Cuma, Şubat 29, 2008

MELİKE İLGÜN'DEN YÖK BAŞKANINA ABDULLAH GÜL ELİYLE MEKTUP

Okuyunca çok hoşuma gitti. Buraya koymadan edemedim. Bu kadar güzel ifade edilemezdi Yök başkanının düştüğü durum. Yazık kendisine acımaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Konu komşusuna yazık böyle bir tanıdıkları olduğu için utansalar mı utanmasalar mı ne yapasalar. Onların durumu bizden beter. Hiç değilse tanışmıyoruz.




Cumhurbaşkanı eliyle YÖK başkanına mektup!


29.02.2008

Gönderen: Melike İlgün

Gönderilen: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül eliyle Yusuf Ziya Özcan

Sayın Özcan,

YÖK Başkanlığı’na Sayın Abdullah Gül tarafından atandığınızı duyunca ikirciklenmiştim. Kesin kendilerine göre birini buldular, o koltuğa da koydular demiştim. Ama ne yalan söyleyeyim AKP’nin her icraatına şüpheyle yaklaşan ben bile sizin bu kadar kukla olabileceğinizi, bu durumlara düşebileceğinizi tahmin etmemiştim.

Çünkü herşeyden önce ODTÜ’lüydünüz. Öğrencilerinizin anlattıklarına göre iyi bir hocaydınız. Sevimliydiniz, derslere birbuçuk yaşındaki oğlunu da getiren, oğlunu kucağına oturtup ders anlatan , ders anlatırken sık sık da küfürler patlatan bir delibozuktunuz. Gerçi hakkınızda “ODTÜ’de çalışırken öğrencilere karşı polisle işbirliği yaptı, bu işbirliği sırasında ilişki kurduğu üst düzey emniyet mensupları sayesinde ‘Fettullahçı’ olmaya karar verdi” gibi iddialar vardı. Ama bunlar iddiaydı. Kimse iddialarla yargılanmazdı, kişiyi iş başında görmek lazımdı.

O yüzden sıfır önyargı ile yaklaştım size. Gerçekten sıfır önyargı ile. Ama işin başına geçtiğinizde kendi hanenize eksileri kendiniz attınız. “İnsanı tanımak istiyorsan beraber tatile çık” derler ya. Bence öyle değil, bence doğrusu “İnsanı tanımak istiyorsan eline güç ver” olmalı. Nitekim siz de bu inancımı doğru çıkardınız. Daha önce rektörlük bile yapmamış kendi halinde bir bölüm başkanı olarak elinize ilk güç geçtiğinde dağıldınız.

Kendinizi görmeniz için bir ayna tutayım size;

Önce “Üniversitelerdeki tüm yasaklar kalkacak” dediniz, hemen alkışı yediniz, ama sonra “Tüm üniversiteler paralı olsun” açıklamanızla topu o alkışçıların kalelerine gönderdiniz.

Ama asıl gol mikrofonlardan geldi. Ne zaman ki açık mikrofondan başbakanın ve cumhurbaşkanının size “Konuşma yoksa ipimizi çekerler” dediğini tüm Türkiye’ye itiraf ettiniz, işte o zaman bittiniz. Bir de Unakıtan’ın “İsterse demesin” lafı var ki sizin için, bilmiyorum o lafı duyduktan sonra nasıl kendinize geldiniz.

Ya Sayın Özcan,

Ya vakti zamanında “İslami kurallara göre yaşansa çok az problem olur” dediği sonradan ortaya çıkan Sayın Özcan,

Anlaşıldı ki size “Tüm yasaklar kalkacak” dedirten özgürlükçülüğünüz türbana kadarmış.

Çünkü siz yasakçı bir zihniyetsiniz!

Neden mi?

Eski üniversiteniz olan ÖDTÜ’nün evsahipliğinde toplanan Üniversitelerarası Kurulu durdurmaya çalıştığınız için.

Siz ne oldum delisisiniz!

Neden mi?

“Kurulu durdurmak için aradınız mı?” diye soran gazetecilere “Ben onların sicil amiriyim, istersem ararım” cevabını verdiğiniz için.

Siz kendinize güvensiz birisiniz!

Neden mi?

Celal Şengör gibi dünyaca ünlü bir bilimadamını YÖK üyesi yapmadığınız için.

Siz sahibinizin sesisiniz!

Neden mi?

Türkiye türban nedeniyle bu kadar kutuplaşmışken tüm rektörlere yazı gönderip “Türbanlıları içeri alın” dediğiniz için.

