Cuma, Şubat 26, 2010

BİR SOLAK OLARAK

Bir solak olarak. Sol elin şeytana hizmet ettiği martavalıyla çocuklara eziyet edenlerin hepsinin bir taraflarına münasibi neyse o olsun.

Çarşamba, Şubat 24, 2010

DEĞİŞİĞİM BEN KARDEŞ

Festival kapsamında seyrettiğim COLD SOLUS ( " Dondurulmuş Rular " olarak çevrilmiş ) filminde ruhunu çıkarttırıyorsun böyle ruhsuz birine dönüyorsun. Şimdi bu aralar kendimi öyle hisseder oldum. Gene festivalde seyrettiğim Mary and Max'i (animasyon) sevmedim. Sevmeyeni de görmedim:) Bana nasıl iç daraltıcı geldi size anlatamam. Sevenlerini üzmek istemem ama böyle koltuğumda dört döndüm bitsin diye. Arkadaşıma sevmediğimi anlattığımda mümkünse görüşmeyelim dedi. Ben hüngür ağladım sen nasıl sevmezsin bundan sonra senin önerilerin dikkate alınmayacak dedi:) Ben de sevdiklerimi ve sevmediklerimi not ederiz ona göre seyredersiniz dedim.

Aynı şekilde CRAZY HEART filmi de bana afaganlar bastırdı. İlk defa bir filmden çıkmak istedim ama yerim hiç uygun olmadığı için çıkamadım. Jeff Bridges harikalar çıkarmış filmde hatta Altın Küre'yi aldı bu film ile ama ben filme dayanamadım. Onun o alkollikliği sigara içişi yani böyle beni nasıl sıkıntılara gark etti anlatamam.

Ama gelin görün ki THE GOOD HEART filmi ise beni böyle alıp götürdü hiç bitmesin istedim. O da depresifimsiydi o da karanlıktı ama bana afaganlar basmadı. Şimdi milletin hüngür şakır ağladığı filmlerde ben biraz ruhsuz mu oluyorum. Ama sonra bakıyorum kendime Lost'un son bölümünde Jack'in oğluyla konuşması sırasında gözlerim dolu dolu oluyor.

Bazen de arkadaşlarımın duymak istemedikleri şeyleri söyleyiveriyorum. Sen de uzattın ama ne böyle aşk acısı ağla ağla diye.

http://www.imdb.com/title/tt0808285/ ( the good heart)
http://www.imdb.com/title/tt1263670/ (crazy heart)
http://www.imdb.com/title/tt0978762/ (mary and max)

Ay bilmiyorum ben neyim acaba.

Salı, Şubat 23, 2010

NİYE NİYE NİYE

Memlekette yaşananlar saç baş yolduracak cinsten. Hadi o hadiseleri geçtim. İnternette Avrupa'daki durumlarla ilgili yazıları okuduğumda diyorum ki eee bizden ne farkları var. Fransız Telekom'unda yaşanan intihar haberlerine denk düştünüz mi bilmiyorum ama ben habire denk düşüyorum. Geçen yıl 32 kişi intihar etmiş bu sene daha şubat bitmeden rakam 7 olmuş. Özelleştirme hadisesi için yaşanan huzursuzluk falan filan yazıyor sebep olabilecek şeyler için. Nasıl işliyor diye baktığımda gene illahlah diyen kullanıcılar var 3 ay boyunca teknik servisin gelip tamir etmesini bekleyen ama parasını tıkır tıkır ödeyen müşteriler.

Sonra Hollanda sağlık sistemiyle ilgili okuduklarım daha bir saç baş yolduracak cinsten. Eeee diyorum gene, bunlar Avrupa değil mi?

Bizim telekomun 3 ay boyunca sorunumuzu çözememesi filan ne demek. İnternete giremiycen telefon çalışmıycak. Oradaki bürokrasi bizimkinden daha beter. Peki biz niye böyle geri kaldık onlardan çok daha iş bitiriciyken niye niye niye diye sormadan edemiyorum.

Cuma, Şubat 19, 2010

İYİ Kİ DEĞİLİM

Olan bitene gene kuduruyorum ben arkadaş. Herkes sus pus. Cemaatin telefon dinlemelerinde her şey ayan beyan. Bu hükümet hala bir halt yapmamış gibi Arınç'yla Çiçek'iyle açıklama yapıyor. Yeminle sinir hastası olmamak içten değil. Hukukçu olsam kafayı yerdim iyi ki değilim.

