Cuma, Ağustos 31, 2007

+1 KAÇ EDER :)

Sevimsiz Çakıl bir süreliğine tatile gitti. Artık bık bık bık etmiyorum. Yakında olacağım reglinin verdiği bir huzursuzluk sarmıştı dört bir yanımı.
Görüntülü medya ile bağlantım da dizilerimle sınırlı eğer başka bir yerde kalmıyorsam kesinlikle haber seyretmiyorum. İyi ya da kötü ruhum elvermiyor. Ama gazete okumadan edemiyorum. O kadar da sinirlendirmiyorum artık kendimi.
30 Auğustos zafer bayramını kokoşluk yaparak değerlendirdik. Çidomcum havuza gidelim dedi.Sabah 9'da kalktık Galatasaray Adasına gittik. Gerçekten hoş bir duygu denizin ortasında havuza girmek. Oldukça pahalı bir yer ne yazık ki. Televolecilerde bu hayatın bağımlılık yapmamasına şaşmamalı. Nasılsa havadan gelen bir para var. Ağustos böceği misali bol eğlence bol hoşluk.
Bugün babaanemler geliyor. Umarım rahat geçiririz önümüzdeki 9 günü. Dün gece kabak yemeği yaptım. Yemek diyince de acıktım şimdi.
Pazar günü de bendeniz daha önce de dediğim gibi 1 yaş artacağım. Babam'ın 3 Eylül'de gideceğini düşünerek 1'i cumartesi dışarı çıkarız diye 1 ay önceden tutturmuştum. Gidişini erkene aldık yine de 1'inde bir aksilik olmazsa istiklal caddesini sabah 6'ya kadar yaşama hevesindeyim. Hülya Abla bir gece yalnız kalacak babaannemle.
Evin kurallarını kapıya astım sabah. Kapı kesinlikle açık bırakılmayacak diye :) Yavru akrepler bir yol buluyor giriyor çünkü. Dün bir tane daha vardı eve geldiğimde.
Alışılacak başka çare yok anlaşıldı.
Şubat gibi Okay Temiz Ritim Atölyesine mail atmıştım hiç ses çıkmamış, sinirlenmiş sonra attığım maili unutmuştum. Geçen hafta cevap geldi. O kadar yoğunlar ki ancak cevap geldi demek ki. Haftaya perşembe bir sınıf açılacakmış. En sonunda hayalimi oldukça geç de olsa gerçekleştiriyor olacağım.
Bir diğer isteğimde Darüşşafaka'nın havuzuna yazılmak. Bu gidişle ömürbillah para biriktiremeyeceğim anlaşılan o.
Bir diğer hussus da Ayder Seyahatinde beni ısıran tahtakuruları. Hepsi hemen hemen geçti ama kolumdaki ve bacağımdaki hala tatlı tatlı kaşınıyor.
Şimdi düşündüm de ne tuhaf insanım di mi her şey beni buluyor. Olsun eğleniyorum bu halimle arada isyan etsem de o da hakkım olsun ama di mi :))

Çarşamba, Ağustos 29, 2007

I AM GONNA LIVE FOREVER.....


Internette surf işini ilk defa tam anlamıyla yapabiliyorum. Daha önce hiç böyle etkili bir şekilde internette gezinmemiştim. Evde kablolu internet edinemeyişim ve iyi çalışan bir bilgisayarımın olmayışı heralde buna etkendi. Gerçi şimdi evde kablolu internet bağlantım hatta yepyeni bir bilgisayarım olduğu halde evde internete giremiyorum. Bunun nedeni bilgisayarımın bana direnmesi ekran kartının değiştirilmek üzere Ankara'da olması. Şimdiye kadar 3 tane bilgisayarım oldu üçünü de huzurla kullanamadım. Hatta şöyle komik bir şey başımıza geldi. İşyerindeki arkadaş izin aldı ve tatile gitti. O tatildeyken e-postalarını kontrol etmek bana kaldı. Pazartesi geldim bilgisayarının başına. Bastım düğmesine açılmasını bekliyorum ama siyah ekran bir türlü gitmedi. Güvenli kipte çalıştırmak istiyor musunuz dedi. Tamam dedim ne yaptıysam ne ettiysem açamadım. Ertesi gün tekrar denedim yok. İnternetten kontrol etmeye başladım bende e-postaları. Arkadaş geldi bilgisayarını açtı. Hiç bir sıkıntı olmadan çalışmaz mı! Şaştım kaldım. Bilimsel bir araştırma var mı acaba elektronik aletleri dokunmadan bozan insanlar hakkında.