Siz bir sosyolog olarak toplum psikolojisinden de bihabersiniz!

Neden mi?

Rektörlere gönderdiğiniz bir mektupla ipinizi tutanların emrini bizzat ilettiğiniz için! Sicil amiri olduğunuz üniversitelerde artık sönmesi güç bir yangını ateşlediğiniz için!

Siz iyi bir yönetici değilsiniz!

Neden mi?

20 üyelik YÖK’ü ikiye böldüğünüz, 9 üyesinin size karşı bildiri hazırlamasına yol açtığınız için!

Siz üstelik bir de komiksiniz.

Neden mi?

Bütün bunların üstüne bir de “Ben hükümetin emir eri değilim” dediğiniz için

Siz duyarsızsınız!

Neden mi?

Size soru sormak isteyen gazetecilere Unakıtan “Yallah, gidin” dediğinde sustuğunuz için.

Siz bir ilksiniz!

Neden mi?

Göreve geldikten iki buçuk ay sonra Üniversiteler Arası Kurul tarafından istifaya davet edilerek tarihe geçtiğiniz için!

Ya Sayın Özcan,

Ya başbakan ile cumhurbaşkanının “Dikkatli konuş hocam, ipimizi çekerler yoksa” dediği belgelenen Sayın Özcan,

Ya “İsterse konuşmasın” lafını sineye çekebilen Sayın Özcan,

Ya eline erk geçtiğinde dağılan, darmadağınık olan Özcan,

Bilmem tuttuğum aynadan görebildiniz mi kendinizi?

Bilmem gördükleriniz yetti mi?

Bilmem dayanabildiniz mi kendinize bakmaya?



İşte bu yüzden siz dün şehit cenazesinde yapayalnızdınız. İşte bu yüzden kimse sizin bırakın yanınızda yakınınızda bile durmak istemedi. İşte bu yüzden kimse size yanaşmadı. Sosyoloji profesörü olan sizsiniz, bunu benden çok daha iyi yorumlarsınız.

Ve son olarak bu mektubu neden Cumhurbaşkanı Gül eliyle yolladığımı soracak olursanız. Biliyorum ki Gül tarafından “Görülmüştür” ibaresi olmadan siz hiç bir mektubu okumazsınız.

Keşke YÖK Başkanını değil de YÖK’ü tartışsaydık. Ama sizler varken maalesef ki YÖK’ü tartışabilme noktasından çok uzaktayız!

Saygılarımla,

Melike İlgün

Pazartesi, Şubat 25, 2008

ALIŞVERİŞ ÇILGINLIĞI VE SOBE

Çınarım Sobelemiş beni.

Yaptığım en aptalca alışveriş nedir diye...

Düşündüm taşındım aldığım onca gereksiz kıyafet geldi ilk anda aklıma. Hırsız boşuna çalmaya kalkmamış pantolanlarımı işte! Çok bulmuş. Aynı çınarım gibi de almaya devam ediyorum. Gerçi şu an ekonomik krizde olduğum için harcamalarım durmuş durumda. Gene bir yerde iradem devreye giriyor. Kredi kartımı ödeyebileceğim noktada tutuyorum. Ama gözüm hala vitrinlerde. Hatta dün kursa giderken, iki arada bi derede elbise bile denedim :) Versem veremiyorum ama çekmecelerimdeki varlıkları beni rahatsız eden onca kıyafet. Veremiyorum çünkü yeniler, çok giymemişim, bir sürü para vermişim. Giyeceğim diye kendimi kandırıyorum. Eskiden bu kadar çok çeşit yoktu. Şimdi o kadar çok ki ! Sıradan bir beyaz tişörtün bile milyon tane çeşiti var. Bir tane beyaz tişört yetmiyor. V yakalısı olması lazım. Sıfır yakalısı, düğmelisi, fırfırlısı, gece için olanı, gündüz için olanı ooooo ölme eşeğim ölme yanii.

İşte böyle :)

Başka da aldığım bir şey yok galiba aklıma gelmedi.

Cuma, Şubat 22, 2008

BİZ ELİTLER



Ece Temelkuran'dan bir yazı. Sayın Başbakan bize elit diyor. Kendi çocukları Amerika'da okumadı sanki, karısı için de Kalyon'da mağaza kapatılmıyor.




AKP'nin sırrı: Türk sömürgeciler!


