı yaptıklarını görünce. Verdiğimiz şuruplar haplar bir işe yaramıyor diye veterinerde gözetim altında olmalarına karar verdik. Gün aşırı ziyarete gidiyorum. Hala iyileşme göstermediler. Umarım bu hafta sonu beraber oluruz. İki hafta olacak neredeyse.


Evim 70 metrekare ama her santimi kullanımda. Annem ıvır zıvırlarıma vitrin almanın iyi olacağını söylemişti. Ikea'ya git bak dedi ama ben gitmedim.


Neyse sözün özü bu pazar IKEA'ya gitme gafletinde bulunduk. Kalabalığın hadi hesabı yok. Bir de herkes çoluğunu çocuğunu almış gelmiş. Pusetle gezdiklerini görünce ufak çaplı şoka girdim. Neyse eğer gün olur devran döner ben pusetle oralarda gezersem enseme bi şaplak atın.


Annem taktı ama iyi ki takmış. Hakikaten bütün ıvır zıvırlarım toplandı görünür oldu. Selocan gümüşlük ne zaman alacaksın diye dalga geçti ama bunlar kırmızı kırmızı şirin oldu.


Bir de çiçekkolik oldum. Evim bir nevi orman balkon zaten kendini aştı.

Pazartesi, Ekim 05, 2009

AMAN AYNI TERANE

Bu ülkede yaşamaktan yoruldum. Haber seyretmesem de gazete okumasam da sadece yaşadığın için bazı şeylere maruz kaldığın için sinir hastası yapıyor bu memleket adamı. Bugün internetten başlıklara bakmam kalbimi sıkıştırmaya yetti. Polisin dövdüğü üniversite öğrencisi yaşam mücadelesi veriyor. Burayı okuyan denk düşen polisi yakını ya da polis varsa kusura bakmayın ama hiçbirinize güvenmiyorum en ufak bir sempati beslemiyorum. Onu geçin benim güvenliğimi sağladığınızı bile düşünmüyorum son derece gereksizsiniz. Özellikle geçen hafta iki polis okulu öğrencisi ile muhattap olmam bu fikirlerimi daha da güçlendirdi. Amelelere haksızlık edecek kadar iki tane amele öğrenci biri de bayan üstelik.

Neyse bir de şu internet erişimlerinin yasaklanması ne oluyor ya. Dinci ...e...in siteleri at koşturuyor ama EVRİMİ anlatan siteler yasaklanıyor. Eşcinsellerin siteleri yasaklanıyor. Size ne ya! Erişimi engellemek, yasaklamak onları bir şeyden vazgeçirecek mi zannediyorsunuz? Ne biçim bir zamanda yaşıyor ve çocuk yetiştiriyoruz.

Son olarak FARMVILLE yasaklanmış. Sebep Cumhuriyet'ten okuduğum kadarıyla. Tarım ve Köy işleri bakanlığı çiftçi haklarını koruma kanuna göre bizim yani üyelerin online çiftçilik sertifikamız olmaması. Ya bu ne ya allasen ne bu şaka mı ? rüya mı? bu memleket real mi? ingilizce tabirle. Ne bu valla ben çok dellenmiş durumdayım. Sinirlerim tavan yaptı.

Mumuk'umla Yumuk'um da bir haftadır veterinerde. Sitres toplarım da yok. Ne olacak bu memleketin hali ha! Sorarım size ne olacak?

Çarşamba, Eylül 23, 2009

BULAŞIK BEZİ

Eldiven zamanım gelmiş. Ellerim buz gibi dötüm karpuz gibi. Yok yok karpuz gibi değil. Nedensiz bir zayıflama durumum söz konusu bu aralar. Hoş bu durumdan son derece mesudum.

Bayram geçti gitti. Ha gelecek ha gidecek derken. İşe bile geldik. Bayramda Ankara'ya gidesim var demiştim ya! Gitmedim. Onun yerine köye gittim.

Cumartesi gittim pazartesi döndüm. Dönüşümü de arabayla gerçekleştirdim. Arabanın yan tarafını çizdirdiğimden bahsetmiştim. İşte babam doğum günü sürprizinden sonra arabayı Lüleburgaz'a götürdü. Daha ucuza yaptırılır diye. Sen bir hafta sonu geldiğinde alırsın dedi. Ben de bayramda geleyim dedim.

İçimden geçen duygu selini buraya aktarmakta biraz zorlanacağım. Babaanneciğim günden güne geriliyor. Artık konuşmaya üşenir olmuş. El hareketleriyle anlatmaya çalışıyor çoğu zaman. Duyma güçlüğü çekiyor. Duyamadığı için algılayamıyor. Ama espiri yapmayı da ihmal etmiyor. "Evin kızı geldiğinde bulaşık bezi titrermiş beni de alacak diye" dedi. Bunun demesinin nedeni aşağıdaki paragrafta saklı:)

Bu gidişimde hazır arabayla döneceğim için ne bulduysam doldurdum. Tahta bavul, kömür ütüsü, çinko kapkacak, en önemlisi babaannemin ayaklı eski singer makinası, Üç parçaya ayırıp yerleştirdik arabaya, bütün sardunyaları, saksı da biberi, komşunun verdiği ismini bilmediğim diğer üç saksıyı, kavunları, patlıcanları, reçelleri, peynirli biberi. Herbir şeyi aldım. Benim oturacağım koltuk dışında her yeri dolu bir arabayla İstanbul'a kadar geldim. Köydeki evden benim ev tamı tamına 206 kilometre. İki saati biraz geçkince bir sürede vardım evime. Yumuk'umla Mumuk'umu bir koşu görüş iki mıncıklayıp. Yükümü boşaltmaya başladım. Yoldan geçen iki genci çağırıp dikiş makinasının ayağını kapı önüne kadar da taşıttım. Sonra tek tek taşıma işlemimi bitirdim.


Bir buçuk gününü İstanbul'da evimi kazımakla ve kuzenlerimle sinemaya giderek geçirdiğim bayram böylece gelmiş ve geçmiş oldu.

