Salı, Mart 25, 2008

O NE FİLMDİ ÖYLE!


Dün Fast Food Nation diye bir film seyrettim. Bazı sahnelerde bilgisayara bakamadım. Baksaydım sanırım kusardım. Amerika'nın fast food sektörüne, etlerin nereden tedarik edildiğine, Meksika'dan gelen kaçak işçilerin haline iyi mi kötü mü diye yorum yapamayacağım bir filmdi. Ama bence insanı kalbinden vuruyordu. Bir daha Burger King ya da Mc Donald yer miyim açıkçası bilmiyorum. Aslında et de yemezdim diyeceğim ama o kadar uzun boylu değil. Hoş hayatımın 5 yıl kadarında vejeteryan takılıp. Sonra yiyecek bir şey bulamayıp her gittiğim yerde sıkıntı yaratan insan modelinden sıkılıp gerisin geri et oburluğa döndüm. Ama şunu itiraf edeyim. Etkolik değilim doktoruma göre hergün et yemem gerekirken ben haftada en fazla 3 kere et yiyorum. Öyle değişiklik olsun diye farklı bir hayvan yemem. Etin her türlüsünü de yiyemem. Köfte ya da baharatlı et olursa. Kazmış, ördekmiş şuymuş buymuş hayatta yemem her türlü söylenecek söze de katlanırım. Ama şu bir gerçek ki çoğu sektörde hayatımızı etkileyen, zararlı olduğu biline biline pazarlanan ürünleri ya kullanıyoruz ya da yiyoruz. Şirketler ceplerini doldursun diye. Önce insan mı sorusu çok önemli. Öncelik ne olmalı? Ben bu dünyadan değilim onu biliyorum da gözler hırstan bürünmüş insanlar bu dünyadan mı?

Perşembe, Mart 20, 2008

ŞAPŞAL MIYIM

Valla ben pek şapşalım. Hani herkes diyordu da hak verdim hakikaten.

Bloglarda gezinirken fimo hamuruna merak sardım. Pino merak salmıştı tee ne zaman yapar yakar dururdu. O zaman heveslenmemiştim ama Arnavutköy'de resim malzemeleri satan dükkana girince fimolar aklıma geldi. Aldım sarı yeşil iki paket. Aldım ama 3 gün boyunca çantamda taşıdım durdum. Dün sabah çantamdan çıkarmıştım. Gece yatmadan evvel gözüme takıldılar. Aldım elime yaptım bi şeyler. Ay dedim fırınlıyım da bunları şimdi. Saat 12'ye geliyor bu arada. Koydum fırına evi derleyip toplamaya başladım. Bir koku geliyor ama oralı değilim çünkü daha yeni koydum fırına. Bir girdim ki mutfak duman altı. Yanmış bizim fimolar. Ek olarak belirtmeliyim ki. Fırınım normal evlerde olan fırınlardan değil. Minicik bir şey ama canavar gibi. Derece düğmesinde 1'den 8'e kadar numaralar var. Hangi numara hangi derece bilmiyorum. Ben de getirdim 8'e. Kimbilir 8 belki de 200'e denk geliyor. Neyse normal insan pencere açar di mi? Eeee şimdi bende hırsız korkusu var. Pencereleri açamadm ilk başta güyaaa mutfağın kapısını kapayınca kurtulacağım dumandan ve kokudan. Neyse dedim olmayacak böyle mutfak camını sonra da yattığım odanın da camını araladım. Bütün ışıkları da yaktım öyle yattım. Camlarda demir var ama gene de var böyle bir tırsaklık.

Fimo maceram başka bahara kaldı.

Bir de başka bir konuyu merak ediyorum kendimle ilgili. Bir şeyler yazarken bazen bakıyorum eksik yazmışım ya da kelimenin ekini unutmuşum. Acaba beynimle el koordinasyonum tutmuyor mu? Çok mu dalgınım? Bir açıklama getiremedim.

Bir de "a" ve "o" problemim var. Sadece yazarken değil söylerken de. Mesela yoga yazağım di mi. Ki şimdi bile önce yago diye yazdım. Sonra düzelttim. Bunun mutlaka vardır bir açıklaması. Başka böyle bi sürü kelime var. Mayo, Karo, Koro, Kakao ( inanır mısınız 3. seferde doğru yazdım). Aklıma gelmedi başkai vardır ama kabusum olan böyle kelimeler. Mesela yukarıdaki "inanır mısınız" kelimesini "inanır mısın" diye yazmışım. Niye o -ız'ı eklemeyi unutuyorum çözemedim.

