Cuma, Ekim 31, 2008

29 EKİM ÖZEL

Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Hayatımdaki en değerli insanlardan biri.
Bu da bizim bisiklet yolumuz:)


Adalara karşı

YENİKÖY'DE BİR HAFTA SONU

Yeniköy'den kareler.
Yeniköy'den kareler.
Yeniköy'den kareler.
Yemeğimize ortak serçemiz.
Sanat:)
Balıklar toplaşmış.
Deliler gibi yağmur yağıyor. Ertesi gün İstiklal'de yakalandığım yağmur sonrası sudan çıkmış balığa dönen bendeniz. Kendime pantolon almak durumunda kaldım:)
İskele
Kahvaltı
Benim mütavizi salonum. Dünya ile irtibadım da bu radyo:)

Salı, Ekim 28, 2008

VALLA KOMİK Bİ HABER


Hay allahım neler var :)))


Sevgilisinin kariyeri için işlediği cinayeti itiraf etti


Arkadaşını öldürdüğü iddiasıyla yargılanan kişi, soruşturmayı yürüten kadın
dedektife aşık olunca, sevgilisinin kariyeri için cinayeti nasıl işlediğini itiraf etti.

Rusya’da Vyaçeslav Grigoryev adlı kişi, arkadaşını öldürmekle suçlandığı davada, soruşturmayı yürüten kadın detektife aşık olunca sevgilisinin kariyeri için cinayeti nasıl işlediğini itiraf etti.
Rus haber ajansı RİA Novosti’de yayımlanan haberde, 32 yaşındaki Grigoryev’in Yuri Kamagin adlı arkadaşıyla şubat ayında içki içtikleri ve Kamagin’den ondan sonra haber alınamadığı kaydedildi. Kamagin’in cesedi uzun süre sonra nehirde bulununca olayla ilgili olarak gözaltına alınan Grigoryev, sorgulama sırasında cinayet suçlamasını reddetti.
Cinayeti soruşturmak için görevlendirilen 27 yaşındaki Regina Pak, olayla ilgili yeni deliller üzerinde çalışmaya başladı, ancak pek başarılı olamadı. Pak’ın göreve başlamasından 2 ay sonra Soruşturma Komitesine gelen
Grigoryev, odanın ortasında dizlerinin üstüne çöküp, aşık olduğu kadın detektife dönerek aşkını ilan etti.
Grigoryev aşkını ilan ettikten sonra, cinayeti kendisinin işlediğini, cinayetten sonra cesedi nereye sakladığını ve olayla ilgili tüm detayları itiraf etti.
Birlikte alkol aldıkları arkadaşıyla arasında tartışma çıktığını belirten Grigoryev, kavga etmeye başladığı arkadaşının boğazını iple sıkarak öldürdüğünü soğukkanlılıkla anlattı. Grigoryev, dün çıkarıldığı mahkemede cinayeti, "aşık olduğu detektifin kariyerini çözülmemiş bir cinayetle lekelememek" için itiraf ettiğini söyledi. Grigoryev, 15 yıl hapis cezası istemiyle yargılanıyor.

Pazartesi, Ekim 27, 2008

SÖYLENECEK BİR ŞEY Mİ VAR

Ne söylemem gerektiğini bilmediğim günlerden biri. Blogger'a giriş yasak. Zihniyetimiz niye kısır bilmem. İnterneti kullanma konusunda daha yiyeceğimiz bin fırın ekmek var. Düşünmeyi yazmayı engellemeye çalışmanın boş bir çaba olduğu sanırım hala yazabiliyor olduğumuz gerçeğiyle doğrulanıyor.

http://biyonikkedi.blogspot.com 'un sayfasına yazdığı dilekçeleri alıp mail olarak gönderdim ben de.

Cuma, Ekim 24, 2008

İSTİKLAL'DE BİR GECE



İstiklal'de bir gece. O bisikletleriyle buralara nasıl gelmişler soramadım ve öğrenemedim. Çok tatlılardı. Akordioyuncu bir şeyler söyledi ama utangaçlığım tuttuğu için hızla uzaklaştım.

Perşembe, Ekim 23, 2008

ORTAKÖY HATIRASI

Hafta sonu Ortaköy hatırası

Pazartesi, Ekim 20, 2008

Cuma, Ekim 17, 2008

***



Benim kalbim kırılmış. Tamir tutmuyor.