Cuma, Eylül 18, 2009

ÇOK GADDARIZ

Kafama demin bir şey dank etti.

İnsan bilmediği ilk defa gördüğü, korktuğu şeyi anında öldürmeyi ondan kurtulmayı düşünüyor. Zarar verip vermeyeceğini düşünmeden. Panama'da öldürülen zavallı garip yaratık. Niye canavar demişler ki! Ne zararı var belli mi? İşin en acı tarafı ben de akrep gördüm mü hemen öldürmeyi tercih ediyorum. Amacım onun rahatsız edici varlığından kurtulmak. Ne kadar gaddarız. Şimdi kendimden ve insalıktan nefret ettim.

İSTANBUL'DA SONBAHAR


Teoman-İstanbul'da Sonbahar - For more funny videos, click here

Perşembe, Eylül 17, 2009




Sabahtan beri bugünü cuma olarak yaşıyordum. Biraz önce gerçeği anladım ve hayal kırıklığına uğradım.

John Steinbeck'in Sardalye Sokağı'ından sonra Hakan Günday'ın Piç'i ne kadar da uymuş farkında olmadan.

http://tr.wikipedia.org/wiki/John_Steinbeck
http://tr.wikipedia.org/wiki/Hakan_G%C3%BCnday




GERÇEK HAYAT

Ben çok beğendim. Mor ve Ötesi'nin eski elemanlarından.

http://www.derinesmer.info/ buradan şarkıyı indirebiliyorsunuz.



Salı, Eylül 15, 2009

SUYUN HİSLERİ

Dr. Masaru Emoto ve Su Üzerinde Araştırması from Feeder on Vimeo.



Aycan'ın bana anlatmak istediği buymuş.

AH ŞU MEDENİYET


Türkiye'nin hızlı gündeminden fırsat bulduysanız. Amerika'daki sağlık reformuna sosyalizm geliyor diye karşı çıkan Amerikalılarla ilgili haberleri de görmüşsünüzdür.

Michael Moore'un Amerikan Sağlık Sistemini eleştirdiği Sicko'yu da seyrettiyseniz. Bu galeyana benim gibi anlam veremeyebilirsiniz.

Dünyanın her yerinde aynı. İyi şeylerin yapılmasını istemeyen kötüye mahkum olmaktan zevk duyan bir taraf var. Bunların bir kısmı çıkarları etkilenmesin isteyenler bir kısmı da katıksız hödük olanlar.

Bu arada Michael Moore'un belgeseli hoşuma gitti ancak benim için şöyle bir inandırıcılık sorunu yaşattı. Benim bildiğim kadarıyla İngiltere'nin sağlık sistemi acınacak durumda. Hem yazılan çizilenlerden hem de tanışlardan öğrendiğim kadarıyla tabii. Ama konunun uzmanı değilim.

Ancak Hollanda Sağlık Sisteminin çok daha acınacak durumda olduğunu iddia edecek kadar bazı şeyler biliyorum. Özellikle doğum konusunda. Ekşi Sözlük'ün Hollanda sağlık sistemi başlığına girilenleri bir okuyun.

İşte gelişmiş ülkeler ve sağlık. Bu aralar medeniyet ilerledikçe medeniyetsizleştiğimizi düşünüyorum kara kara. Ne o 3G gelmiş uzay çağı yaşıyormuşuz tabii yav.

Efes'teki Antik kentin eski bireylerinden olsaydık daha medeni yaşıyor olurduk.

Pazar, Eylül 13, 2009

Perşembe, Eylül 10, 2009

FALLANAMADIM

Sanırım alerjik nezle oldum. Böyle bir tabir var mı bilmiyorum ama sabahtan beri hapşurmaktan gözümün yaşarmasından burnumun içindeki o garip sancıdan öyle helak oldum ki! Sanki bütün gün ağlamışım gibi bir yıkıntı var üzerimde. Başım kazan, ruhum çekilmiş gibi. Çok yorgunum be blog niye böyle oldum ki!

Kursu arayıp dersimi iptal ettirmek istediğim iki sefer de çocuk çok garip internet yavaşlıyor sizinle konuşurken dedi. Normaldir dedim beni sevmez teknoloji. Dün de falcıya gideyim dedim. Falcı yağmurda ıslanmış üşütmüş. Falım fallanmadı yani.

GENE ÇOK PİS DELLENDİM

Yazmıyım söylenmiyim diyorum ama işte olmuyor. Ben biraz Türkiye'den kopuk yaşıyorum bu aralar. Yani kopuk demişken illa ki gazete okuyorum. Ama öyle haberin başlığı sinirimi bozacak cinstense okumuyorum. Hele hele haber hiç seyretmiyorum. Televizyon açıksa dizidir filmdir öyle şeyler buluyorum. Tartışma programı mı hiç durma kaç.

Böyle oldum kafam rahat sinirim huzurum yerinde.

Amma yaşanan felakete gelince orada duralım biraz.

Biraz acımasızca olacak ama bize her şey müstahak anacım. Bu felaketin üstüne deprem olsa yarımız ölse vah vah tanrının da hiç adaleti yok. Acımadı gördün mü nasıl da vurdu ? Demeye yüzümüz olmaması lazım. Sen niye dereleri toprakla kaparsın ya niye acaba? Elin Avrupalısı nehir kenarına dere kenarına şehrini kuruyor. Biz üstüne var mı böyle gerzeklik yok tabii. Sonra nasıl bir gerzeklik var sen dere üstü evi ancak bu kadarına paramız yetiyor diye satın al. Sen hayatını korumazsan, sen hayatım benim için değerli demezsen, seni ahırda bile yaşatırlar. Bunun mal mülkle, zenginlikle, sosyal adaletle alakası yok. Bunun hakkını aramakla, eşek yerine konmayı kabullenmekle, allahın takdiri demekle alakası var. Kaç yıldır belediye ellerinde olduğu halde hala daha İnsanların suçu diyen bir andavalı dinleyende suç. Her şey müstahak. Yıkılsın gitsin şu İstanbul hepimiz boğulup gidelim de o da kurtulsun bizde.