Nereden nereye geldim? Bir konu yazmak üzere yola çıkıyorum sonra neler anlatırken buluyorum kendimi.

İnternette surf diyordum di mi ? Bloglardan özendim, bende iz bırakmış severek izlediğim çizgi ya da dizilerle burdayım. Pek yakında :)
Eskiye pek düşkün olduğum halde çok da taze olmuyor hatırladıklarım. Dizinin konusunu dün izlemiş gibi anlatanlarla çok özeniyorum :)

Salı, Ağustos 28, 2007

ÜZÜNTÜ VE MUZ KABUĞU

Yazasım var ama güzel şeyler yazasım yok. Ne sıkıcıyım niye böyle oldum? Çok değil 5 gün sonra bir yaş artacağım. Ne acı ki artık 31 demem gerekecek. Özde 15 sözde 31 olacağım.
Nereye dönsem şekillenmiş rayına oturmuş hayatlar. Ben ne zaman baltanın tutturulmuş sapı değil de gerçek sapı olacağım kimbilir?
Ufak sorunlarla başa çıkabilmeyi nasıl öğreneceğim?

Buzdolabından bahsederim demiştim ama üşendim yazmadım. İşte özeti

O kadar araştırdım yok o yok bu derken "Miele" aldım. Buzdolabı ilk günden kar yapmaya, aşağıdaki sebzeleri dondurmaya başladı. Servisi aradık. Acaba dedik ayarını mı bilemedik. Servis geldi bir halt yapmadan gitti. Soğukluğu 1'e indirdi gitti. Servisin geldiği günün ertesi daha beter karlanmaya başladı dolap. Tekrar aradım servisi, gelen arkadaşlar ehil değildi anlayacak birini gönderin dedim. Gelmeden telefon ettiler birinde daha aynı problem olmuş termostad arızasıymış işte siparişi vermişler falanda filan. 2 ay oldu ne gelen var ne giden. Annem olaya el koydu. Merkezden arayacaklarmış. Dün aramışlar ama ben yoktum. Bugün için randevu talep etmişler. Bende aradım ama beni arayan çocuğu bulamadım. Dedimki 18.00'den sonra gelsinler. Sabah bir telefon Çağıl Hanım ben evinizin önündeyim. Allahım dedim siz niye geldiniz ben 18.00'den sonra dedim geveledim durdum. Cinlerim tepeme çıktı. Bir de hala olayı kavrayamadım çünkü gelen adamın termostadı değiştireceğini sanıyordum. Meğer gelen ayrıca bakacakmış. Bir de ben genel merkezi aramamışmışım dedim ki muhattap bildiğim telefon numarası dolabın üstündekiydi. O yetkili servismiş şöyleymiş böyleymiş. Biraz çaçaron olsam kendi kedime yemesem. Yeni buzdolabı istiyorum artık . Ama ezilip büzülmek istemiyorum. Üfff ki üffff!

Bir de akreplerden neden hala kurtulamadım bir bilen varsa allah rızası için söylesin ne yapmam lazım. Dün iki tane yavru vardı evde. Nasıl girmişler? Aklım ermedi.

Artık huzur istiyorum.

Pazartesi, Ağustos 27, 2007

:((

Boşverdim her şeyi.