İşte böyle.

Çarşamba, Mart 19, 2008

FİL BİLE


Gazetelerin internet sitelerini hatmederken bir habere denk geldim. Kenya'da doğal hayatın koruma altına alındığı bölgede bile avcılar fili dişleri için avlamaya kalkmışlar. Filin başında mızraklar saplı bir fotoğrafı vardı.

Aklım almıyor. Koskoca hayvanın dişleri için avlanmasına. Dişlerinden süs eşyaları yapılmasına. Biz Afrika'ya ya da fillerin doğal alanı olan diğer ülkelere uzağız ama hediyelik eşyalara hiç de uzak değiliz. Ne olur gittiğiniz hediyelik eşya fuarlardan ya da dükkanlarından bu çeşit ürünleri almayın. Çünkü alıcısı oldukça arz devam edecek. Bir süre sonra ancak kitaplardan okuyacak ya da videolarından seyredeceğiz nesli tükenen hayvanları. Fil bile her hayvanat bahçesinde olan hayvan, gün gelecek o da tükenecek. Bu dünya yaşanmaz bir hale gelecek biz insanların sayesinde. Onun için biz birey olarak üstümüze düşenleri yapalım.

Salı, Mart 18, 2008

PEK YAZIK

Ağlanacak hallerine gülüyorlar hatta zil takıp oynuyorlar. Yazık ne diyelim. Aklı başında olan insan idanameyi okur da yüzü kızarır. Size oy verenlerin de yolu açık olsun. Ne güzel bir memleket yarattılar. Tam da yaşanmak istenecek bi yer. Çoluk çocuk cümbür cemaat.
Biz ne yapsak acaba toplu intihar mı etsek yollarında daha rahat ilerlesinler diye. Köstek oluyoruz malum.

Perşembe, Mart 13, 2008

BENSEL

Biraz da bensel takılalım. Türkiyesel gidişat hoş değil, içimiz karardıkça kararıyor çünkü.

Annem hala bende kalıyor. Şimdilik ev almaktan vazgeçildi. Borca harca girmeye gerek yok diyerekten. Kiralık ev de bulamadık. Benimki diğerlerinin yanında saray kıvamında. Yukarı taşınacaktık Güler Hanım yan çizdi. Biz de en iyisi evden çıkmayalım boşuna da masraf yapmayalım dedik. Ev sahibine dedik demirleri değiştiriyoruz. İşin gıcık tarafı benim ev boşken meğer demirlerden hırsız girmiş. Önceden söyleselerdi belki de bu iş başımıza gelmezdi.

Bu yazıya başlamıştım ama yarım kalmış.

Demirler cumartesi günü takıldı. Ege teyze cumartesi annem pazar Ankara'ya döndü. Kaldım bir başıma gene.

İş aramıyorum bilmem niye. Kendimle ilgili koyvermişliğe devam. Mozaiğe merak sardım herhangi bir girişimim yok ama olmasını diliyorum. Bilgisi olanların bilgisine açığım. Şİmdilik bu kadar.

Cuma, Mart 07, 2008

GÜNDEMDEKİLER

Başılığı atınca dedim bu isimde bir program vardı. Kimindi? Neredeydi? İnternetten baktım ki Murat Birsel'in programıydı hatırımda kalan.

Valla bizim gündem bence hiç iç açıcı değil.



Danıştay din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin mecut içeriğiyle zorunlu tutulmasını hukuka aykırı bulmuş. Hemen bardakgillerden bardakçıbaşı buyurmuş yargı dine karışmasın. Yuh mu desek acaba çok mu ileri gideriz. Türban takanlar zulüm görüyor diyenlere. Zorunlu din dersinin aslında kendi dinleriyle alakası olmayan çocuklara okutulması bir de geçme kalma stresi yaşatılması zulüm değil de ne!!! Ben lisede din dersinde kalıyordum neredeyse. Neden o duaları ezberlemek zorundaydım acaba bi açıklaması var mı????Hem de kendi dilimde anlamını bilmeden.

Mustafa Mutlu 'nun bugünkü yazısından alıntı pek güzel yazmış eline sağlık.