Perşembe, Şubat 18, 2010

BİLGİ SAKLAYANLAR DAVUL OLSUN O DA YETMEZ BATLASIN

Bilgi saklayan insanlara uyuz oluyorum. Öyle böyle değil. Ben yapım gereği her öğrendiğimi kapıcı Ahmet Efendiye bile anlatıp bilgilendirme isteği duyan bi insan olduğumdan. Sorduğum soruya cevap alamadım mı gıcık ötesi oluyorum.

Ya şu keçe işine merak sardık. İnternet aramasında belki de o kadar iyi değilim kaynak çok bulamadım. Allah rızası için nereden alıyorsunuz bir söyleyin ya. Tutankamun hazinesi mübarek kimsenin bir bok dediği yok.

TAMİRCİ KÖLEM OLSA KEŞKE

Nasıl uykum var anlatamam. Uyutmuyor şerefsizler. Kudurukluk da sınır yok. İlla da benim bulunduğum yer de kudurulacak. Gidip içerde kuduralım demek yok.

Dün kombim bozuldu. En korktuğum şeydi. Allahtan hava, kar kıyamet değil. Ama sardunyalarımı dondurdum çok mutsuzum blog güzellerim gidiverdi.

Bu eve taşındığımdan beri nelerim bozulmuş bir çetelesini çıkartalım bakalım.

  1. Ilk bilgisayarım
  2. Buzdolabımım 3 kere
  3. Çamaşır makinasının kapağı abimin elinde kaldı
  4. Bulaşık makinası
  5. Laptop
  6. Şifoniyerin ayakları 5-6 kere kırıldı. Sonra da menteşe yerinden ayrıldı
  7. Kedilerin tırmalamaları kırıldı
  8. Sokak kapısı bir ara kapanmıyordu
  9. Taharet musluğu 5 kere tamir oldu
  10. Antredeki lamba Aycan sayesinde tamir oldu.
  11. Kombim tamir olacak inşallah
  12. Arabanın kaç kere tamir olduğunun sayısı yok. Bujiler, egzos, direksiyon yağınını bir şeysi, motorun su deposu, silecekler daha nicesi hatırlamıyorum büyük ihtimal.
İşte liste böyle hatırlarlamadıklarım uzar gider belki de. Bir süre benden uzak dursa tamir işleri nasıl sevinicem. Ya da mala gelsin cana geleceğine yeterki canımıza bir şey olmasın.

Salı, Şubat 16, 2010

GERÇEK GIDANIN PEŞİNDEN GİDİN


Gene aktivist filmlerden giriyorum konuya. Gıda Ltd yani Food Inc.'i seyrettim. Bu dünyayı ilaç şirketleri ve gıda şirketleri yönetiyor. Silah Sanaayini saymıyorum. Amerika'daki sistemi anlatıyordu ancak bize hiç yabancı değil. Artık bir şey yapmalı diyorum. Daha uyanık olun en azından alışverişinizi yaparken. Film çıkışı Defne Koryürek ile bir söyleşi vardı. Soru cevap şeklinde. O da bize büyük görev düşüyor dedi. Eğer tüketiciler olarak bilinçli olursak. Neyi talep edersek arz da o şekilde olur dedi.

Bugün bütün abur cuburlar, pazara gidip almak istediğiniz brokoliden, meyveden daha ucuzlar. Film de buna parmak basıyordu. İyi ki Amerikalı değiliz iyi ki Amerika'da yaşamıyoruz diye düşündüm. Ve öyle bir sistem kurulmuş ki .Gıda Sanayi'ni koruyan kanunlar çıkıyor habire. Bugün GDO'lu tohum ekmek istemeyen tohumlarını saklayan çifçiler Monsanto'nın görevlendirdiği elemanlarca takip edilip cezai yaptırımlara maruz kalıyorlarmış. Ve söyleşide bir adam söz aldı. Bir kitap yazmış bugün yarın çıkacak dedi. Bizde de böyle olacakmış. Kaçbin yıllık sağlıklı tohumunu ekemeyeceksin hibrid tohumları kullanmak zorunda kalacaksın.