Çok pis dellendim. O ikitelli denen ucubeyi ben biliyorum. Böyle çarpık böyle korkunç bir semt daha yok diyemem mutlaka var İstanbul'da. Felaket geleceğim diyor daha oraları görür görmez. Daha bunun depremi var. Yeni yapılan Silivri Kapalı cezaevinin çatısı çöküyor yahu. Var mı daha ötesi allahaşkına. Nerede güvencedeyiz bu memlekette. Koyun olduğumuz sürece daha çok güdülürüz.

Salı, Eylül 08, 2009

ZAMANI GELMEK


İstanbul bugün kapkaranlık. Kışın habercisi gibi. Nedense hoşuma gidiyor böyle havalar. Çok da soğuk olmadı mı keyfinden yenilmiyor. Korunaklı bir yerde olmak gibisi de yok.


Doğum günü kutlamalarımın biraz uzun süreceğinden bahsetmiştim ya işte ona dair bir yazı yazmak istiyorum. Cuma günü sağolsun arkadaşın terasında böyle hoş sohbet hediye faslı olan bir gece geçirdim. Ertesi gün de Oben Abla'mın arkadaşının kuzenindeki yemeğe gittim. Deniz benimle yaşıt 1 eylül doğumlu. Nasıl oldu da bugüne kadar tanışmadık hiç bilmiyorum. Farmville sayesinde tanıştığımızdan bahsetmiş miydim acaba? Bu farmville çılgınlığı nelere kadirmiş. O sayede arkadaş olduk sonra da farmville de komşu gerisi geldi zaten. Bostancı Şenesenevler de bir ev ama rüya gibi bir ev. Koskocaman bir bahçe tek başına yıkılmadan kalmış, sahipleri sayesinde. Deniz'in dedesinin eviymiş. Deniz de orada doğmuş. Onlar müştemilatta kalıyorlarmış sonra apartmana çıkmışlar, fenalık geçirdim diyor. Son üç senedir de müstemilata geri gelmiş. Ev de ise halaları oturuyor. Onlar da yaz boyu yoklarmış. Böyle güzel bir evi ancak eski evleri bilenler anlayabilir. Resim yok çünkü makinamı götürmemiştim. Teyzemler yıllardır Suadiye'de oturduğu için gün be gün yok olan evleri biliyorum. Ama böylesi güzelini hiç görmemiştim. Ve başına bir iş gelmeden kalanını. Umarım hiçbir şey de gelmez. Çünkü daha yeni Oben Abla'ların apartmanının yanındaki bahçeli caanım evin yıkılacağını öğrendim. Bu nasıl vicdandır bu ne açgözlülüktür anlamıyorum. Emirgan'da Yeniköy'de kılına dokunulmayan evler neden karşıda bir bir yıkılıyor. Onlar da tarihi onlar da eski onlar da güzel. İleride tarih kitapları ne yazacak biliyor musunuz. İstanbul; Türklerin ağzına ettiği şehir. Güzelmiş, yazık olmuş.


Neyse dellenme yeter. Biraz da geceden bahsedeyim. Bahçede oturduk filmlerdeki gibi. Mangal yaktılar. Deniz bilgisayarını getirdi benimkinin aynısı, cep telefonumu kendinin ki sandı. Mutfağa gittim benim tezgahın aynısı, küllüğe baktım ki annemlerde kalan eski yeşil cam küllüğün bir boy ufağı. Sonra tezgah da ilaçlarına bakarken aaa benim ilacımdan dedim. Deniz şok içinde baban kim dedi. Hehehe yani ikizmişiz ama haberimiz yok hesabı. Daha kurcalansa daha neler ortak çıkacak. Konuşamadığım ayrıntısını bilmediğim bir konu ise Deniz troid kanseri. Umarım tez zamanda iyileşir. Çok hoş bir gece geçirdim. Çok da tuhaftı bu benzerlik. Bilmiyorum evren bana ne demek istiyor. Her şey zamanı gelince oluyor ben buna çok inanıyorum. Deniz'le tanışmamız şimdi olması gereken bir şeydi demek ki! Tıpkı Yumuk'la Mumuk'un geldiği zaman gibi.


Eve dönerken de dolmuş kuyruğunda biri birinin kafasında sopa kırdı. Sonra akibetleri ne oldu bilmiyorum. İnsanın gözü nasıl böyle dönebiliyor?


Benim umudum da var ümidim de sadece zamanının gelmesi gerek.


Cuma, Eylül 04, 2009

MELANCOLIE IM SEPTEMBRE


when i was just a little girl
i asked my mother, "what will i be?
will i be pretty, will i be rich?
......

PAMUK GİBİYİM



Birgün önce iyi hissederken bugün diplerde sürünüyor olmak ancak reglinin yapacağı bir şey. Bu hormonlar ne tuhaf şey. Ben bilim insanı olmadığım için de kafam basmıyor bu gelgitlere. Niye böyle hissediyorum diye sorgularken aklıma geldi ki! İki gün içinde bilemeden bugün regli olacağım.
İstanbul bana serin millete hala daha sıcak olabilir. Hissettirdiği duygu sonbaharın başlarında Ankara'da olmayı anımsattı. Ve ben Ankara'yı özlemişim. Gidesim var. Hem de sonbaharını özlemişim. Bayramda gitmek istiyorum bakalım bebeklerimi ne yapacağım?


Bir de eğer pamuk gibi bir arkadaşınız varsa onu sarıp sarmalayın kuş tüyü yastıklar arasında saklayın. Yani bir plan program yapılırken. Oraya gelmem, buraya gitem, oranın şusu var, buranın busu var, ben üşürüm, ben şöyleyim, ben böyleyim, zartım, zurtum, zuranın zırt dediği yerim demiyorsa. Onun öpüp başınıza koyun. Ben dün çıldıra yazdım çünkü. Belki kötü hissin tetiklenmesine sebep regli yanında biraz bunun da payı vardır.


Kuzguna yavrusu hoş gelir hesabı kendimi pamuklara sarılacak arkadaş olarak görüyorum. Tamam sigara konusunda huysuzluğum vardır ama onun dışında hiç gıkım çıkmaz yav. Yani öyle olduğumu idda ediyorum.