Danıştay 8. Dairesi, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin mevcut içeriğiyle zorunlu tutulmasını hukuka aykırı buldu ya; Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu dün hemen bu kararı eleştirdi:
�Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı�ndan veya ilahiyat fakültelerinden görüş alınmadı. Gönül isterdi ki yargıçlar kişisel kanaatlerine, önyargılarına, kişisel tercihlerine göre değil, konuyu bilim zemininde ve o dinin bilgi metodolojisine göre inceleyip karar versin...�
Pes!
Diyanet İşleri Başkanı, aynı konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi�nin verdiği karardan sonra �Ulemaya sordular mı� diyen Başbakan�a özenmiş olmalı...
İyi de laik ülkelerde mahkemeler kararlarını ne sizin söylediğiniz gibi önyargılarına, veya kişisel tercihlerine...
Ne istediğiniz gibi �o dinin metodolojisi�ne göre verirler Ali Bey...
O kararlar �yasalar�a göre alınır!
Ama siz istiyorsunuz ki; yasalar bir yana bırakılsın, mahkeme kararları dini emirlere göre verilsin...
Bunun adı şeriat sistemidir ve bu sistemi savunmak suçtur!
Tabii; �dini metodoloji�ye göre değil, mevcut Anayasa ve yasalarımıza göre...

Başka bir konu da herkeslerden gizlenen hukukçulara, sivil toplum kuruluşlarından hiç kimseyle görüşülmeden Amerika'ya tartışılmaya götürülen sivil anayasa taslağımız. Gene pes vallahi. Utanmıyor musunuz bre allahsızlar. Şaka gibi inanın yani sinirlenmemek kafayı yememek mümkün mü?
Ve pek sayın %47 biz Amerikanyanın bi eyaleti miyiz acaba????

Berdel istemediği için öldürülen Batman'lı kız. Eee!!! bunun niçin ne yapıyorsunuz? Kadından sorumlu pek sayın devlet bakanımız Nimet Çubuklugil.

Çok uzun olunca insan okumaya üşenebiliyor ama bu yazıyı da buraya eklemek istiyorum.
Milliyet'ten Meral Tamer yazmış.

KAGİDER’in Brüksel’deki açılışında öfkeli bir bakan!

Kadın Girişimciler Derneği KAGİDER, Gülseren Onanç’ın başkanlığındaki yeni yönetim kuruluyla birlikte misyon değiştirdi.
Onanç’ın ifadesiyle “5 yıl önce girişimci kavramını kadınlar arasında yaygınlaştırmak için bir araya gelmişlerdi; ancak Türkiye’de kadına biçilen rolün iyi bir anne ve eş olmaktan öteye gitmediği, kadınların işgücü piyasasından hızla çekildiği bir ortamda kadın-erkek eşitsizliğini ortadan kaldırmak, kadın girişimcileri yüreklendirmekten daha acil bir hedef olarak ortaya çıktı.”
Ve KAGİDER, bu yeni misyonu doğrultusunda “AB yasalarının çok önemli bir araç” olduğu görüşünden hareketle, AB kurumlarıyla iletişimi güçlendirmek üzere Brüksel’de ofis açtı. Bir grup gazeteci olarak bizler de Brüksel’e giderek bu açılışa tanıklık ettik.
Yazar Elif Şafak ve Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ayşe Soysal, açılışta yaptıkları geniş ufuklu enfes konuşmalarla, Avrupalı parlamenterleri ve diğer yabancı davetlileri hayran bıraktılar. Hatta “Bize 2 esaslı konuşmacı armağan ettiniz. Bundan böyle toplantılarımızda biz de bu 2 Türk kadınından yararlanmak isteriz” diyerek KAGİDER’e teşekkür ettiler. İkisinin de İngilizceleri mükemmel, dilleri şiirseldi.

Çubukçu neden sinirli?

Kadın ve Aileden sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu‘nun, “Sessiz durursanız kısa konuşurum, sessiz durmazsanız siyasetçi olarak çok uzun konuşup canınızı sıkabilirim” cümlesiyle başlayan konuşması, davetliler arasında şaşkınlıkla karşılandı.
Gazeteci olarak bizler ise Çubukçu ile ilgili asıl düş kırıklığını, KAGİDER için ertesi sabah Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen toplantıda yaşadık.
Toplantı, Avrupa Parlamentosu (AP) Kadın Hakları Komitesi Türkiye Raportörü Emine Bozkurt tarafından düzenlemişti. Türkiye’deki kadın haklarıyla ilgili 2 raporun altında imzası bulunan Bozkurt, şimdi 3. raporunun ön hazırlığı içindeydi ve birkaç ay içinde tamamlayacağı bu rapor, AP Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten’in hazırlayacağı Türkiye İlerleme Raporu’na girecekti.