Boşvermişliğin ürkütülücüğü sardı her bir yanımı.

İtiraf etmesi zor. Kendimi kandırarak geçiyor her dakikam.

Zevk aldığımı sandığım her şey bir yanılsama.

Zaman acımasızca geçiyor.

Değişen, gelişen hiçbir şey yok.

Cuma, Ağustos 24, 2007

HAVADAN SUDAN GEÇMİYOR HAYAT DURUM ÇOK CİDDİ!!!

Atam yattığın yerden kalkıp da baksan bunun için mi onca emek, çaba, üzüntü, sıkıntı çektik diyeceksin. Her şey 1923'ten öncesine dönmekte. Benim yaşarken kemiklerin kalbim sızım sızım sızlıyor.
Hıfzı Topuz'un Sabahattin Ali'yi anlatığı romanı Başın Öne Eğilmesin'i okuyorum. Bundan 60 sene önceki gelişmeler Sabahattin Ali'nin yazılarından örneklerden anladığım ne için her şey diye bir isyan noktasına getiriyor beni.
Gene dış devletlerin uşağı olmuşuz, devlete ait yerler birer birer satılıyor. Hergün bir cinnet, vahşet, sapıklık haberi. Daha da yozlaşmış beter bir toplum.
Evli değilim dolayısıyla çocuğum da yok. Ama çocuk doğurmak gerçekten istediğim bir şey değil. Bu gelişmeleri gördükçe ne gibi bir ülke ya da dünya kalacak ki bu yavrucaklara. Ne diye doğmadan kocaman bir yükle dünyaya getirelim onları.
Gene içim sıkıntı doldu. Gün geçmiyor ki kocaman bir " OHA " demiyim.

Çarşamba, Ağustos 22, 2007

NE DESEM Kİ

Bazen kendimi köşe yazarı gibi hissediyorum. Bugünün konu başlıkları ne olmalı? O kadar çok konu varki.
Gerçi şu aralar son derece sıradan bir hayatım var. İşten spora, spordan eve, evden işe.

Değişiklik olarak haftasonu Ankara'ya gidişim var. Yoğundu herzamanki gibi. Annemi heralde toplamda 3 saat görmüşümdür.
Plastik cerrah bir arkadaşımız zorunlu hizmetini "Şırnak" olarak çekti. Onun şansızlığı diğerlerinin şansı oldu. Söylenecek çok bir şey yok ne yazık ki. İki senenin çabuk geçmesini dileyeceğiz. Ne acıdır ki orası da bizim ülkemiz olduğu halde içimizi bir endişe kaplıyor. Ülkenin ne kadar çok acı gerçeği var. Bu konuya girmiyorum. Cumartesi günü onunla vakit geçirdik. Sonra gece Pino'larda kaldım. Bana link eklemeyi gösterdi. Ancak resmimi koyamadık bir türlü. Aslında öğrenmek istediğim daha çok şey var ancak yazılımı biraz çözmek gerekiyor.

Sonra bir arkadaşın arabasıyla İstanbul'a döndük. İzmit'e gelmeden manyak gibi bir trafik başladı taa ki gişelere 10 dakika kalaya kadar. Gişeler boştu ne hikmetse. Gece 12'de evde oldum. Arkadaş sonra tekrar karşıya döndü. Dönüş işkence olmuş. Kal demiştim ama kalmadı. İstanbul gerçekten ömür törpüsü. Geceki trafiği görünce Baltalimanı trafiğinin de başlayacağını tahmin etmiştim. Ve dakka bir gol bir trafiğimiz herkese hayırlı ve uğurlu olsun.

Okullar başlayınca daha felaket günler beni bekliyor olacak :(

Annemle teyzem perşembe günü buraya geliyor. Güler Teyzem evimi ilk defa görecek. Bakalım beğenecek mi?

Spora sabah gidecektim ama üşendim saat 7 'de gitmesi zor geldi.

Öyle fazla yazasım yok bugün.


