Çarşamba, Aralık 31, 2008

BİR SENE DAHA MI BİTTİ ???

Düne kadar yılbaşı atmosferine girememiştim. Hala çok girmiş sayılmam ama kendimi daha iyi hissediyorum.

Hafta sonu Ankara dönüşünde kendimi gene boğazı acır ve gripsel bir halde buldum. Pazar dönüş yolu ızdıraptı benim için. Sonrasında her türlü kocakarı yöntemini denedim ama boğazımın acısı şişi inmedi bir türlü. Karabiberi bala karıştırıp yedim. İşyerinde sütlü karabiberli bal yaptılar onu içtim. Evde tuzlu su, karbonattan oluşan limonlu gargarayı hazırlayıp uyguladım. Elma kabuğu, limon, nane, karabiber dörtlüsünü kaynattım içtim. I ıh bana mısın demedi illet. Dün artık eczaneye gittim ve dedim ben bütün bunları yaptım iyileşemedim. Antibiyotik verir misiniz? Heralde yıllar var antibiyotik kullanmamıştım. En son ne zaman içtiğimi hiç hatırlamıyorum. Eğer bugün yılbaşı olmasaydı ayaklanmam gerekmeseydi. Bu hafta sonu da Ankara'ya gitmem gerekmeseydi inat eder gene de içmezdim. Uzun sürerdi ama geçerdi heralde. Dün ekran başında biraz sulugözlülük yaptım. Yılbaşına girereken ki halime bak diye. Ama şimdi çok şükür iyiyim. En azından yutkunmam nizami boyutlara indi. Acısı da azaldı.

Artık yeni yıl kutlamalarına katılabilirim.

2008 hem hüzün dolu hem neşe dolu geçti benim için.

2009'dan beklentilerim ise öncelikle iyi, kalıcı bir iş sonra sağlık, aşk ve neşe .

Dünyaya daha çok barış daha çok huzur diliyorum olmayacağını bile bile.

Herkese de gönlünce geçireceği bir yıl.

KOCAMAN MUTLU YILLAR

Çarşamba, Aralık 24, 2008

TELEVİZYON

Üç ay televizyonsuz yaşadıktan sonra evimde şu anda iki tane televizyonum var. Bayram dönüşü bizim küçük televizyonu İstanbul'a getirdim. Küçük tviyi, eskiden salon yaptığım ufacık karecik odaya anten kablosunun uzunluğu ancak o odaya yettiği için masa üzerine koydum. O odaya bir tane de koltuk taşımıştım. Aynı zamanda misafir yatağı olarak kullandığım ranzamın altı da o odada ikamet etmekteydi. Ben arada koltuğa oturup arada yatağa yatıp görsel medyayı tekrar keşfededururken. Abim geldi cuma günü. Cumartesi günü de İstinye Park'ta dolanırken Samsung bayiine girip televiyon bakındık. Abim alalım dedi ben bakalım dedim. Ertesi gün de sabah erkenden abim Lcd Samsung Tvmi amış. Böyle looser gibi yaşanır mı dedi. Ben de ben hayatımdan memnundum ama dedim :) Sonra da bu eve taşındığımdan beri herkesin dile getirdiği çift kişilik koltuk konusu tekrar açıldı. Şimdilik hala direnç gösteriyorum. Gerçi olsa iyi olur kabul ama diğer 4 goblen ne olacak??? Artık hem küçük televizyonum var hem 40 inch lcdim. Bu arada fiyatlar gerçekten düşmüş doğru ya da yalan bizim aldığımız tv aslında 2.700 müş biz 1.870'e aldık. Kampanya yapmışlar.


Abiciğime memnuniyetsiz insan modeli çizmiş olabilirim. Ama ben alacaktım lcdmi :) Tabii bu çıkmaz ayın hangi çarşambası olurdu bilemiyorum.



Aslında yazmak istediğim başka şeyler de vardı ama unutmuşum.

Yalnız bir konu var ki. Toplumcak çıldırmanın eşiğine gelmişiz. Gazetelerde her gün biri birini kurşunladı. Sevgilisi teklifini kabul etmedi. O da onu doğradı. Dayı oğlu küçük Osman'ı öldürüp bahçeye gömdü. Annesini öldüren kız 3 gün cesetle birlikte yaşadı. Kardeşine kızan kız kardeşini öldürdü. Yani bunlar aşağı yukarı böyle haberler. Her gün istisnasız her gün üç beş haber var. Aynı haberler mi acaba diyorum yok değiller. Ne olacak en sonunda herkes birbirini boğazlayacak mı? Çok onur kırıcı ve moral bozucu. Ülke olarak böyle bir çıkmaza ve çöküşe sürükleniyor olmamız. Bu konuda söyleyecek çok şey var hiç söylemek istemiyorum.