Eve giderken Yumuk'la Mumuk'um stresimi alacak diye mutluydum.

Perşembe, Eylül 03, 2009

DÜN DOĞUM GÜNÜMDÜ




Dün bir yaş daha yaşladığım gündü. 33 bitti. 34'ten gün almaya başladım. Beni görseniz yaşıma inanmanız mümkün değil. Ben de yaşıma inanmıyorum. Aysel Gürel vakası olacağım ileride. Ciddi ciddi 23 sanıyorum kendimi.
Dün yataktan kalktıktan işe gelene kadar bugün benim doğum günüm. Bugün benim doğum günüm diye tekrar ede ede geldim. Doğum günü seremonim bir gün öncesinden başlamıştı hoş. 5-6 kişi 1 Eylül ile 2 Eylül'ün karışabilitesine yakalanmışlardı.
Dün hüzünle karışık mutluluğum vardı. Arayan soranlar mutlu ederken, akşam evde yalnız olacak olmanın verdiği burukluk vardı. Akşama Mumuk ve Yumuk'layım diyordum soranlara.
Büyük kuzenim arayıp evde Mumuk ve Yumuk'la olacağımı öğrendikten sonra organize olmuş bir iki saat sonra arayıp program yapıp yapmadığımı sordu. Yok dedim evdeyim. O zaman tamam biz saat 20.00 gibi sana geliyoruz dedi. Sevindirik oldum tabii. Öyle mi süpersin Yavuz Abi dedim. Buradaki kuzenleri organize etmişti sağolsun. Sonra saat 17.00'ye doğru bir çiçek demeti geldi işe. Anılım, Yurdagülüm ve Çidomum'dan. Ben ağlak Osman oldum birden. Hele notu okuyunca. Şimdi bile ağlaklığım devam ediyor. Rutin eve döndüğüm saatte de bahçede evsahibim ile karşılaştım. Hayırlı olsun Çağıl dedi. Neye hayırlı olsun Güler Hanım dedim. Görürsün dedi. Bir eve girdim ki! Annemle babam köyden gelmişler. Ay ben şimdi ağlıyciğim dedim ve ağladım. Yaştan mıdır? Nedendir bilinmez bu ağlaklık.
Ben, kuzenlerin çocukları gelene kadar her evin en küçüğüydüm. Hep bana hediye alınır hep benim doğum günüm kutlanırdı. O yüzden doğum günlerim çok özeldir. Unutulursam kırılırım aranmazsam bozulurum. Eskiden günler öncesinden haberdar ederdim. Şimdi olgunluk geldi o iş kalktı:)
Bu doğum günüm ise çok özel geçti ama bitmedi de. Cuma buradaki arkadaşlarımla kutlama yapacağız. Farmville sayesinde Oben Abla'mın çok yakın arkadaşının kuzeni ile tanıştık ki! Aslında birbirimizin varlığını yıllarca bilip tanışmamışız. Onun doğum günü de 1 Eylülmüş. Cumartesi onlarla yemek yiyeceğiz. 40 gün 40 gece kutlama anlayacağınız.
2009'u unutmam benim için çok zor. Zaten çok kolay unutmam. Tarihler yıllar klasörlerde dizili durur beynimde. Ama 2009 şimdilik en farklısı.
PS: Bir küçük not bunu bloguma yazıcam dedim. Ilgazcım nolur yazma dedi. Nasılsa okumazlar hehe. 3-4 yıl önce Ilgazıma doğum gününde şort almıştık. Artık koca bir genç kız olduğu için o şort ona olmamaya başlamış. Dün gelirken getirmişler. Şort bana olursa diye. Nitekim oldu:)
Doğum günümde bizim aldığımız doğum günü hediyesi bana oldu diye pek güldük.
Hayatımdaki herkes iyi ki var!



Pazartesi, Ağustos 31, 2009

UNUTKANLIK

Çok uzun zamandır ilk defa bir hafta sonu bana aitti ve evde geçirdim. Evde temizlik, ütü, çamaşır derken koskoca iki gün geçti gitti. Evde yapılacak hiç iş olmasaydı daha güzel olurdu ama bu bile yeterince iyiydi.

Pazar günü yaptığım bir ihmal beni biraz endişelendirdi. Evden, spora kayıt yenilemek bir de abimin köyden getirdiği kabaklar ve patlıcanları kızartma yapar yer bitiririm diye yağ almak için çıktım.

Evdeyken mutfak bezlerini çamaşır suyunda kaynatmak için ocağa koymuştum. Bütün işlerimi bitirip evde geldiğimde. Ocağa gözüm takıldı. Düğmelerden biri açık görünüyordu. Sonra jeton düştü. Kimbilir ne zaman ocağa koyduğum bezlerin suyu taşmış ve ateşi söndürmüştü. Birincisi iyi ki su taşmış ve ateşi södürmüştü ikincisi de iyi ki emniyet kilitli set üstü ocağım vardı. Alırken mutlaka o hadiseye dikkat edin. Belki artık emniyet kilitsiz satmıyorlardır bilmiyorum.

Yani tümüyle aklımdan çıkmış gitmişti ocak. Ve ben bunu çok sık yapıyorum. Ve çoğu zaman evde olduğum, mutfağa sık girip çıktığım için farkediyorum. Umarım daha beter bir şey gelmez başıma.

Not: Hayatımda ilk defa kızartma yaptım. Pek başarılı olduğum söylenemez. En azından tadı güzeldi. Görüntüsü ise ı ıh!

KARTLAR 21. YÜZYIL SORUNSALI

Bir insanın kaç tane kartı olabilir? Bunun sonu var mıdır?