Perşembe, Ekim 16, 2008

HAK YOK HUKUK YOK

Bu ülkede ne acı ki hala işkence var. Güvenlik görevlisi olanlar toplumun en alt seviyesinden insanlar. Her ülkede bu böyle mi acaba? Halbuki dünya görüşü daha geniş olmalı. Anlayışı yüksek, tahammülü herkesten fazla olmalı. Ama bunların hiçbiri yok. Hayata dair olan öfkesini kendinden olmayanda görüyor. Onu öldüresiye dövmek onun için bir hak. İnsanmış değilmiş hiç önemi yok.
Engin Ceber daha İstinye Karakolunda işkenceye benzer hareketlere maruz kalmış. İstinye karakolu denen yere gittim.Gittiğimde beni irite eden bir polis. Elinde tipik gümüş yüzüğü olan belki fethullahcı belki başka bi şeyci. Polis olduğu için bizi aşağı gören tavrı, oranın kralı. Mahallesinde ise bir fakir. Neyseki çok kalmadım. Sonra ifade almaya başka polisler eve geldi. Gelenler genç, düzgün çocuklardı. Şimdi aklıma onlar geliyor. Tartaklayanlar hangileriydi acaba. Hiçbir tanesi de arkadaşlarını engellemeye çalışmadı mı? Bunların amiri yok muydu? Bu ülke Afganistan gibi. Hak yok hukuk yok taş çağı yaşanıyor sanki.
Peki evlerimize elinin kolunu sallayarak giren hırsızlar onlara ne demeli? Kokmuşuz artık sinekler bile tiksinir olacak halimizden.

UN HOMME ET UNE FEMME

Ben bu filmin ilk müziğine hayran oldum. Yaşım kaçtı bilmiyorum çok eski zamanlar olduğu kesin.

Sonra çok eskiden bir gün Trt'de bu filmi seyretme şansım da oldu. İlk ve son kez. Şimdi bu filmi edinip tekrar seyretmek istiyorum.

Jean Louis
Trintignant benim çocukluk ve gençlik aktörlerimden biri. Ne yazık ki trajediler insanın hayatının hangi evresinde gelip kapısını çalıyor hiç belli olmuyor. Marie Trintignant bu yakışıklı adamın güzel kızı. Noir Desir ise dinlerken insanı başka ufuklara götüren müzik yapan bir fransız grup. Bertrand Cantat ise bu güzel grubun solisti ve bu güzel kadının sevgilisiydi. Ve bir insan bir insanı severken nasıl olur da katile dönüşür bu hayatın en anlamadığımız ve en acımasız tarafı sanırım. Aşk ve sevgi böylesi pamuk ipliği işte.







comme nos voix ba da ba da da da da da da
chantent tout bas ba da ba da da da da da da
nos cœurs y voient ba da ba da da da da da da
comme une chance comme un espoir
comme nos voix ba da ba da da da da da da
nos cœurs y croient ba da ba da da da da da da
encore une fois ba da ba da da da da da da
tout recommence, la vie repart

combien de joies
bien des drames
et voilà !
c'est une longue histoire
un homme
une femme
ont forgé la trame du hasard.

comme nos voix
nos cœurs y voient
encore une fois
comme une chance
comme un espoir.

comme nos voix
nos cœurs en joie
on fait le choix
d'une romance
qui passait là.

chance qui passait là
chance pour toi et moi ba da ba da da da da da da
toi et moi ba da ba da da da da da da
toi et toi et moi.

Çarşamba, Ekim 15, 2008

GÜNEŞE BAKMAK VE ÖLÜMLE YÜZLEŞMEK

Elimdeki kitap bitince pazartesi akşam bir ara aldığım bu kitaba başladım. Daha önceden Divan, Nietzsche Ağladığında'yı okumuş ve hayran olmuştum Irvin Yalom'a. Daha sonra gaza gelip Varoluşçu Psikoterapi'yi almış ama okuyamamıştım. Daha çok bu konuyu iş olarak görenlere göre bir kitap gibi gelmişti. Şansımı bir ara tekrar denemek istiyorum bu kitaptan sonra. Irvin Yalom'la tanışmam üniversitede sağolsun Jale sayesinde olmuştu. Bu aralar o günler gözümün önünde çok sık gelir oldu. Bu kitaba başlamak da tesadüftür belki.

Kitabın 91. sayfasında yazar Nietzsche'nin bir sözünü bir konuyu anlatırken alıntılamış. Herkese cesaret versin.

"Yorulduğumuzda ve cesaretimizi kaybettiğimizde yıllar önce yendiğimiz düşüncelerin hücumuna uğrarız."