Cuma, Aralık 19, 2008

BEN DE SUÇLUYORUM

Arada kıl ediyor beni ama bu yazısı pek güzel paylaşmak istedim.

18.12.2007 Milliyet Gazetesi, Ece Temelkuran

Sayın Başbakan, Ben sizi halkı bana karşı kışkırtmakla itham ediyorum. Ben, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Ece Temelkuran, siz Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı muhafazakâr-milliyetçi vurucu timleri bana zarar vermeye teşvik etmekle suçluyorum. Ama sadece bununla suçlamıyorum...

Sayın Başbakan,
Ermenilerle ilgili olarak yazdığım yazıdan ve Habertürk’te yaptığımız “Türkiye’nin Nabzı” programından ötürü tehditler alıyorum. Dün itibariyle benim elektronik posta kutumda 200 mail vardı. Bunlardan 150 tanesi hakaret, küfür ve tehdit içeriyordu. Tehditlerden biri enteresandı:
“Büyük laflar konuşma! Bu, sana bir Trabzon tavsiyesi. Anladın di mi?”

Vebali Başbakan’ın boynuna
“Trabzon tavsiyelerinin” eyleme dönüşmemesi için Zatı Devletleri’nin çıkıp hakkımda, hakkımızda söylediğiniz “Bunlar huzur kaçırıyorlar, ortalığı karıştırıyorlar” açıklamanızı düzeltmeniz icap eder. Zira benim ya da arkadaşlarımın başına herhangi bir şey gelirse vebali sizin de boynunuzadır.
Sayın Başbakan,
Sizin boynunuzda vebali olan şeyler pek çoktur. Siz sadece halkı Ermenilerle ilgili imza kampanyasına katılanlara karşı kışkırtmadınız.
Siz ve arkadaşlarınız, bugüne kadar halkı da birbirine karşı kışkırttınız. Milletvekili Hasip Kaplan önceki gün Meclis kürsüsünden söyledi; siz, insanları bir paket makarna için birbirine boğazlattınız.

İrili ufaklı Gökçek’ler
Siz, insanları birbirine o kadar düşman ettiniz ki ülke ‘hırsız bizdense masumdur’ diyecek kadar kutuplaştı.
O kadar kutuplaştı ki Melih Gökçek’i, Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı hâlâ savunanlar var. Baskınlarda olsun, canlı yayınlarda olsun, onca haşaratla uğraşmış, hep pisliğin peşine düşmüş Uğur Dündar’ın bile midesini kaldıran bir adamı başımıza musallat ettiniz.
Kim bilir bu memlekette meşhur olmadığı için bilmediğimiz daha kaç Melih Gökçek var. Bu Gökçek’lerin hepsini başımıza siz musallat ettiniz. Sizi bu memleketi irili ufaklı Gökçek’lere oyuncak etmekle suçluyorum Sayın Başbakan!

Abdest suyuyla lâl olanlar
Siz, aydınları birbirine karşı kışkırttınız. Sizin abdest suyunuzdan içmeden demokrat olunamayacağını söyleyen garabet entelektüeller yarattınız.
Yarın öbür gün dev bir araştırma yayımlanacak. O sonuçlardan da göreceksiniz ki siz bu ülkeyi ‘Farklı olanı linç etmek caizdir’ diyen bir ülke yaptınız.
Mıyır mıyır konuşup bir yandan her yerimizi saran Fethullah Gülen cemaatini aklayıp paklayıp bu memleketteki tek ‘demokrat dinamik’ diye okumuş yazmış insanlara bile yutturdunuz.
Öyle ki bugün siz milliyetçi-muhafazakâr vurucu timleri benim gibi imzacılara karşı kışkırttığınızda bile sesleri çıkmıyor bu aydınların.
Birgün gazetesinin attığı ‘Başbakan’ın başbuğ olmasına az kaldı’ manşetine imza atmaları gereken Ermeni ve Türk aydınlar bugün hâlâ susuyorlar. Ben sizi aydınları aldatmakla suçluyorum Sayın Başbakan!