Başlıyorum saymaya

Ticket Kart.
Teb'in Ek Kredi Kartı. Abimin bana çıkartmış olduğu kart. Çok nadir kullanıyorum.
Teb ATM Kartı.
Garanti Kredi Kartı. Bunu da kredi kullanmıştık o yüzden verdiler. Bir kere kullanmışım farkında değilim. O yüzden her yeri galeyana getirmiştim. Ben kullanmadım noldu diye? Yenisi çıktı geldi. Hiç yoktan yere. Kullanmıyorum. İptal ettirmem lazım.
Denizbank ATM Kartı.
World Kart. Aktif kullandığım kredi kartı
Dr. Back-up Kart. Abim hediye almış bir senelik.
Kamil Koç Yol Kart.
Pirelli Yola Devam Kart. Bir kere yolda kaldım işe yaradı sağolsun.
Ulusoy Passenger Clup Kart.
Marks&Spencer Kart. Abim alışveriş yapmıştı o zaman vermişler. Benim adıma yapmış o da kartı.
Migros Clup Kart.
Müze Kart.
Ehliyet
Shell Kart
Daruşşafaka Giriş Kartı

Bunlar sadece taşıdıklarım. Bir de taşımadıklarım var.

Her şeyin kartı çıktı. Napacağız? Bunun sonu ne olacak? En son Shell Kart tutuşturdular elime, benzin alırken puan toplarız diye. Yapmayın, etmeyin dedim bir de bu kartı mı taşıyacağım?
Çareyi bir kartlık alarak onu da cüzdan yaparak çözdüm. Niye hepsini taşıyorum bilmiyorum. Çünkü zaman geliyor. Lazım oluyor tüh diyorum.

Her şeyi bir kartta toplansa ya da sadece numaranız olsa Nilüfer'deki gibi.

Salı, Ağustos 25, 2009

BODRUM SANDALETİ


Sandalet istedim. Aldılar sağolsunlar iki gündür giyiyorum ama büyük geliyor namussuzlar. Daha da küçüğü yok. Napalım büyük müyük giyiyoruz işte.

Pazartesi, Ağustos 24, 2009

NASIL TATLI


Bu resmi çaldım. Özür dilerim. Çok tatlı bir şey. Bu kadar tatlıyken neden böyle inatlar kim bilir?

Cuma, Ağustos 21, 2009

KOCA BİR İÇ ÇEKİŞ

Yazacak şeyler var. Hafta sonu var. Elvira'nın gelişi gidişi. Abimin gelişi gidişi. Yumuk ile Mumuk var.

Ama yazasım yok. Burukluk çöktü içime birden. Geçmişe özlem mi bilmiyorum. Hayatın zikzakları mı?

İç çekesim var işte.

Pazartesi, Ağustos 17, 2009

BAŞAK BURCU

Ekşi sözlükte "başak burcu kadını" başlığının altına girilenler çok alem. Ben de bir başak burcu olduğum için komiğime gidiyor. Bu kadar mı siniriz yahu:)

Perşembe, Ağustos 13, 2009

ŞAPŞİRİK

Demin aklıma abimin yüz sabununu jöle zannedip saçıma sürdüğüm zaman geldi. İşin daha da komik tarafı iki üç gün bu durumu sürdürmüş olmamdı. Olay bu ne biçim jöle dediğimde abimin yüz sabununu mu diyorsun demesiyle sonlandı.

Bu pazar da benzer olmasa da şapşirikliğime şapşiriklik katacak bir şey daha yaşadım. Pazar sabah eve su ısmarlayıp aceleyle çıktım. Eve geldiğimde bahçeden kapıya doğru ilerlediğimde bir baktım paspasın üstünde bir damacana duruyor. Aaaa sabah su almıştım. Tekrar bırakmışlar dedim. Aceleyle Erikli'yi arayıp. Ben sabah su söylemiştim ancak su gelmişti. Arkadaşlar sanırım bir daha bırakmışlar dedim. Karşıdaki kız allah allah tekrar mı bırakmışlar su dedi. Ben de evet evet dedim heyecanla. Sonra telefonu kapadım mutfağa gittim ki! Mutfakta su filan yok o kapıdaki damacana öz be öz kendi suyum. Yumuk ile Mumuk kaçacak paniğiyle suyu kapının önünden almadan fırlayıp gitmişim. Aceleyle tekrar aradım Erikli'yi. Benim dedim kafam bi milyon. O su benim suyummuş. arkadaşlar başka su bırakmamışlar. Kusura bakmayın.

Bu da böyle bir anı olarak. Çakıltaşı'nın sayfasında yerini alsın bakalım.

NEREDE BOŞ İŞ BEN ORADA

Nerede boş iş ben orada.

Böyle bir internetkolik bir facebookkolik itirafcomkolik. Her şey kolik duruma geldim birden. Bağımlı olamayan ben Farmville-kolik oldum.

Toprak ağalarını kıskanır oldum. Coin hesapları, hasat zamanlarını makul zamanlara denk getirme hesapları. Evden hasat yapıp çıkmalar. Hasadı kaçırmıyım diye kurstan hasat yapmaya çalışmalar filan. Yani daha gider bu böyle.

Bilgisayar oyunukolikleri anladım anacım. Ne biçim iştir bu böyle.

Başka böyle oyun bilen varsa söylesin eksik kalmayayım ondan da!

Böyle bir de gremlinler vardı taktığım. Ha bir Prens of Persia.

Yoville'e de el attım ama o çok keyifli gelmedi.

Hafiften üşüttüm gidişat onu gösteriyor.

Ben üşütmekle kalmadım azımsanmayacak insanı da arkamdan sürüklüyorum.

Çarşamba, Ağustos 12, 2009

HAY ALLAHIM YA!!!

Neden ama neden planladığım, organize ettiğim hiçbir şey gerçekleşmiyor sürekli sapmalar oluyor????

Ciddi ciddi taktım ben bu konuya. Her şey tamam derken yok olmuyor. Hiçbir şey başladığı gibi gitmiyor. Ya mekan değişiyor ya hiç gidilmiyor ya buzdolabındakiler çürüyor. Neyi yanlış yapıyorum acaba. Ciddiye mi alıyorum. Koy veriyim götüne gitsin mi? Hay allahım ya!!!

Salı, Ağustos 11, 2009

MUMUK


Kayıplara karıştım. Çıkmam zor oldu.