Oradan buradan deli kızın çeyizi gibi oldu gene.

Hadi bana eyvallah.

Cuma, Ağustos 17, 2007

BU SEFER DE KOMİK ANILAR

Hep ağır konulardan bahsetmişim biraz da komik anılardan bahsedelim de okuyanın içi açılsın.

Efendim bendeniz ufak tefek bir tipim. Sesim ise çok ince. Bu özelliklerim yüzünden yıllar öncesine ait yaşadığım birkaç tane komik anım var.

Yıl 1994, yer İstanbul teyzemin evi. Teyzem ilkokul öğretmeni ve o dönem çok yoğun bir şekilde özel ders veriyor. Öğrencileri velileri de sürekli olarak arıyorlar. "İyi günler Tahire öğretmenle görüşebilir miyiz?" Bir gün gene velisi aradı. Teyzem evde yok ben açtım telefonu.

Ben: Alo buyrun,
Şaşkın veli: Merhaba, ıııı ıı ımmmm Tahire öğretmen evde mi acabaaaa ?
Ben: Hayır teyzem evde yok. Derse gitti.
Şaşkın veli: Canım, ıımmmm ııııı. Ben not bıraksam iletebilir misin acabaaaa?
Ben: Tabii, buyrun kim aradı diyim,
Şaşkın veli: Canım kem küm ımmmmmmm ıııı, sen okuma yazma biliyor musun acabaaaa?
Ben: ( Bozuntuya vermeme, durumu idare etme) Tabii biliyorum buyrun.
Şaşkın veli: O zaman bilmem kimin annesi bilmem kim aradı der misin?
Ben: Tabii derim, iyi günler.
Şaşkın veli: İyi günler canım.

Bu hikaye benim en sevdiklerimdendir. Sonrasında teyzemin velisi o dönem benim 18 yaşında olduğumu öğrenmiş ve çok mahçup olmuş :))

Gene üniversite zamanı, yer bu sefer Ankara. Okul hayatım boyunca üniversiteye otostopla gittim ve geldim. O yıllar alışkanlık Konutkent'teki teyzeme de otostopla gidiyorum. Gene bir gün pinoların evinin önünden çektim otostopumu. Bir amca durdu, bindim. Amca konuşkan Albay emeklisi iki adım yolda sohbet edicez; ama yarım ağız kafasını sallaya sallaya " Bu yaşta çocukları da sokağa bırakıyorlar. " dedi. "Amca ben çocuk değilim" dedim o ince sesimle. Amca da "Sus!!! yalan söyleme" dedi. Ben "Valla amca bak bu okul kimliğim" diye gösterdim kapı gibi Hacettepe Üniversitesi kimliğini. O zaman amca da mahçup olmuştu biraz:) Hey gidi günler hey.

Bu sefer geçen yaz. Gayet namüsait bir durumdayım duş alıyorum çünkü. Telsiz telefonu da almışım tezgahın üstüne hani çalarsa açarım diye. Aksilik ya çaldı bizimki. Köpüklü köpüklü açtım telefonu.
Köpüklü ben: Alo
Şaşkın satıcı: İyi günler
Köpüklü ben: Buyrun.
Şaşkın satıcı: Ben bilmem nereden bilmem kim bir konuda bilginizi alacaktım. Yalnız evde yeterince büyük biri var mı?

Köpüklü ben: (Bu sefer sinirli ben.) Yeterince büyüğüm #?$&{/*
Şaşkın satıcı:Kusura bakmayın bık bık bık bık bık bık da bık

Köpüklü ben: O konuda yardımcı olamayacağım bilmiyorum iyi günler.
Şaşkın satıcı: İyi günler.