Cahillerin başkanı

Siz, sadece aydınları aldatmakla kalmadınız. Aynı zamanda memleketimizde zaten var olan aydın düşmanlığını siyasetin en üst katına taşıdınız, bu düşmanlığa o kattan cevaz verdiniz.
Siz Sayın Başbakan, aydınları, okumuş yazmış insanları halkı sömürmekle, bu ülkeyi sevmemekle, halkı anlamamakla ve hatta halk olmamakla suçladınız.
En mühim tedrisatın Kasımpaşa civarında verildiğine olan sarsılmaz inancınızı hep gösterdiniz. ‘Çok düşünen kafalara fena fikirler üşüşür’ sözüne olan derin itikadınızı durmadan tekrar ettiniz.
Siz cahilliği bilgiye karşı kışkırttınız. Bu kışkırtmayı normalleştirdiniz, ödüllendirerek taçlandırdınız.
Öyle ki Gökçek efendinin kırtasiyeden alıp üzerine yazdığı rakamları ‘belge’ sanan bir nesil ürettiniz. Bu memleketi Gökçek gibilere maruz bıraktınız.
Sizi suçluyorum Sayın Başbakan...

Perşembe, Aralık 18, 2008

ALLAH RIZASI İÇİN

İ. MELİH ALLAH RIZASI İÇİN DEFOL GİT ANKARA'YI RAHAT BIRAK. ONU SEVMEYİ BIRAKANLAR EN AZINDAN SENİN TAHRİBATIN DÜZELTİLEBİLDİKTEN SONRA SEVMEYE ÇALIŞSINLAR.

OKUYALIM DÜŞÜNELİM

ümit zileli 18 aralik 2008, cumhuriyet



imzacılar biliyor mu?..

dayanamadılar!..

aslında yılbaşında başlatacaklardı ama gündemde yer bulunca apar topar düğmeye bastılar. önceki gün itibarıyla işbirlikçilerin başını çektiği kampanya internette imzaya açıldı:

- ermeni kardeşlerimden özür diliyorum!..

1915 ermeni tehciri sırasında yaşananlar için açılan özür kampanyasına ilk elde aralarında ünlü akademisyen, yazar, gazeteci, politikacı ve sanatçıların bulunduğu yaklaşık iki yüz kişi katıldı.

imza atanlara baktım; hiç şaşırmadığım, “yakışır” dediğim çok sayıda “yüksek şahsiyetin” yanında, şaşırdığım, “hadi canım” tepkisi gösterdiğim isimler de oldu. sonra “demek ki” diye düşündüm, “dönüşüm böyle bir şey!..”

***

geçen hafta yazdığım “işbirlikçinin haysiyet sorunu” başlıklı yazımda, özürcü “aydınlara” seslenmiş, bir dizi tarihsel gerçeği alt alta sıralamış ve “bunları biliyor musunuz?” diye sormuştum. tam düşündüğüm gibi oldu; asla yanıtlayamayacaklarını bildiğim bu sorular karşısında sessiz kaldılar, tıpkı ermeni diasporası gibi!..

bu defa imzacı arkadaşlara sormak istiyorum:

- neyin altına imza attığınızı biliyor musunuz?.

imza attığınız metinde, “1915’te ermenilerin maruz kaldığı büyük felaket’e duyarsız kalınmasını vicdanım kabul etmiyor” cümlesi mi kaleme sarılmanızı sağladı?.

pekii, aşağıda sıralayacaklarımı imza atarken biliyor muydunuz?.

- osmanlı arşivlerinde yapılan araştırmalarda 1914-15 yılları arasında tam 518 bin türk ve müslüman anadolu insanının çocuk, kadın, yaşlı demeden vahşice katledildiğinin belgeleriyle nüfus sayımlarıyla kanıtlandığını biliyor musunuz?..

- birleşmiş milletler verilerine göre tehcir sonrası hayatta kalan ermeni sayısının 1 milyon 200 bin olduğunu, ermeni diyasporasının pek sahiplendiği mavi kitap’ta bile bu rakamın 1 milyon 150 bin olarak gösterildiğini, yabancı pek çok kaynağa göre osmanlı idaresinde yaşayan toplam ermeni nüfusun 1 milyon 600 bin civarında olduğunu biliyor musunuz?..

- 1915 yılının 11 nisan günü van’da aram manukyan liderliğindeki taşnaksutyun komitacıları tarafından isyan başlatıldığını ve 17 mayıs günü kenti ruslara teslim ettiklerini, amerika’da yayımlanan goçnak isimli ermeni gazetesinin, adeta etekleri zil çalarak, van’da yalnızca 1500 türk’ün sağ kaldığını yazdığını biliyor musunuz?..