AKP'nin ilk kez iktidara gelmesinden, hatta "ampulü" görüp nutkumuz tutulduğu andan beri açıklığa kavuşmayan bir şey var. O "şey", aynı zamanda AKP'nin başarısının, bitmez tükenmez siyasi retoriğinin kaynağı. AKP, yenilmez, yılmaz ve her dem zinde söylemini bu sırrından besliyor.
CHP'lileri laiklik tıkacıyla felç eden, sosyal eşitlik politikasını tekeline almış gibi görünüp solu dilsiz bırakan, eski merkez sağı bir anda Boğaz'daki villalarda hariçten gazel okuyan yoluk kuşlar haline getiren, liberalleri "çarpıp" sersemleten sır bu. Ne peki?

'Elit semt'?
Başbakan önceki gün türban tartışmaları sırasında kendisine ve partisine yönelen eleştirilere yine aynı biçimde cevap verdi. Şöyle:
"İstanbul'un, Ankara'nın elit semtlerinde oturarak, masa başında sosyolojik analizler yaparak kimse hizmetlerimizi anlayamaz. Bir garibin sofrasına oturup yoksulluğu hissetmeden ahkâm keserseniz, yaptığınız yorumlarla kargaları bile kendinize güldürürsünüz."
İşte Başbakan, net bir biçimde tahlil edilmeye muhtaç sırrını yeniden kullanıyor. Ne yapıyor Başbakan?

Sömürgecilik karşıtı İslam
Başbakan, Ortadoğu'da, Mısır'da, Cezayir'de, ulusal sol hareketlerin zayıflamasından sonra ortaya çıkan sömürge karşıtı siyasal İslami hareketlerin ortak söylemini kullanıyor. Başbakan'ın konuşmalarında sürekli bir "onlar" var, en başından beri. Onlar, "beyaz". Onlar, zengin. Onlar, "halkı sömürüyor". Onlar, Türkiye'yi ve halkı kullanıyor. Onlar, keyifleri ne isterse onu yapıyor. Onlar, bu ülke kurulurken gelip ülkemizi ele geçirdiler ve iktidar koltuğuna oturdular. Onlar halka zulüm ederek bu ülkeyi kurdular. Onlar, hiç "bize" benzemiyor.
Bu söylemdeki onlar aynen ve tamamen sömürge karşıtı İslami hareketin söylemindeki "sömürgeciler"e denk geliyor. Başbakan'ın söylemi bu ülkede ona oy vermemiş yurttaşları "sömürgeci" ilan ediyor! Cezayir'deki Fransız, Mısır'daki İngiliz, Irak'taki ABD'li.

Sömürgeciler kim?
Bu yüzden üç kuruş maaş alan emekli öğretmenler, açlıktan ölmek üzere olan memurlar, zavallı öğrenciler, ayakta kalmaya çalışan öğretim üyeleri, susturulmak korkusuyla yaşayan yazarlar, tuzu kuru sömürgeciler olarak gösteriliyor halka ya da AKP seçmenine.
Bu öfke ve düşmanlık barındıran söylem her dem o kadar taze ki ilk kullanılışının üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ işe yarıyor. Üstelik Türkiye'de sömürgecilik olmamasına rağmen kolektif muhayyilede böyle bir imge yaratılıyor.
Türkiye'ye deniyor ki "Sömürgeciler gelmeden önce biz iyiydik. Sömürgecileri gönderirsek, yok edersek yeniden o güzel günlere döneceğiz".
İşin tuhaf tarafı, Başbakan'ı eleştirenlerin çoğu, sömürgecilik şöyle dursun, zaten bu toplumun ezilen sınıfı. Ölen tersane işçileri, panzer altında kalarak ölen Yahya Menekşe'nin ailesi, zorla dindarlaştırılmak istemeyenler ve hatta en az Başbakan kadar dindar olmasına rağmen yaratılan muhafazakârlaşmanın ikiyüzlülüğünden şikâyetçi olan başörtülü kadınlar...

Başbakan hedef gösteriyor
Sayın Başbakan'a sormak lazım:
Onlar kim?
Sizin sömürgeci yerine koyduğunuz ve bütün bir Türkiye'yi böyle bir yalana inandırmak için harcadığınız insanlar, kitleler kim?
Yarı aç yarı tok çalışan ve sizin beğendiğiniz sendikalara üye olmak istemeyen işçiler mi?
Yoksa YÖK Başkanı olunca hükümetinizle muhabbeti koyulaştıran bir YÖK Başkanı'nı kendilerine yakıştıramayan akademisyenler mi?
Mısır'dan, Cezayir'den, Ortadoğu'daki siyasal İslam hareketlerinden aparılan bu söylemin "zalim" ilan ettiği insanlar kim?
Bu söylemi bilinçli olarak mı ürettiniz, yoksa ağız alışkanlığı mı?
Başbakan'ın ve AKP'nin ağzına pelesenk olan ve şimdiye kadar doğru dürüst sorgulanmamış, çözümlenmemiş bir söylemi sorgulamanın zamanıdır. Çünkü artık bu söylem, bizatihi Başbakan'ın ağzından, bu ülkenin insanlarını birbirine hedef göstermeye başlamıştır.