Telefon maceralarımın sayısı azaldı. Konuşurken spiker vari konuşuyorum artık:)

Çarşamba, Ağustos 15, 2007

YAZIK


İçimde esen fırtınaları anlatamam.
Ankara'da yaşanan susuzluk rezaleti ile İ. Melih'in artık nasıl bir yönetim anlayışına sahip olduğu açıkça ortaya çıktı. Ne acıdır ki ! bu durumu zaten bilen biliyor. Bildiklerimizi tastiklemekten öte değişmedi hiçbir şey.
Ben doğma büyüme Ankaralıyım. Şimdi bakmayın İstanbul'da yaşadığıma. Gözlerimin önünde doğup, büyüdüğüm, sevdiğim kentin yitip gittiğini görmek bana acı veriyor. Tutturmuşlar İ. Melih Ankara'ya çok şey yaptı. Sorarım size! yolları otobana çevirmek mi, şehir merkezini estetikten yoksun hala sokmak mıdır hizmet bilinci? Bulvarı gördüm gözlerime inanamadım. Afedersiniz ama ç...k kadar kaldırımlar kalmış ortada. Kuğulu parktan salına salına Kızılay'a yürümenin keyfi noldu. Şehir şehirde yaşayan insanlarındır. Otomobillerin değil. Otomobillere göre hayatınızı şekillendiremezsiniz.
Bugün milyonlarca alışveriş merkezinden biri olan Armada'nın yerinde dünyalar güzeli bir eski Ankara evi dururdu. Hangimiz hatırlıyor o evi ??? Şehrin kimliğini değiştirmek midir? Cumhuriyetin'in başkentini tanınamaz hale sokmak mıdır? Hizmet anlayışı!
Akay'dan inerken Orman bakanlığının karşısındaki orta refüjdeki dut ağacını kim hatırlıyor pekii???
Ben bu şehirde doğdum diyemeyeceğim yakında çok değil 10 sene önceki Ankara nerede?
Ve son gelişimde yaşadığım bir diğer şok da Kafe Anki'nin olduğu sevimli eski Ankara evinin yıkılmış olmasıydı. Bu nasıl bir etik anlayışıdır? O zaman yıkalım her şeyi yeni baştan yapalım ne lüzum var eskiye canım. Allahın Avrupalısı salak işte koruyorlar şehirlerini ne gereksiz bir uğraş. Yıkıver, yerine otoparklar, alışveriş merkezleri yap. Ne olacak sanki para değil mi her şey? Kültürel miras da neymiş canım....
Size sinirimin boyutunu, nefretimin büyüklüğünü anlatmam mümkün değil. Umudum da yok ümidim de yok. Bu memleket layik olduğu şekilde yönetiliyor asıl acı olan o.
Bugün seçim olsa gümbür gümbür tekrar İ. Melih seçilmezse top olayım. Ülkemin insanları uyanın artık. Torunlarınıza nasıl bir ülke bırakacaksınız. Dedelerinizden böyle mi aldınız bu memleketi yazıklar olsun...

Not: Eskinin havagazı fabrikasının yerle bir olması şimdi aklıma geldi daha ne diyim.

Pazartesi, Ağustos 13, 2007

BUGÜNÜN ORDAN BURDANLARI

Haftanın başındayız ama sonundaymış gibi yorgun hissediyorum. Bunda Ankaralı arkadaşların gelmesi ve toplamda 10 saatten fazla uyumamış olmamın etkisi var mı bilmiyorum? Eve gidip mışıl mışıl uyuyasım var.

Artık bir sorumluluğum daha var. Spora başladığımı yazmıştım. Hayal ettiğim gibi eve gidip uyumak biraz zor anlayacağınız. Eve gidip eşofmanlarımı geçirir geçirmez spora gitmeliyim. Sırt ağrılarımdan kurtulunca pek güzel olacak.

Bilgisayarımı bizim çocuklarla Ankara'ya gönderdim. Umarım ekran kartının kaputluğu kullanıcı hatası gibi bir şey çıkmaz. Teknolojik aletler tarafından uğratıldığım azizlikler bir başka gönderi konusu olacak.