- ermeni devlet adamı bagrat artemoviç boryan’ın, iki ciltten oluşan “ermenistan, uluslararası diplomasi ve sscb” isimli kitabında, ermenilerin çarlık rusyası ve batı emperyalizmi tarafından nasıl kullanıldığını, 1878 berlin konferansı ve ant-laşması’nın ardından ermeni milliyetçiliğinin ve ayaklanmalarının nasıl teşvik edildiğini, ermeni meselesinin aslında türkiye’nin rusya, fransa ve ingiltere tarafından paylaşılması planları çerçevesinde anlam kazandığını açıkça yazdığını biliyor musunuz?.

- ermeni tarihçi lalayan’ın, 30 aylık “bağımsız taşnaksutyun iktidarı” esnasında bugünkü ermenistan topraklarında yaşayan yüz binlerce insanın katledildiğini, bu kanlı süreç sonunda ermenistan’daki türk nüfusun yüzde 77, kürt nüfusun yüzde 98, yezidilerin ise yüzde 40 oranında azaldığını olanca çıplaklığıyla yazdığını biliyor musunuz?..

***

peki, bu sıraladıklarım “vicdan kanatmaya” yetmiyor mu?!..

eğer “imzacı aydın” arkadaşlar, bunları bilmeden imzalarını o metne koydularsa çok ayıp!.. insan tarihini bilmeden, neler yaşandığını incelemeden, kendi ülkesini, kendi insanını suçlayan bir yalana imza atar mı?..

bilerek imza attılarsa mesele yok; zaten bu kampanyayı hazırlayan işbirlikçilerle aynı yolda yürüyorlar demektir. bu yazıyı da kahkahalarla okurlar artık… ama unutmamaları gereken bir şey var:

- tarih, işbirlikçilerin utanç öyküleriyle doludur!..

Çarşamba, Aralık 17, 2008

ŞU ÖZÜR MESELESİ

İçimi kasıp kavuran bir konu olmaya başladığı için bir şeyler yazmadan geçemedim. Şu özür konusu bence hiç akıllıca bir iş değil. Kimlerin imzaladığına bakınca biraz çocukça olacak ama demek sen de ha diyip pek hoş düşüncelerim olmadı o kişiyle ilgili. Elbette bu konuda söz hakkı olacak biri değilim çünkü ne bu konuyu araştırdım ne de özel olarak bu konuyla ilgili bir kitap okudum. Duygusal bakıyor da olabilirim. Ama akıllıca gelen yazılar fikirlerimi şekillendirdi.

Her olayı geçtiği tarihte koşullarda incelemek gerekir. Elbette sonuçlarına katlanmak yaşatılanlardan ve yaşanılanlardan ders çıkarmak da gerekir. Şimdi Ermeni tehcirini Hitler Almanya'sının yaptığı soykırımla bir tutmak hangi sonuçlara dayanıyor ben konuyu araştırmadığım halde pek akıl veremiyorum. Şimdi Osmanlı Ermeniler ortadan kalksın diye bunu planlamış ve bir kısmının telef olmasını mı beklemiştir???? O zaman niye bir takım önlemler alınmış insanlar telef olmasın diye??? Her neyse konu zaten tartışılıyor ve bir ömür boyunca da tarşılacak ve sonuca hiçbir şekilde ulaşılmayacak. Devletimiz sütten çıkmış ak kaşık değil nice katliamlar devlet eliyle olmuş ve suçlular bulunmamış. Ama ben Aydın geçinen özür diliyoruz diyen insanlara şunu sormak istiyorum. Maraş katliamı, Sivas katliamı ve nicesi için acaba böyle bir site açıp biz yaşanılanlardan dolayı utanç duyuyoruz, suçluların cezalandırılmamasından ötürü suçluluk içindeyiz. Bunca acıyı çeken aileleri düşünerek ızdırap içindeyiz demek acaba akıllarına geldi mi????? Ayrıca büyük felaket diye türkçeye çevrilen söz öbeği aslında soykırımı anlatıyor. Buna inanıyor olmamak için açıkcası binlerce kitap okumaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Evet çok sığ bakabilirim konuya ama pes vallahi de billahi de pes. Haber Türk'teki tartışmayı da izledim. Bayan Hatemi size kıldım bir kez daha kıl oldum. Sayın Ece Temelkuran bence siz de bir oturum yönetmeyin böylesine agresif ve sevimsiz bir üslup beni ekran başında oturumun hepsini seyretmekten alıkoydu size dayanamadım ne yazık ki!!!!!!