Pazartesi, Şubat 18, 2008

VİCDANI OLAN HIRSIZLIK YAPAR MI???

İstanbul! istanbul! neler yaşatıyorsun misafirlerine. Hiç başlarına gelmemiş şeyler bir bakıyorlar başlarına gelmiş, gelebilirmiş de hiç kondurmamışlar.
Evet sonunda benim evime de hırsız girmiş.
Cuma günü iş çıkışı pazara uğrayıp hemen evime koşturdum bütün bir hafta sonunu cumartesi gideceğim nikah dışında evde geçirme hayaliyle. Kapıdan girdiğim zaman ilk işim kapıyı kitlemek olduğu için gene öyle yaptım. Yatak odama geçince olmadığı kadar dağınık geldi. Çantamı yatağımın üzerinde buldum. Dedim ki pis çantayı niye yatağımın üzerine koymuşum. Sonra baktım pantolonlarım yok, çekmecelerim altına üstüne gelmiş. O zaman dank etti ve pencereye yöneldim ki açık. Hemen kilitli kapımı bir sürat açtım ve evsahibine koşturdum. Yıllarca gözümün nuru bildiğim küpelerim, yüzüklerim gitmiş. Cumartesi günkü nikah için aldığım çeyrek altın, Meteksan balosunda verdikleri çeyrek altın, epilasyon aletim, cd çalarım, Aycan'nın perşembe günü bana verdiği swatch kolye ki taksitlerini ödeyecek canım benim. İşte böyle asıl şok geçirten demiri kırmış olması ve pimapenin arkada kilitleri olduğu halde camı açabilmesi. Üstüne gelmişim ya da ev sahipleri benden önce geldikleri için bahçenin ışıklarını açmışlar ve fırlamış ve gitmiş. Bahçede pencerenin dibinde pantolanlarımı buldum. Bir de abimin takımını asmış alamadan gitmiş heralde. Küpelerimin olduğu kestane kutusunun gittiğini görünce 400 euro da gitti dedim çünkü kutunun altındaydı. Allahtan onu bahçeye atmış. İçindekileri benim yastık kılıfıma doldurmuş ve gitmiş. Evet yastık kılıfım da yoktu. Onu torba yapmış. Ama bana en çok koyan yüzüklerimin ve küpelerimin gitmiş olması çünkü çok orjinallerdi. Hiçbiri altın değildi ama benim için pırlanta kadar değerliydiler. Bunları alıp gittiğine göre bir de pantolanlarıma, kıyafetlerime sullandığına göre ya çulsuzun teki ya da kendisi için eşya alan bir hırsız.
Akabinde polis çağırdık geldiler ama ne işe yaracak bilmiyorum bulunmaları imkansız bulunsalar da benim pırtılarım bulunması çok zor dağıtmıştır konuya komşuya. Huzurumuzu kaçırdı gitti adiler. Pazar evde yalnız kaldım ama öncesinde arkadaşlarım geldi kaldı. İşin komik tarafı evi hiç yalnız bırakasım yok her şeyi almaya gelecek diye. Arkadaşım sigorta yaptır diyor ama benim için verecekleri 10 milyarın kıymeti harbiyesi yok giden sadece eşyalar değil anılarımı da çaldı şerefsizler (diyeceğim kusura bakmayın). Yani yatacak yerleri yok hayrını göremesin her kimse.
Annem dün geldi. Evi taşıyacağız. Nereye derseniz aynı binanın 3. katına. Kirası biraz daha yüksek ev daha geniş güzelce bir ev. Hırkızın da geleceği varsa göreceği var elimde sopa onu bekliyorum makul tarafına kondurmak için.

İşte şimdilik havadisler bunlar.