Kış gelsin hiç istemiyorum ama bu yaz beni yormaya başladı. Çok sıcak, çok nemli ve nefes alınamayan bir hava mevcudiyetini sürdürüyor.

Haftaya Ankara'ya gideceğim.

Evimi ilaçlattığımdan beri sağlam bir temizlik yapmadım. Biraz pis takılıyorum. Yerleri silersem ilacın etkisi gidecekmiş gibi sanki :)

Ağustos ayını sevmiyorum galiba.

Kavak yelleri diye bir dizi var. Hastasıyım :) Pinhani yok mu pinhani! beni benden alıyor. O da bana Handişko'nun hediyesi. Güyaa cd'sini çekecekti. Ama ben MP3'lerini buldum. Şimdi diziyi seyrederken ben de sanki Urla'daymışım gibi hissediyorum.

Bunlarda bugünün ordan burdanları.

Burayı eklemeyi bilsem pinhani'nin haftasonu'nu ekleyeceğim. Ama bu ayarlar konusunda hala çok cahilim. Pino güyaa öğretecek.

Cuma, Ağustos 10, 2007

ÇÜRÜYEN OTLAR

ÇÜRÜYEN OTLAR

Bilinmez hangi şehirde
Yaşarsın aşktan habersiz,
Küçük çakıl taşım, nasıl bulayım!
Kaybolmuşsun bir kocaman nehirde.

Bu kimin çocuğu, der, seni görenler.
Benim çocuğum, diye, sesim gelir uzaktan.
Bunca kötülüğü bağışlatır bakışın
Yanakların kızarır ağlamaktan.

Bir gün sokakta rastlasam, ellerini
Alsam avuçlarıma okşasam.
Sıcaklığını tanır da mısralarımdan
Kız kardeşimsin sanırlar belki.

Sen orada, ben burada
Birbirimizden habersiz
Ayrı yaylalarda yeşeren otlar gibi
Bekleye bekleye çürüyeceğiz.

Cahit Külebi

Bu şiiri kendim keşfetmedim. Üniversitenin son senesiydi sanıyorum. Yurdagül bir gün geldi dedi ki... Bak! seni anlatan bir şiir. Fotokopisini çektirdik. Ya da o çektirip getirdi hatırlamıyorum. O gün bugündür.Ankara'daki odamın panosunda asılı durur o fotokopi. Ne zaman okusam içimi bir hüzün kaplar. Gözlerim sulu sulu oluverir.

Şiir iki bölümden oluşuyor ama benim en çok beğendim ve kendimi yakın bulduğum yeri ilk bölümü.

Kalabalıklar içinde yalnızız. Yastığınıza başınızı koyduğunuz anda. Büsbütün gerçeklik buluyor bu duygu. Yalnızlığı sevenlerden miyim? Aslında değilim. Ama dönem dönem kabuğuma çekilesim geliyor.

Geriye dönüp baktığımda geçirdiğim kişilik olgunlaşması beni gururlandırırken, geçmişte yaşadığım ya da yaşattığım şeyler benim yakamı bırakmıyor. Şu aralar kafamdan gitmeyen hatta bu satırları yazarken gözlerimin sulu sulu olmasına neden olan annemin yıllar önce bana sürpriz bisiklet hediye etmesi. Benim buna çok sevinmiş görünmemem sanıyorum. Hatırladığım sahne bisiklet kapıya gelmiş o sıra annem işte. Ben annemi aramıyorum sanırım. Çok net değil her şey ama bir eksiklik, bir eziklik bir suçluluk duygusu hakim o anı düşündüğümde. Annem insan arar teşekkür eder gibilerinden bir şey diyor ama o da net değil.
Şimdi o günü düşündüğümde kendimi odun gibi hissediyorum. Bir insan sizi mutlu etmek için belki de sıkıntıya girerek bir şeyler yapıyor. Ama beklediği tepkiyi alamıyor. Bu nedenle belki insan ilişkilerimde artık daha çok alınganım ve daha çok beklentim var. İnsan özür dilemeyi ve teşekkür etmeyi bilmeli. Kendine yük geliyorsa bile bazı şeyleri karşısındakini mutlu etmek için yapmalı.