KOLERA GÜNLERİNDE AŞK KOLERA GÜNLERİNDE MAŞK OLMUŞ

Dün iş çıkışı Ortaköy'e bizimkilerin yanına gittim. Kurulmuş okey oynuyorlardı. Bitiremediler ama:) Sonra düşündüm o çayhane kılıklı yerlerde oturmayalı ne kadar çok olmuş. Hiç de sevmem onları. Gecekondu vari dipdibe bir çirkinlikleri var gözümde. Çok daha hoş ve estetik olabilirler İtalyan köy kahveleri gibi. Neyse onlara gelene kadar daha nelerimiz iğreti.

Dün eve geldikten sonra annem kara lahana dolması sarma işine girişti. Bugün Çidom ve Gönül Abla misafirimiz olacak. Televizyonsuzluk da dolma sarma işkencesini biraz olsun unuturabilmek için aklıma anneme film seyrettirmek geldi. Annem minik minik sardığı için bitmek bilmez sarması :) Bir kaç film seçeneğimiz vardı. Kolera Günlerinde Aşk'ı seyretmemiş onu koydum. Bazen filmin sonuna geldikten sonra aaa ben bu filmi seyretmiştim dediği için ) Emin olamadım seyretmediğinden. Benim seyretme niyetim olmadığı için duş muş aldım. Saçlarımı kuruttum. Sonra saloncuğuma annemin yanına gelip kitabımı alıp kuruldum. Annem gel sen de seyret daha bir şey olmadı dedi. Biraz önyargım vardı filme karşı Alin Taşçıyan'nın eleştirisini dinlemiştim filmle ilgili. Bir de Marquez'i çok severim ilk göz ağrılarımdan biridir. Okumadığım nadir kitaplarından biri de Kolera Günlerinde Aşk'tı. Okumadan da filmini seyretmek istemiyordum. Netekim filmi başladı bitti. Marquez'in böylesine kötü bir uyarlaması olamazdı heralde diye içimden geçirdim. Sevenlere saygısızlık etmek istemem ama bu nasıl bir hikaye örgüsüdür bu ne biçim bir kurgudur. Kızın babasına ne oldu. Adam gençken birden başka bir tipi oldu. Kızın babası kızla aynı yaşta gibi duruyordu. Adamı yaşlandırdılar amcası ile ayın yaşta görünmeye başladı. Yani filmin neresinden tutsam elimde kaldı. Hiç ama hiç beğenmedim. Ekşi sözlükte biri bir kitap ancak bu kadar karikatürize edilebilir demiş. Hakketen yahu ortada gözlerimizi yaşlandıracak bir aşk acısı var ama iş komedi filmine dönmüş. Neyse ben beğemedim Marquez'e hayran biri olarak iyice kıl oldum.

Pazartesi, Ekim 13, 2008

TUTKU


Bugünkü Milliyet'de benim çok hoşuma giden bir foto haber vardı. Heykeltraş Paul Day İngiltere'nin başkenti Londra'daki St. Pancras uluslararası istasyonunda heykellerini sergileyecekmiş. Haberin linkini buraya ekliyorum. Bu fotoğrafı da izinsiz burada yayınladığım için de özür diliyorum. Beni çok etkiledi bu çiftin gerçeğe yakın olan sarılışı.

Londra'ya gitmeli gezmeli görmeli.

Sonra Peru'ya, Küba'ya, Şili'ye, Brezilya'ya, Arjantine'e dünyayı gezmeli neticesinde. Yanında sana eşitlik etmekten keyif duyacak biriyle.








http://www.milliyet.com.tr/content/galeri/yeni/
goster.asp?prm=0,7055475&id=1&galeriid=4694#galeriStart