Ülkedeki ve dünyadaki gelişmelere kulaklarımı tıkadım kendi gelişmelerime bakıyorum.


Benim bir de Mumuk'um oldu. Nasıl olduğunu anlatayım. Ben Yumuk'u bulduktan iki üç hafta kadar sonra. Baktım! Yumuk boyutlarında, Yumuk'a çok benzer iki yavru atlayıp zıplıyor iş yerinin bulunduğu sokakta. İşyerinin sokağı diyince öyle Kızılay meydanında bir sokak gelmesin aklınıza. Mahalle kavramının tam göbeğinde bir sokaktayız. Ben gel zaman git zaman işyerinin sokağında bu kedilerin peşinden koşturmaya başladım. O sırada kardeşlerden birini biri almış götürmüş. Ben de kalana Mumuk demeye başladım. Mumuk gel, mumuk git. Öyle ele gelmiyordu hemen bir punduna getirdim önce patilerden başladım sevmeye sonra yakaladığım gibi kucağıma. Tiny Tunes'da bir kız vardır kedileri kucağına alır eziyet halinde sever ya aynı bende yakalıyordum getiriyordum ofise. Sevip duruyorduk. Mahalledeki herkesle de bu sayede ahbap oldum. Teyzelerle paso muhabbet. Onlar tığ örüyor kapı önünde ben cep telefonumdan Yumuk'un resimleri gösteriyorum. Mumuk'u al diyorlar. Ben nasıl alayım . Bakamam ki! diyorum.
Şeytan yavaş yavaş girmeye başladı kanıma. Aman öyle bir şey başladı ki ben de Mumuksuz yaşayamıyorum. İşe geliyorum Mumuk için. Anneme dedim ben bi kedi daha alacağım. Tamam al Ankara'ya istiyoruz biz de. Sonra veterinerden aldım pire damlasını sürdüm. 3 gün sonra da evdeki taşıma kabını unuttuğum için komşulardan aldığım bir taşıma kabı ile doğu veterinerimize gittik. 4 gün orada kaldı. Sonra geçen Pazartesi aldım eve getirdim. Tabii Yumuk ne oluyoruz oldu. Hırlama tıslama derken. Ben kafayı yemece nasıl alışacaklar? Ne olacak? O sırada abim de evde. Kuzenler çocuklarını bana bıraktı bir gün. Ben sıkıntıdan ağzımda aft çıkardım. Yeni geçti aftım. Şimdi Yumuk'la Mumuk birbirlerine pati atarak koşturuyorlar evde. Gece gelip beni uyandırıyorlar. Bana bağımlılıkları sürüyor. Yumuk nasıl ısıran hoplayan zıplayan bir kediyse. Mumuk ise ısırmayan söz dinleyen acayip bir kedi. Yumuk öyle deli bir kedi ki her kedi böyle sanıyordum. İnadım inat kıçım iki kanat bir tip. Bir yere çıkıyor ben indiriyorum o çıkıyor ben indiriyorum bunu 20 kere filan tekrarlıyoruz. Kafayı yiyorum ben. Mumuk ise bir kere indirdikten sonra çıkmıyor. Hatta Yumuk'un çıktığı yerlere çıkmayı beceremiyor bile. Sanki sokakta büyüyen o değil de Yumuk.

Velhasılıkelam ben Mumuk'u Ankara'ya göndermek istememeye başladım. Nasıl olacak da olacak hiç bilmiyorum. Hayat bir sitcom gibi sürüyor.


Perşembeye İspanya'dan bir arkadaşım geliyor. Abim Bodrum'dan dönüyor. Daimi sirk benim ev.

Çarşamba, Ağustos 05, 2009

SERZENİŞ

Ben sadakatsizliğe dayanamıyorum kardeşim ister karı -koca ister sevgili isterse de arkadaş olsun. Böyle arkasından iş çevirmek, yok saymak hiç hoş davranışlar değil. Hayatım boyunca hiç kimseyi ne yok saydım ne de arkasından iş çevirdim. Yalandan nefret ederim "imaya" katlanamam. Varsa bir derdin açık açık konuşursun. İnsana eziyet ederek kendinden soğutmaya çalışmazsın. Şimdi ben niye dellendim. Açıklıyım.
Berguzel Korel ve Halit Ergenç çiftine açık söylüyorum hiç de mutluluklar dilemiyorum. Bize yansıyan kısmıyla biliyorum elbette. İşin iç yüzünü bilemem. Aldatılan hamile bir eş. Çocuğunu aldırması istenen bir eş. Aldatılan bir sevgili, yalanlanan açıklamalar sonra boşanma akabinde de yurtdışı gezisi ve sevgili olduğu ortaya çıkan çok meşhur çiftimiz. Ben böyle biliyorum. Gıcık olmama yetip de artan bir süreç. En antipatik çift benim gözümde. Elalemin derdi geldi geldi beni mi gerdi. Gerdi valla. Sevmediğim işler napıyım. Sabah sabah kına gecesi haberi gözümüze gözümüze sokulunca kıl oldum abi!!! Çağırmayın gazetecileri ne bokunuza her tarafınız magazin. Binbirgece denen kıl diziyi de seyretmedim hiç. Ay tam muppet şov ihtiyarıyım bugün.

Ha o daldan o dala konan, ilişkileri su gibi tüketenlere de kılım. Hiç mi saygınız yok geride kalana. Bu işi ben bu kadar basite almıyorum kardeşimmmm. Bir gün biriyle bir gün diğeriyle aşık böcek konumunda. Biriyle evlenme arefesindeyken ayrılıp iki ay sonra başka biriyle evlenmek ne demek. Ay ben çok geri kafalı mı oldum. Çağı mı yakalayamıyorum. Ki babam durup durup çağı yakala der bana.

İşte böyle bu sabahlık serzenişlerim bunlardı.

Pazartesi, Ağustos 03, 2009

DAYAK CENETTEN ÇIKMA MI?