Çarşamba, Şubat 13, 2008

KONSERİMİZ

Pazartesi konserimizi verdik. Çok güzeldi ama yorucuydu biz çömez grup olduğumuz ve fazla parça çalmadığımız halde oldukça yoruldum diyebilirim. Görüntüler bana ulaşır ulaşmaz buraya ekleyeceğim. Çınarım sağolsun beni hatırlamış ve mesaj atmış. Ben de ona sonra anlatırım dedim ama tembellik ettim gene.
Bu sahne yorucu işmiş yahu. Hani zor zanaat yani provası, stresi :)
Ama şunu anladım çok kısa zaman acayip işler başarılıyor. Ben konserin mükemmele yakın işlemesi, her şeyin, o senkronizasyonun onca insan tarafından sağlanması o kadar kısa günde büyük başarı. Kostüm olarak tulumlarımız vardı üzerimizde. Benimki lacivert tulumdu. Resimler elimde olmadığı için nasıl göründüğümüzü tam bilmiyorum.
Okay Temiz büyük insan kimseyi küçümsemeden beceremez demeden bu güzelliği bizlere yaşattığı, dünyaca ünlü sanatçılarla aynı sahneyi paylaşmamızı sağladığı için.

İşte böyle biliyorum kısa oldu ama telafi edeceğim.

Cuma, Şubat 01, 2008

LAZIM DA LAZIM

Çınarım beni sobelemiş tam benim konum. "Yapmam gereken ama bir türlü yapmadığım ya da yapamadığım işler" Şimdi hangi birini saymalı? Nereden başlamalı?


İş aramaya başlamam, cv'mi güncellemem lazım.

Evimi temizlemem lazım.

Karşıya geçmem, Uğur'u görmem, hediyesini vermem lazım.

Teyzemin borcunu ödemem lazım.

Beni okumayı bekleyen kitaplarıma dönmem lazım.

Öğrendiğim grafik programlarına çalışmaya başlamam lazım.

Her gün omuzlarıma iyi gelecek hareketler yapmam lazım.

Resimlerimi düzenlemem albümlere yerleştirmem lazım.

Ev bakmam lazım.

Cildiyeciye gitmem lazım.

Çınarımın diğer sobe yazısını yazmam lazım.

Pasaport çıkarttırmam lazım.

Lazım da lazım. Artık yazmaya son veriyorum yoksa gevurların deyimiyle "to do list" uzadıkça uzayacak.

YOK HİÇBİR DERT CANIM GÜL GİBİ ÜLKEMİZ VAR

Türbandır, Davutpaşa'daki olaydır bir şey yazmayacağım her ikisi de sinir bozucu hadiseler. Köşe yazarları pek güzel yazıyor. Derdime derman olamasalar da içimdekileri dökmüş oluyorlar.
Umrumda değil desem bir türlü, demesem bir türlü. Sinir katsayım her yönüyle tavana vurmuş durumda. Olanları, gelişenleri, açıklamaları duydukça daha beter oluyorum. Açıkçası taşı, toprağı altın, bir içim su memleketim yok artık. Haberlerdeki görüntülere şöyle bir baktım. Bir yabancının gözüyle nasıl bir memlekettir bu Türkiye dedim. Valla ha Afganistan ha Türkiye hiçbir fark yok da karar kıldım. Aynı çağdışı görüntüler aynı izbelik. Gene yazmayacağım demeyeceğim diyorum ama konuya girmeden edemiyorum.

Neyse sanki hiçbir dert yokmuş Florida'da yaşıyormuşum gibi kendi sorunlarımdan yaşanmışlıklarımdan bahsedeyim. Bir nevi kaçış olsun.

İş değiştirmenin vakti geldi de geçti belki de. Ama elime gazeteyi alıp da bakamadım haftalardır. Bilinmezlik, inançsızlık ve güvensizlik. Nasıl bulacağım, ne bulacağım ve ne istiyorum bu soruların cevapları bende saklı değil maalesef. Mucize bekliyorum yıllardır. Gerçekleşmedi o mucize bir türlü. Bekle bekle yoruldum valla. Hatta bu konudan bahsetmekten de sıkıldım şimdi hep bir kaçış nereye kadar bakalım.

Dün kursta çalacağımız ritimlerin provasını yaptık. Evde de çalışmak gerek tembellik etmemeli!

Bu akşam abim geliyor sonunda karşıya geçip Uğur'a aldığımız hediyeyi verebileceğiz. Abim hala vermediğimi görünce yuh diyecek. Seni beklemiştim diyeceğim ben de:)

İşte böyle pek bir yazasım yok. Uyku bastırdı keyifsizlendim.

Şubat'ın ilk gönderisi olsun. Gerisi gelir bakarsınız.