GÜZEL BİR HAFTA SONU

Bu aralar hep birileri gelsin hiç yalnız kalmayayım istiyorum . Geçen sene ise hatırlıyorum hep birileri geliyordu ve bıkmıştım gelen gidenden yalnız kalıp dinleneyim diyordum. Çok değil bir sene sonrasında insan böylesi değişik hisseder mi:)
Anneciğim geldi cuma gününden. Cumartesi de abim iş gezisine çıkacağı için ilk durağı İstanbul'du. Selo'ya da Asuman Teyze ile Secer geldiği için televizyon konusunda sıkıntı çekiyordu. Ben de televizyonunu geri verdim. Babamın bana aylar yıllar önce verdiği 500 euroyu iç ettiğim içim kendime bir türlü televizyon almamıştım. Öncelliklerim hep başkaydı. Yok kursum yok tatil derken param suyunu çekti gitti. Şimdi iş tv almaya geldi annem sağolsun. Cumartesi annemle Yeniköy'de bir takım işlerimizi hallettikten sonra hadi Doğubank'a gidelim dedik. Önce Beşiktaş'a geldik. Çarşıda annemin camdan çok güzel takılar satan bir yer var demesiyle onu arayışa başladık ve bulduk. Gerçekten çok güzel şeyler vardı. Anneciğim bana kırmızı nazar boncuklu bir bileklik ve kırmızı camdan top bir küpe aldı. Sonra Kabataş'tan tramvay ile Sirkeci'ye gittik. Aycan'ı getirmek istediğim yere aylar sonra annemle gidebildik. Gerçi Sultanahmet ve kapalı çarşıyı gezemedik ama gene de keyifliydi sirkeci civarları. Eski Sümerbank binasını Dösim'in yeri yapmışlar orayı gezdik. Gerçekten güzel ve ucuz şeyler vardı. Tabii çalınan küpelerimi yenileme sevdam burada da devreye girdiği için iki gümüş küpe de buradan cebe indirdim :) Yurtdışındaki tanıdıklarına hediye götürecek kişilere kesinlikle burayı tavsiye ederim. Hele kilim ve halılar çok güzeldi. HA!! Biz buraya tv bakmaya gelmiştik di mi:) Sadece Philips'in bayisine girdik bir Lcd televizyon beğendim. Ancak hemen dellenip almadık. Doğubank'tan almak da iyi bir fikir gibi gelmedi sonrasında. Kuzenim de oradan alma ben sana pazartesi araştırırım belki uygun bir şey bulabiliriz dedi. Dösim'den çıkınca annemi İstiklal'e götürmek istiyordum. Gel yürüyelim dedim. Galata köprüsünden yürüyerek tünele geldik. O sırada annem Çiğdem'leri ara çay koysun dedi :) Benim zaten aklımdaydı ama annem benden önce davranmış oldu. Tünel ile İstikal'e çıktıktan sonra pasajın içinden geçtik Asmalımescid'in oradan tekrar İstiklal'e çıktık. Sonra Anzavur pasajından Çidom'a şirin bir lamba aldık. Annem artık isyanları oynamaya başladı. Yoruldu yazık. Galatasaray Lisesinin oradan taksiye binelim yakın mı diye sorunca yok dedim anne gel yürü taksiye binilecek mesefa değil. Sonra ne çabuk yoruldun hemen diyince küfrü yedim tabii :) Ben 60 yaşındayım sen 30 diye. Gerçi annemin eski enerjisi olsa her dükkana girerdi. Çünkü İstiklal caddesi başlı başına bir dünya. Gün olur da bir gün uzaklaşırsam İstanbul'dan en çok özleyeceğim yer burası olur sanırım. Çidomların evine Galatasaray Lisesi'nin sol yanından gidiliyor. Hele oradaki antikacılar ıvır zıvır dükkanlar çok şeker. Gene de bir tanesine girdik ve çok güzel bir iğne sorduk. Dükkanın sahibi de tatlı bir adamcağızdı. Çidomlardaki konaklamadan sonra da eve uğrayıp sonra da Selo'lara gittik. Sonra da abim gelecek diye eve geçtik. Gece sohbeti yapıp yattık. Sabah da Tahire Teyzem'lere sülale kahvaltısına gittik. O da çok keyifliydi. Bizim minik Uğur Kasım'da bir yaşına girecekmiş. Hediyesini sendrom yapmıştım. Ne çabuk geçiyor zaman di mi:) O kadar tatlı ki şaşı beş şeker gibi bir şey. Ekimin sonunda gözünden ameliyat olacak canım. Sonra kalktık karşıya geçmeye kalktık. Abim uçağa yetişecekti. Neyseki yetişti. Trafiğin kabusluğu anlatılmaz yaşanırdı. Dönerken Ozancığım arabada kustu. Okul servisinde de her sabah kusuyormuş. Yol tutuyor garibimi. Karadeniz gezisinde de fena olmuştu. Ben kusma işine pek dayanamıyorum. Annemde dayanamıyor. Dedim ki bizi nasıl büyüttün sen. Kusa kusa dedi:) Sanırım benim de bir bıdığım olursa ben de kusa kusa yaşayacağım. Abim gittikten sonra da evdeki odaların yerini değiştirip kışa hazır ettik. Salonum çok soğuk olduğu için diğer odayı salon yaptık. Sonra Selo ile Asuman Teyze geldi. Hafta sonu böylece bitmiş oldu.

Yavuz abim çok durgun geldi. Emel Abla'da hiç iyi görünmüyordu. MS hastalığından bahsetmiştim daha önce. Yavuz abim Ankara'daki teyzemin oğlu Emel Abla'da eşi yıllardır o hastalığı çekiyor. Çok üzüldüm birkez daha.