Gerçek gıdayı anlatıyordu film. Bunun peşine düşmeliyiz arkadaşlar. Bugün Amerika'da daha ucuz olduğu için ineklere mısır yediriyorlarmış. Ve mısır kolibasili yaratıyormuş bunların midesinde. Kolibasiliden kurtulmak içinde amonyakla etleri temizliyorlarmış. Var mı allasen böyle şey. Biz de bildiğim kadarıyla hala ot yiyor inekler. Yani bizim köydekiler öyleydi. Zaten ben etten hiç hazzetmem her eti yemem. Kasabımda taaa karşıda Suadiye'de.

Daha neler neler. Mısır üretimi o kadar ucuz ve yaygınki Amerika'da dünyana yetecek kadar. Meksika'da bu yüzden çifçilere mısır ektirmemişler. Onca Meksikalı işsiz kalmış sonra bu uluslararası et üretim tesisleri bu kaçak işçileri işe almaya ve sömürmeye başlamış. Bu kaçak işçileri de arada polise gammazlayıp danışıklı dövüş bir sistem kurmuşlar. Yeni işçiler geliyor 50 tanesini gammazlıyor yeni 50 si geliyor. Ve şirketlere hiçbir yaptırım yok. Ya gene burada yazmıştım Fast Food Nation diye bir film seyretmiştim de sistemin korkunçluğunu anlatmıştım. Ama o kurguydu bu ise yüzde yüz gerçekti. Hoş o kurgu olanı da gerçekleri yansıtsın diye çekmişlerdir. Imdb'de baktım 6 küsur puan almış. İçi boş görsel efekti Avatar neredeyse 9 puana geliyor.

Napıcam bu dünyayı nasıl kurtarıcam ben. Herkül olmak işe yaramıyor. Sizi uyandırayım diyorum. Kimsenin haklısın diye bir yorum yaptığı da yok. Okuyor musunuz okumuyor musunuz onu da bilmiyorum.

Neyse dün www.fikirsahibidamaklar.org bize bilgi pusulası ve büyüteç dağıttı. Aldığımız gıdaları kontrol ederek alalım diye.

Pazartesi, Şubat 15, 2010

THE AGE OF STUPID

The Age of Stupid: Trailers: Global Premiere from Age of Stupid on Vimeo.



Geçen sezon Beşiktaş Kültür Merkezinde ücretsiz gösterimdeyken gitmemiştim sonra da aklımdan uçmuş gitmiş. BKM'nin salonunu son derece kullanışsız ve ergomiye ters bulduğum için hiç orada filmi izlemek aklımın ucundan geçmedi bile.

If'de aldığım biletlerden biri de bu filmiş ve ben farkında değilmişim. İzledikten sonra suratıma tokat yemiş gibi oldum. Hani bir kaç gönderi önce serzenişte bulunmuştum kimsenin hiçbir şey umurunda değil diye. Bu film ile daha da gaza gelmiş hislerim var. Filmde çizim olarak gösterilen animasyonlar çok hoşuma gitti. Çinden üretilen oyuncağın nasıl dünyada kullanıma sokulduktan sonra ayak altında kırılarak gemilerle çindeki bir çöplüğe 59 bin yıl boyunca kalacak şekilde geri gönderilmesini ya da karbon salınımında Amerika'nın dev boyutta resmedilmesi afrika nın ise cılız bir insan görünümde çizilmesi çok hoşuma gitti. Hiç olumlu olumsuz bir şey okumadım. Sinirim bozuluyor böyle sıçmış eleştirileri görünce. Film biterken diyor ki herkesin bir kotası olmalı karbon salımınızı o şekilde azaltmayı hedefliyebilirsiniz. Özellikle uçağa binmek çok büyük bir salınım demek. Ankara'ya giderken özenip daha çabuk ve ucuz olsun diye Pegasus'tan iki sefer bilet almıştım. İlk biletimi 5 Mart'a öteletmiştim. İkinci biletin dönüşünü de onlar iptal etmişlerdi. Rötardı, boktu, püsürüktü eziyetiydi derken tövbe etmiştim uçakla Ankara'ya gitme olayına. 5 mart'taki biletimi de kullanayım bir diyordum. Bu filmden sonra kişisel nedenlerden çok küresel ısınmayı da dikkate alıyorum artık. Bir daha uçakla gereksiz yolculuklara hayır. Biliyorum böyle çok uç bir insan modeli çiziyorum. Zaten çevremde beni algılayan pek yok. Yani elbette var ama kendime hasım hiç yandaşım yok anlayacağınız. Belki hak veren vardır ucundan ama uygulayan accık. Hoş annem böyle bir insan olmasa ben bu kadar duyarlı olur muydum bilmiyorum. Annem iyi ki benim annem.
Neyse öyle internet selebiritisi değilim maalesef. Verdiğim aklı başında bilgiler çok insana ulaşamıyor. Yazsaydım fırtınalı hayatımı belki meşhur olurdum. Sizler de ucundan benim dünyayı kurtarma projeme dahil olurdunuz. Napalım sıkıcı blog olmayı tercih ederek böyle yazmaya devam.

http://2010.ifistanbul.com/tr/Movie/age-of-stupid

http://www.imdb.com/title/tt1300563/

bir de film sonunda www.notstupid.org adresi var girip inceleyin derim.