Fırsat Eşitliği Komisyonu

Bu bilgileri veren Bozkurt, 2. rapordan bu yana meydana gelen olumlu gelişmelere değindikten sonra, AB’ye 3 yıl önce söz verildiği halde bir türlü kurulamayan TBMM Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu’na lafı getirince Çubukçu:
“Başörtüsü sorunuyla ilgili olarak, hükümetin kararlı davrandığı zaman, kısa zamanda ne kadar büyük gelişmeler kaydedebileceğini, bir kez daha görmüş olduk. Kararlı olduğu bir konuda bu kadar hızlı hareket edebilen hükümet, üzerinde 3 yıldır çalışmalar yapılan TBMM Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu konusunda da, umarım verdiği sözleri en kısa zamanda yerine getirir.”
Biz gazeteciler de Çubukçu’ya bu konuda 1-2 soru sormaya kalkınca, birden serin kanlı Çubukçu gitti, Başbakan’ın son dönemdeki öfkeli ve tahammülsüz haline benzer bir Çubukçu geldi.
Soru sormaya teşebbüs eden biz gazetecilere “Demek ki bu komisyondan başka AKP’yi eleştirecek bir şey bulamıyorsunuz; bu da bizim başarımızdır” diye çatarak toplantıyı kısa kesti. Sonra da Emine Bozkurt’a “Bu konuları neden gazetecilerin önünde gündeme getiriyorsunuz” diye sitem etmiş.


İşte gündemden başlıklar ve konular. Daha çoook şey var ama sıkıcı olmak istemiyorum. Umarım güzel bir hafta sonu geçirir herkes.



Çarşamba, Mart 05, 2008

SİVAS 93

Dün Sivas 93' e gittik. Bir kez daha tokat gibi çarptı ülkenin acı gerçeği, yobazlığı, işine gelene şiddeti. Unutmuşuz demek! halbuki o dönem gazetelerden okumuştuk devlet büyüklerimiz ( büyük demeye dilimiz varmıyor ne yazık ki) ne açıklamalar yapıyor? Dava seyri nasıl gidiyor? Bilerek isteyerek 33 aydın insan büyük küçük müslümanlık kisvesi adı altında yakıldı. Ve herkes seyirci kaldı. Bu mudur müslümanlıktaki insan sevgisi, vicdanı. İnanın o insanlarla aynı havayı solumaktan utanç duydum dün.
Aradan 15 yıl geçmiş değişen ne var? Kocaman bir hiç!!! Malatya'da insanların boğazı kesildi. Ne oldu? Kocaman bir hiç!!!
Sizinle aynı ülkenin vatandaşı olmaktan dolayı utanç duyuyorum. Sizinle aynı havayı solumaktan, size benzeyen yöneticiler tarafından yönetilmekten. Hiçbir vasfı, bilgisi, birikimi olmayan, sadaka ekonomisiyle ülke yöneten, takkiyecilik sıfatları olmuş, ülke sevgisi nedir bilmeyen, ülkeyi parsel parsel satan, at gözlüklü, sonradan görme, biçimsiz, zevksiz, rüküş, çirkin, vurguncu yöneticilerden neftet ediyorum ve utanç duyuyorum.
Utanmadan Almanya'da yangın yüzünden ölen vatandaşlarımız için gözyaşı dökerken burada yakılan insanlarımız için kocaman bir ne olmuş çıkabiliyor o sevimsiz ağızlarınızdan . Aziz Nesin az demiş bu ülkenin % 80 ni aptal. Sizden ne köy olur ne kasaba. Orta çağ karanlılığını hakkediyorsunuz öyle de yaşıyor ve davranıyorsunuz.

Anlamadığım kadınların, kızların buna gönüllü olması. Kusura bakmayın ama benim göz zevkimi bozuyorsunuz giydiğiniz palyoçaya benzeyen kiyafetlerle.

Sizinle aynı otobüse bindiğim, aynı marketi kullandığım, ayın şehri, ülkeyi paylaştığım için utanıyor ve tiksinti duyuyorum. Gözlerini kan bürümüş, insan demeye bin şahit isteyen şeriat yanlısı insacıklar. Siz hiçbir şeyi hakketmiyorsunuz. Yazıklar olsun !!!!