Daha bir çok beni suçlu hissettiren o güne dönsem çok farklı davranırdım diyeceğim anılarla dolu aklım. Yalnız yaşamaya başlayınca insan kendini daha çok dinler oluyor. Ne yazık ki!

Blogun adı çakıltaşı çünkü ben bir çakıltaşı'yım :) Sanırım bu dünyada en çok gurur duyduğum şey ismim. Bir de solaklığım. O yüzden ismimin çok yaygınlaşması hoşuma gitmiyor. Sanki o sadece bana aitmiş gibi hissediyorum. Tabii ki öyle bir şey olması mümkün değil. Bu konudan bahsederken aklıma bir anım geldi. Yıllar önce heralde 15 yıl olmuştur. İstanbul’dan kendime Gön marka deri bir kemer almıştım. Sonra pino da beğenerek kendine aynısından almıştı. Yapmadığımı bırakmamıştım. Hatırlar mı bilmem. Komik bir benciliğim varmış. Keşfettiğim şeylerin bana özel kalmasını istemek gibi. Şimdi öyle biri değilim umuyorum. Güzel bulduğum her şeyi paylaşmaya çalışıyorum. Tabii ismim hariç o bana ait kalsın her zaman :)

Perşembe, Ağustos 09, 2007

ORDAN BURDAN



Bir uçağım olsa da istediğim yere uçup gitsem.

Yandaki fotoğraf karadeniz gezimizden bir ara da onu yazmalıyım. Sanki Alplerden bir görüntü gibi bir sürü fotoğraf çekmişiz ama içinden hangisi koyacağımı bilemedim.

Dün itibariyle spora başladım. Haftada 3 gün gideceğim sonra gidiş sayımı 4'e çıkartacağım başarabilirsem tabii. Bunun yanında da yüzmeye başlamak istiyorum. Sağlıklı yaşam konusunda yavaş yavaş takıntı geliştiriyorum galiba. Kilo derdi olan bir insan değilim ama kendimi formda hissetmek istiyorum. Sırt ağrılarım yaşam kalitemi düşürmeye başladı. İçki dışında da zararlı bir alışkanlığım yok.

Bu aralar fotoğraflarla çok haşır neşir oldum. Gözlerime takmış durumdayım çok ufaklar ya kapalı çıkıyor ya da şapşal bir hal alıyor. Gözü güzel ve büyük gösteren makyaj teknikleri öğrenmeli ve hep makyajlı gezmeliyim :) Nasıl yapacaksam artık.

Eğer izin alabilirsem kışın ekim-kasım gibi Amsterdam'a gitmek istiyorum. Eski fotoğraflara baktım ve kanım kaynadı gidesim geldi. Bakalım kuru bir istek olarak mı kalacak, gerçekleşecek bir istek olarak mı?

Hala giysi dolabımı yerleştiremedim. Hepsi yatağımın üzerinde içinden gene akrep çıkacak diye korkmuyor değilim. El mecbur yapacağım.

Eskiden kendimi ifade ederken bu kadar zorlanmazdım şimdi neyi nasıl diyeceğimi bilemiyor, bulamıyor, yazıya dökemiyorum kendimi. Tıkanıp kalıyorum.

Penguen dergisi de kendi içinde bölünüyormuş. Bazı çizerleri ayrılıp başka dergi oluşturacaklarmış. Üzüldüm, ben bu halini seviyordum.

Bir insan 5 dakikada bir tuvalete gidip hiç gitmemiş gibi işeyebilir mi ? Valla başkasını bilmiyorum ama benim 24 saatimin büyük bir bölümü çiş yaparak geçiyor.

Cuma, Ağustos 03, 2007

AKREP Mİ, NE AKREBİ ?