Yumukla olan ilişkimizde dayak cenetten çıkma mıdır diye soruyorum bazen. Tabii ki onu dövmüyorum ama dövebilsem döver miydim? İşte bu aralar kafamı kurcalayan soru bu. Cumartesi günü öylesine sinir etti ki beni, canımı öylesine yaktı ki! Şeytan dedi al evire çevire döv. Aldım odama kapadım sakinleşeyim diye. Sonra dedim ki acaba Yumuk benim çocuğum olsaydı bir tokat patlatır mıydım?
Sonsuz sabıra sahip annelerin ne kadarı gerçekçi çok merak ediyorum. Hiç mi sinirlenmiyorlar hiç mi pataklamak gelmiyor çocuklarını? Valla ben bu konuda kendimin nasıl davranacağından emin değilim. Eşeğin kulağına su kaçıran çocuklarla mücadele elbetteki dayak değil ama o sabrı nasıl göstermeli insan? Ay bilemedim. Ben bunları düşünürken alın size bir haber.

Bugünkü Radikal'den.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=948008&Date=03.08.2009&CategoryID=81

Yeni Zelanda'da çocuğa dayak atılmasını suç sayan yasanın değiştirilmesini için referandum düzenlendi
WELLINGTON - Yeni Zelanda’da çocuklara dayağın yeniden serbest bırakılıp bırakılmayacağına karar vermek amacıyla referandum düzenleniyor. Seçmenler, 21 Ağustos’a kadar sürecek referandumda postayla oy kullanacak. Referandum sonucuna göre, çocuklara yönelik şiddetin önüne geçilmesini hedefleyen ve 2007 yılında ezici bir çoğunlukla parlamentodan geçen yasanın iptal edilip edilmeyeceği anlaşılacak. Yasayla, anne ve babaları dahil olmak üzere, kimsenin çocukları dövemeyeceği karara bağlanmıştı. Seçmenlerin yüzde 10’unun yasanın referanduma götürülmesini istemesiyle, iki yıl sonra yasa yeniden gündeme gelmiş bulunuyor. Bu yasayla Yeni Zelanda dünyada çocukların dövülmesinin suç sayıldığı 24’üncü ülke oldu. One-News Colmar Brunton televizyonu tarafından referandumun başlangıcında yapılan kamuoyu araştırması, Yeni Zelandalıların yüzde 83’ünün bazı koşullarda bir çocuğun dövülebileceğini savunduklarını ortaya koyuyor. Halkın bir bölümü, dayağın "aile terbiyesinin bir parçası" olabileceğini savunuyor, dolayısıyla da "suç sayılmaması" gerektiğini belirtiyor. Dayak yasağının kaldırılmaması için kampanya yürütenler ise aile terbiyesi adı altında çocuklara şiddet uygulanabileceği uyarısında bulunuyor ve çocukların da büyüklerle aynı haklara sahip olması gerektiğini savunuyor.(aa)

Çarşamba, Temmuz 29, 2009

SİGARA İÇİCİLERİ DÜNYANIN EN BENCİLLERİ


Yazıcam diyip de yazmadığım bir sürü konu var. Yenileri ekleniyor, diğerleri rafta bekliyor napıyım.

Gündemdeki konum arkadaşlarımla neredeyse kanlı bıçaklı sigara yasağı kapsamını tartışmamız.

Hafta sonu Ankara'dakiler geldi. Pazar da Yeniköy kahvesinde kahvaltıya gidildi. Yeniköy kahvesinin bahçesi öyle yarı açık yarı kapalı gibi bir alan değil bayağı kapalı gibi. Tenteler var sarmaşıklar var yani öyle süper hava giren bir yer değil. Bir çok insan içmemesi gerektiği halde sigara içiyordu. Bizim grupta da boklu tiryaki sigara içicilerin bencilleri bulunduğu için yaktılar sigaralarını. Ben de dedim ki yasak burada içmek. Yok efendim ne yasağıymış. Açın okuyun kapsamını buralar da dahil dedim. Biraz tartıştıktan sonra konu kapandı.

Dün mesajlaşma grubumuza genelgeyi göndermiş arkadaş. Nerede yasak al sana kapak diye. Ben de ne kapağı gayet de yasak dedim. Konu uzadı böyle beni dellendirecek duruma geldi. Ben inadım inat iki kanat bir insanım özellikle de bildiğimi idda ettiğim konularda. En sonunda ne bokunuzu nerede içiyorsanız için banane dedim.

Yahu sigara içicileri niye bu kadar bencilsiniz. Bu böyle çekirdek çitliyenin sesine dayanamamak gibi bir şey değil. Bayağı beni etkileyen bir şey. Benim yaşam kalitemi senin düşürmeye ne hakkın var anlamadım gitti. İş bi yere beraber gitmeyize kadar gitti. Harbiden de gitmem böyle bencilce bir yaklaşımdan sonra. Zaten de işime gelir. İçmeyen ama laf söylemeyen arkadaşlarımın pısırıklıklarına da kılım bu da dipnot.

Cuma, Temmuz 24, 2009

ÇOK HÜZÜNLÜ




referans: http://www.openfilm.com

KUZEYDE BİR YER



Bu aralar blogla çok haşır neşirim bunun sebebi de Çitlembiğim. Onu blogcu eğitiminden geçirirken ben de bir sürü şey keşfedip duruyorum. Elim de sürekli blogun üzerinde.

Bu aralar beni çok mutlu eden bir gelişme yaşadım. Geçen hafta TNT'de bir baktım. Tanıdık yüzler, tanıdık mekanlar. Yoksa o mu? Evet o galiba derken. En sevdiğim dizilerden biriyle karşılaştım. NOTHERN EXPOSURE. Trt 3'te (ben öyle hatırlıyorum birileri de trt 2 demiş) yayınladığı haliyle KUZEYDE BİR YER. TNT, KUZEY IŞIKLARI olarak yayına veriyor. İlk göz ağrımız olduğu için benim için o KUZEYDE BİR YER.

Hatta bir aralar sağolsun Aycan'a bu diziyi arattırıp durmuştum ama çıkmamıştı. İndirtip izleyecektim yeniden:) Başka bir şey isteseymişim olurmuş mukabili bir şey oldu bu durum. Amerika'da yaşayan arkadışıma da mesaj attım DVD'leri var mıdır bakar mısın cicikom diye.