AN EDUCATION


If kapsamında seyrettiğim ilk film " An Education" oldu. Çok beğendim böyle beni kaptı götürdü film. Eksisözlük'te dallamanın biri ha düzeldi düzelecek diye seyredersiniz ama bir türlü düzelmez ya öyle bir film demiş. Diyen de eksisozluk selebiritisi. Yürü git asabımı bozma diyesim geldi kendisine.

İki yıl önce gene festival kapsamında seyrettiğim ve beni büyüleyen önüme gelene anlattığım sonra bir şekilde meraklısına ulaşan film WristCutters değerinde bir film oldu benim için. Elbette WristCutters'in yeri bambaşka ama bu da gönlümdeki yerini aldı. Festivalden sonra vizyona girer mi bilmiyorum ama dvd'sini bir şekilde edinin ve seyredin derim.

Ahan da linki.
http://2010.ifistanbul.com/tr/Movie/an-education
http://www.imdb.com/title/tt1174732/

Cuma, Şubat 12, 2010

HOP HOP ALTIN TOP

Firefox'u çok seviyorum ya. Şimdi böyle allı güllü banner da yükledim adına başka bir şey deniyor ama unuttum. Internet explorer da kimmiş ve ne sıkıcıymış. Bir de ben open office kullanıyorum evdeki bilgisayarımda. Microsoft dayatmasına son. Tabii her belge ve dokümanı açmayabilir. Bir de Ubuntu diye bir işletim sistemi varmış. Onun cd si geldi ücretsiz. Yaşasın özgür kaynak açılımı. Bu arada Facebook'a da kılım. Habire arayüz mü değişir kardeşim.

Hava bahar gibi. Hava böyleyken kalorifer yandı mı evler, işyerleri sıcacık oluyor ya deymeyin kefyime:)

If bağımsız filmler başlıyor. Ben de uzak duramadım aldım bir kaç filme.

Perşembe, Şubat 11, 2010

YABAN MERSİNİ


Oyy oyyy, Dün ingilizce kursuna gitmekle gitmemek arasında gidip geldim. Sonra hadi dedim ki! Ev biraz daha çöp ev olarak kalabilir. Harbiden çöp ev şu an. Akşamları koltuğa oturduktan sonra kalkmak mümkün olmuyor. Eve gidip yemek derdiyle uğraşmak da günü bitiriyor gibi geliyor. Saat 8'e kadar o işi halletsem de sonra canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Yemek yemek de gıcık olduğum bir şey. Niye acıkıyoruz ki! Acıkmasam öyle günlerce yemem. Canım bir şey çekmez.

Ama sarallenin bitteri çıkmış onu bi denemek istiyorum:)


Yumuk ve Mumuk kendini köpek sanan kediler. Ya da kediler böyle bilmiyorum. Kedinin karakteri vardır. Gider köşesinde yatar filan yalan. Kediler bensiz hiçbir şey yapmıyor. Tuvalete beraber, banyoya beraber, yatmaya beraber yani nereye gidersem beraberiz. Ayağım altında dolanan iki tane tosun. Ay bir gidin yok hep beraberiz. Ev çöp ev halinde olduğu için kendi yatağımın nevresimleri çıkık 10 gündür. En sevmediğim ev işi nevresim değiştirme. Hazır nevresimi takılı olan yatakta yatıyorum ben de. O da onlarca çiçeğimin olduğu oda. Tabii Yumuk'la Mumuk'a yasak olan oda. Gece kapı kapalı yatıyorum. Yattıktan sonra aralıklarla kapım tırmalanıyor. Miyav miyav ağlanıyor. Nasıl yapıyorlar bilmiyorum sürekli bir omuz atma sesi kapıya. Kalkıyorum bir iki seviyorum. Sonra gene kapıyı kapatıp yatıyorum iki saat sonra gene başlıyor. Böyle sabaha kadar devam ediyoruz. Bugün artık kendi odamda kapı açık yatmalıyım ki sadece kafamda tepindikleri için uyanayım. Kapı yumuruklama sesine değil. Bugün sabah 4 sanarak kalktığımda ya benim bebekler olsaydı da emzirmek zorunda kalsaydım diye geçirdim içimden. Ay allahım iyi ki bebek memek yok dedim. Öyle sevgi dolu bir his gelmedi yani içime. Sonra saatin aslında 6 olduğunu farkettim.