Sivas 93'le, yaşananlarla ilgili Cumhuriyet Pazar'dan bir alıntı.


Cumhuriyet Pazar - Miyase İlknur,

Unutmayın diye SIVAS 93

Genco Erkal, 2 Temmuz 1993'te yaşanan Sıvas katliamını sahneye taşıdı. Görsel tasarımıyla o günü ve duruşmaları an an yaşatan Sıvas 93'ün müzikleri Fazıl Say'a ait. Erkal'ın amacı katliamın unutulmasını engellemek ve tüm Türkiye'yi bir yüzleşmeye çağırmak. Çünkü bu yüzleşme yaşanmadan ne gelecek var, ne de sükûnet...

Unutmak sorumluluktan kaçmaktır. Bunun için Sıvas, toplumsal hafızadan en çabuk, en hızlı atılan katliam oldu. Dahası sözü ve erki elinde tutanlar 2 Temmuz 1993 ve o gün yakılan 33 kişiyi tarihten silmek istediler. Politikacılar, köşe yazarları "Yeter artık, unutun" dediler, hatırlatmayı insan olmanın sorumluluğu sayanları hain, bozguncu ilan ettiler ve bir daha tekrarlanmasın diye bellekleri diri tutmak isteyenler giderek azaldı. Dahası, otelin alt katına bir kebapçı açıldı ve o gün misafirlerinin yakılmasını seyreden ve seslerini yükseltmeyen Sıvaslılar "Madımak müze olsun" talebiyle hop oturup hop kalktılar. Sonunda Kültür ve Turizm Bakanlığı otelin müze olamayacağına dair gerekçelerini de hazırladı ve mülk, insan hayatının ve vicdanının önüne geçti...

Oysa yakın tarihimiz bu unutmaların ağır bedelleriyle yüklü, dahası her unutulan katliam, yenisinin hazırlayıcısı oldu, Maraş, Çorum, Malatya, Sıvas, Gazi...

Ancak 1993 Sıvas'ının unutulmasına karşı duranlar da var. Genco Erkal bu duruşunu sahneye de taşıdı, Sıvas katliamını yazdı ve sahneye koydu. "Sıvas 93" adlı belgesel-oyunun müziklerinde Fazıl Say imzası var. "Sıvas 93"ü Genco Erkal'la konuştuk.

- Muammer Karaca Tiyatrosu'nun sanat yaşamınızda önemli bir yeri var sanırım.

Evet, evet. Ben ilk profesyonel sahneye burada çıktım. 1959 yılında Müşfik Kenter'in Devlet Tiyatrosu'ndan ayrılıp İstanbul'a geldiği sezon, ben de profesyonel oldum. Neredeyse elli yıla geliyor. Buralardan çok geçtik, onun için Muammer Karaca Tiyatrosu'nun sanat yaşamımda böyle bir yeri var.

Bütün çabalar, Madımak Oteli'nin müze olmasının önüne çıkarılan yasal engeller de geri tepti, Sıvas katliamı unutturulmayacak. Genco Erkal katliamı, tanıklarına, mahkeme tutanaklarına ve yazılanlara dayanarak oyunlaştırdı. Sıvas 93 belgesel bir oyun, sahnede 2 Temmuz'u bire bir canlandıran görüntüler belleklerin üzerine atılan örtüyü de kaldıracak. Oyunun müzikleri Fazıl Say'a ait... Genco Erkal "Eğer bir daha böyle bir şeyin yaşanması gerçekten istenmiyorsa, bu toplumun Sıvas Katliamı ile sonuna kadar hesaplaşması gerekir" diyor "Oyunu yazmamın nedeni de bu".

- Geçmişteki oyunlarınıza baktığımızda çok ilginç türde oyunlar görüyoruz. Tek kişilik oyunlar, senfonilerin üzerine kurulmuş oyunlar. Sıvas Katliamını "Sıvas 93" adıyla sahneye koyuyorsunuz. Bu, belgesel tarzda ilk oyun mu?

İlk değil. Daha önce 1971'de, Küba Devrimi üzerine "Havana Duruşması" oyunumuz vardı. Bir yıl sonra "Soruşturma" diye bir oyun oynadık, Almanya'da Nazizim'in iktidara gelmesini, toplama kamplarını ve mahkemeleri konu alıyordu. Allende iktidarı ile ilgili bir oyun, "Şili'de Av"ı yaptık. Bir de "Alpagut Olayı" diye Türkiye'deki maden işçilerinin grevini anlatan bir oyunumuz vardı.