Annem de bana bir şey itiraf etti. Şok bir haber. Sanıyorum geçen sene bu zamanlar olsa gerek. Bir ara onlar gelmişti ben yerde yatmam diyip koskoca yatağımda tek başıma yatıyordum. Onlarda salonda yerde yatıyorlardı. Babaannem de öbür odada. Meğer o günlerden bir gece annemin üzerinden bir şey geçmiş bir refleksle eli ile üstündeki şeyi ittirmiş sonra aklına gelmiş ve lambayı yakmış ki benim akreplerden biri. Sonra öldürüp uyumaya devam etmişler. Şaka gibi di mi. Benim evde kalıp yerde yatanlara duyrulur.

Cuma, Ekim 10, 2008

GİDİŞAT

Karamsar değilim ama gidişata üzülüyorum. Hem biz hem dünya büyük bir sınava hazırlanıyor. Yarın gözlerimizi nasıl bir sabaha açacağımızı bilmiyoruz. Ben sosyal hayatımı fonlamakla uğraşıp beş parasızken insanlar yiyecek yemek bulamıyor. Umarım daha beter olmaz ya da olmayız. Artık hep iyi haberler vermek istiyorum. Hayal kırıklığı yaşatmak ya da yaşamak bir süreliğine kapıma uğramasın svp.

NOBEL ÖDÜLÜ MÜ ???

Türk insanı olarak bizim bir yapımız var. İyi işler yaratmış, yapmış insanlarımızı desteklemek dururken yerin dibine sokmak, yermek, kıskançlık yapmak, konuşmak durmak.

Benim şimdi yaptığım kıskançlık ya da başka bir şey değil. Orhan Pamuk'u takdir etmemek ya da edememek. Yurt dışında yaşadığı yerde 2006 yılında aldığı nobel ödülü ile bizi temsil ettiğini hiç ama hiç düşünmüyorum. Ben bir romanını okudum o da Beyaz Kale'ydi o da çok eskiden. Aklımda kalan hiçbir şey yok romanla ilgili. İnsan bir romanı okur da hiç mi aklında yer etmez??? Bende en ufak bir şey yok. Bahsettiğimiz roman da hakkında çeşitli çalıntı iddaları olan bir roman. Eksisozluk'te ya da diğer yerlerdeki yorumları okuduğum zaman başka bir yazar var mıdır acaba diye düşünmeden edemiyorum. Nedeni de dilinin çok akıcı olduğunu dile getiren bir kısım insanla beraber dilinin son derece ağdalı olduğunu türkçeyi hiç iyi kullanmadığını dile getiren iki farklı grupla karşılaşıyor olmam. Ben bir romanını okumakla beraber. Binbir gece masallarını onun çevirisi olan cildini elimde süründürdüğümü hatırlıyorum. Hani bir masal bile elde sürünüyorsa!!! Nobel ödülüne olan itibarımda kusura bakmayın ama pöf yani. Fransız yazar Jean-Marie Gustave Le Clezio'ya bu sene verilen ödül de benim için bir şey ifade etmiyor artık.
Beni rahatsız eden bir diğer hussuz da Orhan Pamuk'un ülkesini seven bir yazar olmadığını düşünmem. Öldürülme korkusu yaşayan nice değerli insan bu ülkenden kaçmadan yaşıyor. Ülkeme nasıl hizmet edebilir diye kıçını yırtıyor.

Çarşamba, Ekim 08, 2008

GÜNEŞLİ SABAHLAR

Gök yarıldı şu dakika itibariyle. Ofiste olmak keyifli dışarıda yağmurun sesi içeride musiki sesi. Artık sabahları sırtıma güneş vuran bir ofisteyim. O enerjiyi almak gerçekten keyifliymiş.

Bayram tatilimiz bitti. Ankara kazan ben kepçe hiç durmadan dolandım durdum. Yedim içtim çatlayacak oldum. Eğlendim, güldüm güldürdüm. Dut oldum, ayık oldum. Şeker çocuklar gördüm. Sonunda ise kürkçü dükkanı bu sefer İstanbul oldu. Ankara iyiydi hoştu ama dönmek iyi geldi. İstanbul'da bir Ankaralı 0lmak Ankara'da bir Ankaralı olmaktan daha keyifliymiş bunu anladım gene...

Çılgınlar gibi foto çektim. Çekiyorum diye bi sürü laf yedim ama gene de çektim. Foto ile yetinmedim video da çektim.

Resimler başka bahara belki de bu akşama, internete bağlı.

Zaman geçmiş geçtikçe güzelleşmiş. Daha da güzelleşecekmiş. Öyle söylendi kullağıma. Ama şimdimi kaybetmişim onu arıyorum bu aralar.