17.12.2008 tarihli milliyet Gazetesi'nden Melih Aşık'ın yazısından bir kuble.

Araştırmacı Gürbüz Evren, “Son Celse” adlı kitabında Ermeni diyasporasının yeni stratejilerini şöyle özetliyor:
1. Türkiye’de soykırım savunucuları yaratmak...
2. Soykırımı kabul etmesi için Türkiye’ye yardımcı olmak...
Biz bir grup “aydın”ın açtığı özür kampanyasını, kimileri imzalarını safça atmış olsalar da, diyasporanın stratejisine büyük katkı olarak değerlendiriyoruz... Türkiye’ye soykırımı kabul ettirme çabasına büyük bir katkı...
1915 olayları elbet bir trajedidir. O acıyı paylaşabiliriz. Ancak olaylar hem tek yanlı değildir hem ‘özür dilemek’ farklı bir konudur. Bugünkü nesil, sorumlu olmadığı olaylardan dolayı neden özür dilesin. Ayrıca tarafsız yazılmış bir tarih var mı elinizde?
Ali Sirmen dün Cumhuriyet’teki yazısında diyordu ki:
“Hiçbir ulus, başkalarının yanlış biçimde yazdığı bir tarihin sorumluluğunu zorla sırtına almaz.
Unutmayalım ki, İngilizler, 1921’de İstanbul işgal altındayken, yani bütün Osmanlı arşivleri ellerindeyken, kendi belgelerine ek olarak ABD Dışişleri’nin kendi arşivlerini de Londra’nın kullanımına açtıkları halde, Ermeni soykırımı sorumlusu olarak tutuklayıp, Malta’ya götürdükleri dönemin kimi Osmanlı yöneticilerini ‘elde soykırım ile suçlayacak yeterli delil olmadığı’ gerekçesiyle serbest bırakmak zorunda kaldıklarına göre, o günden bu yana ne gibi deliller elde edildiğini sormadan özür dilemeye kalkmak, sanırım gülünç olur...”

18.12.2008 tarihli milliyet Gazetesi'nden Melih Aşık'ın yazısından bir kuble.

Bizim aydınlardan biri, Cihangir’de yürürken yerde bir lamba görmüş.. Lambayı eline alınca içinden bir cin çıkmış... Bizim aydının korkulu bakışları arasında cin konuşmuş:
- Dile benden ne dilersen...
Cihangirli aydın hiç düşünmeden cevap vermiş:
- Özür dilerim...
Cihangir aydınları özür dilemeyi seviyor. Ermenilerden özür dileme kampanyasında diyorlar ki:
“1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı ‘Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.”
Şimdilik “Soykırım” demeyi erken bulmuşlar, “Büyük felaket” diyerek idare ediyorlar. Yakında bu utangaçlığı da üzerlerinden atarlar.
İnternet mesajlarında bu özür kampanyasına büyük tepki gözleniyor... “Özür dilemiyorum” şeklinde karşı kampanyalar açılıyor... Bir okurumuz:
- Aslında bizim de milletçe imzacı aydınlardan özür dilememiz gerekir, diyor...
- Neden?
- Onları yeterince besleyemedik, Ermeni diyasporasının, Soros’un falan eline düşürdük...
Özür kampanyasının bir iyi tarafı oldu... Gerçek aydınların 1915 olaylarına ilgisi arttı... Konu şimdi daha çok okunuyor, daha çok tartışılıyor. Aynen Mustafa filminin, Atatürkçüleri daha çok okuma ve öğrenmeye sevk etmesi gibi... Bu kampanyayı başlatanların bir amacı da Türkiye - Ermenistan yakınlaştırmasını hızlandırmak mıydı? Ama tersi oldu. Türk kamuoyu gözünü açtı... Tepeden akıllıların bir de bu faydası oldu...