İnsan çok sevmese bu eziyete katlanmaz sanırım. Eziyet gibi de gelmiyor zaten. Ama evde başka biri olsa heralde hem beni hem kedileri sokağa atardı:)


Güneş açtı ay nasıl farklı geldi şimdi. Sanki yıllardır görmemiş gibi hissettim. Bu kış bıktırdı mı ne? Annemin kansızlık adına bana yarattığı çözümler en son kuru kara üzümün kaynatılarak haşlanması sonra blenderdan( türkçe gelime bulamadım buna) geçirilmesi ve o püre gibi şeyin sabahları aç karnına yenmesi. Bakalım yiyorum. Bir de yaban mersini almış annem bana o ne güzel şey öyle ya.

Yemek yemeyi sevmiyorum demiştim di mi:) Hoş valla sevmiyorum.

Pazartesi, Şubat 08, 2010

BOŞVERMEYİN

Akşam yatağa yattıktan sonra sabah olmadan bile hayatınızın artık farklı olabileceğini biliyor musunuz?

En düşünceli, peygamber gibi sabrı olan iyi yürekli kuzenimin bir gecede hayatı farklı bir yön aldı. Oğlu uykusunda nöbet geçirdi. Çok şükür ki beraber yattıkları için hemen uyandılar ve dilini çekerek nefes almasını sağladılar. Şimdilik net değil ama epilepsi olma ihtimali var. Büyük ölçüde İyileşen bir hastalık anladığım kadarıyla.

Gözlerinizi kaparken ne vakit ne için uyanacağınızı bilemezsiniz. Onun için hayatı boşvermeden yaşayın.

Cuma, Şubat 05, 2010

KÜÇÜK DÜNYALARIMIZ

Gidişatım acaba bakırköy'de son bulur mu? Bu aralar olup bitene acayip takıntılıyım. Bu Asus'tan sonra daha tepkili bir Çakıl doğdu. Size Asus ile ilgili neler yaptığımı basamak basamak anlatasam mı acaba? Ama o kadar yoruldum ki? Anlatasım da yok. En son Kanada'ya ve Tayvan'a faks ve e-posta gönderdim. Kanada'dan üzgünüz sizin bölgenize bakmıyoruz diye e-posta geldi. Ama Tayvan da Asya ülkesi olduğu için bir ses yok. Türkiye'nin başka versiyonu olduklarını düşünüyorum.

Neyse herkes çiçek böcek derdinde. Niye kimse tepkili değil diye taktım şimdi de. Bloglarda facebook da çiçek böcek nereye kadar. Sonra sanane çakıl insanlar ne isterlerse yazar ya da illa senin gibi dellenecek değilller ya diyorum. Ama yetmiyor herkes benim gibi olmalı diyorum. Valla bu tekel işçilerine bravo diyorum. Mücadele ettikleri için. Hiçbirimiz hiçkimse mücadele etmiyoruz. Sevdiğimiz o çantayı alacak mıyız ? yoksa o kıyafet indirime girmiş mi? ay bebeğim çişini söylüyor artık. Şak şak şak yani tek dert o değil mi? Böyle küçük dünyalarda yaşamaya devam edelim, edin. Kimsenin kimseye faydası dokunmasın. Taş atmayalım kolumuz yorulmasın. Benim çevremde de kendi dünyaları içinde koybolmuş bir sürü insan dolu. Valla herkes gözüme batıyor artık.

Amerika'daki bonus alacak banka CEO'larına da kılım. Victoria Beckham'ın 1 milyon sterline yaklaşan çanta koleksiyonu varmış .O çantalar içinde boğul diyesim geliyor. Abicim her zengin şu dünyaya bir şey katsa nasıl yaşanır yer olur.

Hükümetin HasanKeyf takıntısı devam ediyor. Şimdi kaynak için türkiye içinden destek arıyorlarlarmış garanti ve halkbankası destek olacakmış da falan da filan. Kimin umrumda di mi? Bize ne Hasankeyf'ten di mi?