Bir Garip Orhan Veli tadındayım. Yaşamımızda bizi etkileyen çokça olay oluyor. Üzerinden biraz zaman geçince yaşandığı andaki önemini kaybediyor, hafızalarda bulanıklaşıyor. Kafamda bir sürü konu var bulanıklaşmış. Hangisini çekip çıkarsam yazılır hale getirsem düşünüyorum.

En iyisi akrep derdimden başlayayım. " MİT DEĞİLMİŞ İSTANBULDAKİ EVLERDEN AKREP ÇIKABİLİYORMUŞ". Evet benim evimde de akrep var. Sağdan soldan duyardım ama çoğu insan gibi İstanbul'da ne akrebi gibi bir tepki verecek değildim. Ama bir gece yatak odamda kendiyle karşılaşınca evde bir panik havası esti tabii. O gece allahtan Çidom vardı yanımda öldürdük, kurtulduk. Romantik, aşk yuvası yatak odamı terkettim bu hadiseden sonra. Abim iş için geldiğinde hamama gelmiş hissetsin, Türk kültürünü özlemiştir nasılsa diye kapı pencere açmama terörü başlattım evde. Sonra bir arkadaşım dediki onlar çift gezer. Sabaha karşı bir gün koridorda karşılatık çiftimizin eşiyle. Gene bana göre tek çare kafasına geçirdim terliği. Sonra babamlar bir haftasonu geldiler, pencerelerime yapılan telleri getirdiler, evde yapılması gerekenleri yaptılar. Evi eve benzettiler ve gittiler. Bu esnada her taraflara silikon, alçı, ilaç ne gerekiyorsa yapıldı.
Kırmızı avizeli, kırmızı abajurlu romantik odamda kalmaya başlamıştım ki. Tatil öncesi bavul hazırlığında olduğum bir gece. Romantik odamda götüreceklerimi sandalye yığarken, eflatun tişörtümü sandalyeye atmamla yere siyah bir şeyin düşmesi bir oldu. Böyle gözlerim kamaştı rüya mı gerçek mi bilemedim ve terliği indirdim. Geceyi uyur uyanık geçirerek o gün yola çıkacağım için evi arkama bakmadan terkettim. Evi terketmeden evvel odamı da bazudinledim. Akrep uğruna ben telef olacağım.
Tatil dönüşü abim benden önce geldi. Dolabımı boşaltmış sağolsun her şeyi ıncık cıncık etmiş bizimkilerden birini görememiş. Ben geldiğimde abim gitmişti. Psikopat edasıyla evde dolaştım her yeri kaldırdım baktım. Bir de ne göreyim çamaşır sebetinin altında yavru akrep ölmüş bir tane. İncelemelerim sonucu akreplerin yavrularını sırtında taşıdığını öğrenmiştim. Benim caniliğim sonucu sanırım anne ve babayı kaybeden yavru açlıktan ve susuzluktan öldü.
İşin ilginç tarafı Yeniköy'de bu işi benim kadar takan bir adama rastlamadım. Eevet bizim ev 4. kat bizde de çıkıyor arada. Ya da aaa!! çok ilginç akrep miii ne akrebii? Ya da bir şey yapmaz o zehirli değil. E be güzel abim ablam. Bir şey yapmaz tabii durduk yere. Ama ayakkabını içine girdiğini farzet. Sen de normal bir insan evladı gibi ayakkabını giyip akrebi ezmeye kalkarsan sokmaz mı adamı. Eee al başına belayı. Tövbe yarabbim diyemiyorum tabii. İşte ama ne biliyim korkuyorum kem küm. Neyse bu iş böyle olmayacak dedim. Çağırdım ilaç şirketini. İlaçlattım evi. Haftasonu da kuzenlerde kaldım. Dün girdim eve asayiş berkemaldi. Bakalım ilerleyen günlerde ne olacak.


Bir sonraki yazım da buzdolabım ve bilgisayarımla ilgili olacak:)