- Kemal Türkler'i Türkiye'ye tanıtan işçi eylemi...

Evet. Sizin anlayacağınız, yerli yabancı bir hayli belgesel oyun deneyimimiz var. Fakat, böyle baştan sona görsel malzeme eşliğinde, tamamen gerçeklere dayanan bir belgesel oyun galiba ilk kez yapılıyor. O nedenle biz de çok heyecanlıyız. Nasıl üstesinden geleceğiz, bu işin? Siz teksti okudunuz biliyorsunuz, ama sahnede, sözlerin ötesinde boydan boya o gün Sıvas'ta çekilmiş fotoğraflar, filmler akacak, izleyici gerçeği bire bir görebilecek. Ben oyunu yazarken bir tek cümlesini kafamdan uydurmadım. O gün orada bulunan kişilerin tanıklıklarından, gazete söyleşilerinden, mahkeme tutanaklarından Şanal Saruhan'ın girişimiyle Barolar Birliği tarafından yayımlanan ve konuyla ilgili yazılmış diğer kitaplardan yararlandım. Her şey bire bir gerçektir. Çok üzülerek söylüyorum: Bir şey uydurdum zannedilmesin, maalesef bu acı bire bir gerçektir. İnsanlar bu gerçeği duysunlar, görsünler istiyorum. Bu gerçekle yüzleşmeden olmaz. Eğer gerçekten bir daha böyle bir şey yaşanması istenmiyorsa, bu toplumun Sıvas Katliamı ile sonuna kadar hesaplaşması gerekiyor. Oyunu yazmamın gerekçesi de bu.

- Sıvas Katliamının belgesel tarzda sahnelenmesi bugüne ilişkin kurgunuz mu, yoksa ilk andan beri oyunu böyle mi tasarladınız?

Katliamdan bu yana olan gelişmeler, genel gidişin daha iyiye değil, daha kötüye gittiğini gösteriyor. Özellikle son seçim sonuçlarından sonra ortaya çıkan tablo, sonraki politik gelişmeler, bu konuların üzerinde çok dikkatlice durmamız ve uyarı görevi yapmamız, nasıl bir mücadele sürdürülecekse ona göre kendi yolumuzu çizmemiz gerektiğini gösteriyor. İlk düşüncem katliamın 14. yıldönümünde, Cumhuriyet gazetesinde çıkan Dikmen Gürün Uçarer'in yazısıyla oluştu. "Bu kadar önemli konu var, niçin bizde belgesel oyun daha çok yazılmaz" diyerek Madımak olayını örnek gösteriyordu. Böyle bir yazıyı daha önce de yazmıştı, ben de her okuduğumda hak vermiştim. Sonra kendi kendime "bunu niye ben yazmıyorum" dedim.. Bugüne kadar Can Yücel'den Aziz Nesin'den, Nâzım Hikmet'ten pek çok uyarlama çalışmaları yaptım.

- Ama onların sözleri, şiirleri, öyküleri vardı, size yol gösteren...

Evet, ilk kez özgün bir oyun yazdım. "Buna nasıl cesaret edeceğim" diye çok düşündüm. Kendime bir süre koydum. Önce "Bütün belgeleri toplayayım, eve kapanıp okuyayım, inceleyeyim ve beş on sayfalık bir şey deneyeyim" dedim "Eğer gözüm keserse yapmaya kalkayım". Dostlar Tiyatrosu'ndan oyunculuk öğrencim, Sıvas Davası'nda ailelerin avukatlığını üstlenen Şanal Saruhan'a başvurdum. Arkasından Zeynek Altıok, ve katliamdan kurtulan, kendisi de bir tiyatrocu olan Serdar ile kardeşi Serkan Doğan'la görüştüm. Bu konuda yazılmış bütün kitapları, dergileri bana, bu arkadaşlar sağladılar. ben sahafları dolaşıp kitaplar topladım. Sıvas üzerine yazılmış şiirleri topladım. Eve kapandım, bir süre sonra nasıl bir oyun olacağını görmeye başladım ve tam kararımı verdim. O günden bugüne altı ay geçti ve oyun seyirci karşısına çıkmaya hazır hale geldi. Bütün arkadaşlarım bu oyuna büyük bir tutkuyla bağlandılar. Çok emek verdik, bu olayın önemine yaraşır bir oyun olmasını istiyoruz. Artık son sözü seyirci söyleyecek.