Kuzeyde bir yer benim için şöyle ilginç bir çağrışım yapıyor. Turgut Özal'ın ölümü. Sanırım onun öldüğü haberini izledikten sonra Kuzeyde bir Yer başlayacaktı.

Bir kaç gündür izliyorum kaçıncı sezondayız bilmiyorum ama çok keyif alıyorum. Sanki lisedeyim, annemlerin odasındaki küçük televizyondan Kuzeyde bir Yeri izliyorum. Değişik duygular geliyor gidiyor. Yaşım büyümüş. Özgüvenim artmış. Daha bir sağlam daha bir içten seyrediyorum bu sefer. Ve geçmişe olan bağlılığıma bir teşekkür oluyor bu dizi.

Eskici olmak güzel şey, eskileri biriktirmek, eskileri hatırlamak, eskilerin sana hatırlattığını tebessümle hatırlamak.
Ya bu en büyük haber işte.
Bir de dip not dizi bittiğinde çok üzülmüştüm. Çok absürd bir sonu olmuştu. Trt mi bitirmişti ya da gerçekten o şekilde mi sonlanmıştı bilmiyorum. Ama bu Lost gibi filan değil ayrı bir bağımlılıktı. Çitlembiğim hani bağımlılıkla ilgili bir yazı yazdın da ben de altına yorum döşendim işte benim bağımlılığım bu diziye olan bağımlılığımla aynı. Arkasından uzunca süre yas tutmak.
Bir ara sevdiğim eski dizileri buraya yazacağım demiştim yapmadım. Tekrar and içiyorum bir ara yazacağım.

Perşembe, Temmuz 23, 2009

BU TÜRK HALKINA BİR YALVARIDIR.

Size yalvarıyorum. Param olsa para verip bu işi yapmamanızı sağlardım.

DOĞURMAYIN madem paranız yok, açsınız niye doğuruyorsunuz. Bu az gelişmişlik, bu bilgisizlik, bu cahillik, bu salaklık, bu aptallık, bu bir sürü şey yapmayın gözünüzü seveyim. Bu memleket çürüyor, bu memleket batıyor. Bunun sebebi bence büyük ölçüde kalitesiz nüfus artışı. Hadi yaptın bir çocuk. 5 tane 10 tane yapma. YAPMA!!! Salak mısınız ya!

Babaannemin bakıcısı İrina ile konuşuyorum. Gürcistan belki fakir ama bizim kadar geri kafalı değiller. Bir çocuğu evli ama çocuk yapmıyorlar kendileri açken nasıl bakacağız diye. Biz niye yapıyoruz. Başımızdaki man kafa 3 çocuk yapın dedi diye mi? Açsınız, açız. Bu ülke zenginlikleri olduğu halde aç niye bizim kaz kafalılığımız yüzünden.

Acayip dellenmiş durumdayım. Aptal insana devlete açız bizi doyur diyen insana tahammülüm yok kardeşim.

Aşağıdaki haber dellendirdi beni. 5 çocuk niye var allasen niyeeeeeeeeeee. Yemin ederim benim kafam almıyor. Benim babaannem köylü kafasıyla bir çocuk yapmış ya. Hem de o çocuğu okutmuşlar. İnsan gücüne ne kadar ihtiyaçlar olsa da. Eşek gibi çalışmış bir çocuğunu okutmuş. Başka da çocuk yapmamış.





http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&KategoriID=15&ArticleID=1120728&Date=23.07.2009&b=Mersinde yoksulluk drami&ver=75

DÜDÜKLÜ TENCERE MACERALARIM


Ben oldum olası düdüklü tencerelerden hazzetmem. Eski tip düdüklümüz varken kullanma koşullarını bilmediğim için açmaya kalktığım vakit elime patlamıştı. Elimin üzerinde boloncuklarla gezmiştim. O günden sonra ilişkimi sınırlı tutmayı geçin ilişki bile kurmadım. Sonra gün geldi kendi evim oldu. Annem de evimi düzmeme yardımcı olmaya başladı biraz da kendi işini kolaylaştırmak için belki de bana düdüklü tencere aldı. Ben Mayıs 2007'de taşındım evime. Heralde o vakitler almıştı.


Neyse o geldikçe birşeyler pişiriyordu. Bana da arada tencereyi yıkamak dışında bir iş düşmüyordu. Gel zaman git zaman ben düdüklüyü kullansam demeye başladım. Geçen haftalarda bezelye pişirmeye karar verdim. Annemi aradım kaç dakika olacak, düdük ne olacak, buhar ne olacak, nasıl acıcam, nasıl kapıycam. Neyse ben hiçbir şeyi patlatmadan birazcık bezelyeleri çok pişirerek bu işi kotardım. Ancak soğan koymayı unutmuştum o kadar. Geçen de et sote yaptım o da fena değildi. Dün de zeytinyağlı fasülye yapmaya kalktım. Yalnız benim şöyle bir huyum var sanırım yemek yaparken illa bir şeyleri koymayı unutmak. Bu elbetteki çoğu zaman yağ oluyor. Sanırım neden kolestrolümün süper ötesi olduğu ortada. Dün de yağ koymayı unutmuşum. Öyle yedim napıyım. Yemeklerde tuz yoksa yağ yoksa ben tutup da eklemem öyle yerim:)


Bu yağ mevzuunu çok yapıyorum geçen de annemler köye giderken bana uğramışlardı fasülye yapmıştım gene ama normal tencerede. Ona da yağ koymayı unutmuştum. Annem yağ ile tekrar kaynatmış öyle yemişlerdi.
Valla bir hoşum. Yemek yapmak eziyet gibi birşey zaten damak tadını denen hadise de yok bende.
Yukarıdaki resimdeki düdüklü benimkinin aynısı.
Şimdilik ilişkimiz iyi. Patlamaz o dedi annem. İnşallah diyorum.
Bir de pandispanya yapılırdı eskiden düdüklüde :)



Volare (old) - Dalida