Çarşamba, Şubat 03, 2010

ASUS MAĞDURUYUM

03.02.2010


Sayın İlgili,


04.12.2007 tarihli aldığım F3SV serili Asus Marka bilgisayarımın menteşe yerinden 4 ay önce durup dururken parça kopmuştur. Zamanla menteşe yerindeki zarar daha çok hissedilir hala gelmiştir. Bunu ilk fark ettiğim zaman dizüstü bilgisayarımın bu kadar hasar göreceğini tahmin etmemiştim. Ancak 15 Ocak 2010 tarihinde akşam bilgisayarımı açmam ve kapamamla menteşe yerindeki zedelenme artık tamamen kendini göstermiş ve bilgisayar bağlantı yerlerinden ayrılmıştır. Asus Teknik Servisine hiçbir şekilde telefonla ulaşamadığım için 20 Ocak tarihinde mesaimden harcayarak Çamlıca’daki yerlerine bizzat kalkıp giderek bilgisayarımı kendilerine teslim ettim. Bana garanti kapsamının geçeli bir ay olduğunu ve yaklaşık tutarın 160$ + kdv olacağını ama kesin neticenin bana bildirileceğini söylediler. Daha sonra işe döndüğümde internetten gerek Türkçe gerek yabancı sitelerden Asus’un F3 serisindeki modellerinde kasa çatlama probleminin genel bir arıza olduğunu kimisinin bir yıl kimisinin 3 ay kimisinin 2 yıl içerisinde karşılaştığı bir sorun olduğunu öğrendim. Daha sonra bilgisayar işinde uzman bir abime danışmak için aradığımda Asus’un bu serilerinin problemli olduğunu Asus’un kendisinin bile kabul ettiğini ama açığa çıkarmadığını o nedenle hakkımı aramam gerektiğini tanıdığı birkaç kişinin garanti kapsamı geçse bile parayı ödemediklerini belirtti.

Ben de Asus teknik desteğe e-posta göndererek. Bu sıkıntının onların fabrika hatasından kaynaklı ayıplı mal üretmeleri olduğunu, bunu müşterilerinin üzerine atarak sorumluluktan kaçtıklarını, bu sıkıntının bir kullanım sürresi ile alakalı bir konu olmadığını belirttim. 28 Ocak tarihinde de cep telefonuma tutarın üst kasa ve alt kasa 120 $ ve servis bakım hizmetinin de 40 $ olduğunu belirten bir mesaj gönderdiler. Akabinde servise günde 10-15 kere ulaşmaya çalıştığım halde telefonla ulaşamadım. Sonra 1 Şubat tarihinde mesaimden harcayarak tekrar Çamlıca’daki yerlerine giderek bir yetkili ile görüşmek istediğimi belirttim. Ancak bankodaki bayan elemanlar tam yetkili kendileri olmadığı halde sorunumu kendilerine anlatmamı belirterek esas yetkili ile görüşmemi engellediler. Bankodaki elemanlarına durumumu tekrar anlattığımda bir ara bana hak vererek içeri gitmiş ancak beni görüştürmedikleri yetkilinden standart cevabı alarak bana iletmiştir. Ben de kendisine bilgisayarımı ev dışında kullanmadığımı, hiç taşımadığımı yeri geldiğinde hiç kullanmadığımı belirterek bu halde ancak 2 yıl dayandığını eğer çok daha hor kullanılmış olsaydım kendilerinden kaynaklı bu sıkıntının çok daha önce meydana geleceğini belirttiğimde bana bankodaki eleman o zaman yazık olmuş keşke 1 yıl içinde olsaydı da biz ödeseydik cevabını vermiştir.

Sizden ricam standart olan garanti kapsamı geçmiş olsa dahi hakkımı aramama yardımcı olmanızdır. Bu Asus’un ayıplı malıdır. Tüketicinin üzerinden para kazanmaya devam etmektedir. Hiçbir bilgilendirme yapmadığı için tüketiciler olarak bizi zarara uğratmamaktadır. Yaklaşık 2000 lira verdiğim bir ürün yanlış üretimden kaynaklı bana 300 liraya daha mal olacaktır.

İnternette Asus F3 serisi problem diye arattığımızda bir çok şikayetle karşılaşabiliriz.

Gereğinin yapılmasını arz ederim.