- Yine tek kişilik bir oyun mu bu?

Hayır hayır, yedi kişi görev alıyor bu oyunda. Hepimiz anlatıcı rolündeyiz, ama zaman zaman bazı kişilikler değişiyor. Ben bir ara Aziz Nesin, bir ara Sıvas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu oluyorum. Bütün arkadaşlar zaman zaman belli rollere girip çıkıyorlar, ama genelde bir anlatıcı tavrı içinde. Oyunda zaman Sıvas'a geldikleri anda başlıyor, mahkemenin sonuna kadar sürüyor ve oyuncular bütün olayı anlatarak oynuyorlar. Kimse belli bir kişilik değil. Herkes anonim.

- Müzikler Fazıl Say imzasını taşıyor. Daha önce de birlikte çalışmıştınız.

Evet, Say şu sıralar yurtdışındaki yoğun konserleri nedeniyle yeni bir beste yapamayacağını, fakat bütün bestelerini istediğim gibi kullanabileceğimi söyledi. Ben de onun daha önce Can Dündar'ın Nâzım belgeseli için yaptığı müziklerinden, Metin Altıok ve beraber yaptığımız Nâzım oratoryosundan, Kara Toprak bestesinden, İpek Yolu ve Anadolu'nun Sessizliği konçertosundan derleme bir müzik yaptım. Geçen gün onayını almak için provaya çağırdık, hem oyunun konusu, hem politik içeriği hem de tiyatro dilinde anlatma biçimimiz onu çok heyecanlandırdı. Zaman zaman kareografi, dans giriyor oyunda, müzik ağırlıklı bölümler var. Say bunları da sanatsal açıdan çok üst düzeyde buldu ve müziklerinin de çok yerli yerinde kullanılmış olduğunu söyledi. Onun bu değerlendirmesi bizi çok rahatlattı.


TEPKİLER OLACAKTIR...

- Sıvas 93 kaç kez sahnelenecek? Gazetelerde yedi oyun tarihi yer alıyor, bu kadar kısa mı?

Hayır. Salonun sahibi olan Beyoğlu Belediyesi aylık program yapıyor, biz de sadece Ocak ayının programını yaptık. Şubat'ı Ocak ayının sonunda planlayacağız. Tabii bu oyun gördüğü ilgiye bağlı olarak bu yakada da, karşı yakada da -Caddebostan Kültür Merkezi ile Kadıköy Halk Eğitim Merkezi- fırsat buldukça oynayacak. Yurtdışında bir iki festivalden çağrı aldık, bu çağrı ve önerileri bir araya toplayıp bir program yapmamız lazım. Ben oyunun çok ses getireceğine, büyük ilgi göreceğine inanıyorum. Bütün Anadolu'yu gezeceğiz, ay sonunda İzmir'e bir turne var. Biliyorsunuz, biz her yıl bütün Anadolu'yu iki kez dolaşırız.

- Belki oyuna tepkiler de olacak?

Mutlaka olacaktır. Bu, yürekli bir oyun. Biz artık bu yola baş koyduk. Her türlü tepkiyi göğüslemeye hazırız.

- Sanat yaşamınıza baktığımızda politik tiyatro Genco Erkal'ı, Genco Erkal da politik tiyatroyu öne çıkartmış ve ikisi özdeşleşmiş gibiler. Son dönemlerde politik tiyatronun hızı biraz kesilmiş görünüyordu. Bu oyunla politik tiyatro yeniden perdelerini açıyor diyebilir miyiz?

Bundan dört beş yıl önce oynadığımız "Yaşasın Savaş" oyunu tam Irak işgalinin başlamasının arifesinde, insanları savaşa karşı uyaran, ABD emperyalizmini yargılayan bir oyundu. Hemen hemen bütün oyunlarımızda politik bir duruşumuz, sözümüz vardır, ama güncel ve bizden bir olay olarak uzun zamandır bu kadar denk düşen bir oyun sahnelenmedi.

>

Ê

7

5

Pazartesi, Mart 03, 2008

KONSER RESİMLERİ



Konserden bir kaç fotoğraf.

Konserde sahnenin solunda oturmuştum. Pek görünmüyorum fotolarda :)