17.12.2008 tarihli milliyet Gazetesi'nden Hasan Pulur'un yazısı

GENELLİKLE bildirileri imzalamayız; şöyle deriz: “Eğer bildirinin içeriğiyle aynı düşünüyorsak, bildiriyi imzalayacağımıza, kendi köşemizde aynı görüşü savunur ve yazarız.”
Ama aşağıdaki bildiriyi imzalıyoruz, çünkü “Ermenilerden özür dilenmesi” gerektiğini belirten bildiriye karşılık veren Büyükelçi ve “Hariciyeciler”in bildirisini bugünkü yazımız olarak benimsiyoruz, aynen yayımlamakla da imzalamış oluyoruz:
* * *
BÖYLESİNE yanlış ve tek taraflı bir girişim (Ermenilerden özür dilenmesi), tarihimize saygısızlık ve terör örgütlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaptıkları ve cumhuriyet tarihimizde de giriştikleri şiddet eylemlerinde hayatlarını kaybeden insanlarımıza ihanet etmek anlamına gelecektir. 1915 Ermeni tehciri acı sonuçlar vermiş ise de, Türk insanının Ermeni isyanları ve terör eylemlerinde uğradığı kayıplar ve acılar Ermenilerinkinden daha az değildir.
Ermeni tedhişçilerinin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha sonra 1. Dünya Savaşı sırasında ve Kurtuluş Savaşı’nın ilk dönemlerinde istilacı düşman kuvvetlerine katılarak Anadolu insanımıza karşı kitlesel vahşet eylemlerinde bulundukları bilinmektedir.
Cumhuriyet tarihimizde ise 1973’te tekrar hortlayan ve ASALA ve “Adalet Komandoları” adlı terör örgütlerinin 1974’ten 1986 yılına kadar sürdürdükleri bilinen eylemler 70 kişinin ölümüne, 574 insanın yaralanmasına sebep olmuş, bunların arasında 34 kamu görevlimiz ve aile yakınları can vermiştir.
Geçen yüzyıl sonlarından itibaren Azerbaycan topraklarının dörtte birine yakın bölümünün Ermenistan tarafından işgal edilmiş ve buradaki bir milyon kadar nüfusunun kendi topraklarında sürgün hayatı yaşamakta olması bugün de çözüm beklemektedir. Özür dileme kampanyası gibi sakat bir girişime kalkışanlar acaba tarih boyunca Ermeni terörüne can veren ve zulüm gören insanlarımız için de özür dilenmesini düşünmekte midirler?
* * *
ERMENİ İddiaları hakkında özür dilemek girişimini bir tarafa bırakıp, öncelikle, yakın geçmişte masum Türk diplomatlarını, görevlilerini ve ailelerini acımasızca katletmiş olan Ermenilerin Türk ulusundan özür dilemesini sağlamak gerekir. Bu katiller hâlâ hayattadır ve Ermenistan ile bazı ülkeler tarafından himaye gördükleri için cezasız kalmışlardır.
* * *
YURTDIŞINDA görevli bulunduğumuz yıllarda bizler, Ermeni terörünün acısını bütün vahşetiyle yaşadık. Tek yanlı Ermeni iddialarının her terör eyleminden sonra dünya kamuoyunu daha da etkilediğini gördük. Bugün terör artık işlevini bitirmiştir.
Planın ikinci aşamasında özür dilenmesi ve bundan sonra da işin toprak ve tazminat taleplerine vardırılmasının tasarlandığını biliyoruz. Dileğimiz, uğradığımız bunca kayıp, acı ve haksızlıktan sonra kendi insanımızın böyle bir sinsi ve kasıtlı plana alet olmamasıdır.
* * *
BUGÜN Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde bir yumuşama sürecine girilmesi ve iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi isteniyor ise, bunun yolunun, tek taraflı özür dilenmesi gibi tavizlerden değil, öncelikle taraflar arasındaki sınırların ve toprak bütünlüklerinin tanınmasından, ve mutlaka gerekiyor ise, her iki tarafın tarih boyunca çektikleri acıların karşılıklı olarak paylaşılmasından geçtiğinin hatırda tutulmasında yarar görüyoruz. Aksi takdirde, “özür dilenmesi” gibi tek yönlü bir davranış yersiz ve yanlış olacak, tarih gerçeklerine aykırı düşecek ve ulusal çıkarlarımız açısından vahim sonuçlar doğurabilecektir.
* * *
BU bildirinin altına imzamızı attığımızı bir daha belirtelim, aslı gibidir...

Salı, Aralık 16, 2008

TAKINTILARIM

Bekriyacım beni sobelemişti bayramdan önce. Bu sobe eski bir sobe benim için. Çınarcığım da sobelemişti ama tembellik etmiş sonra da unutmuştum.

Benim takıntılarıma gelince,



*Başkasının bardağından sıvı olabilecek hiçbir şey içmem çok zor da kalmadıkça. Aslında biraz yumuşadım bu konuda onun içtiği taraf olmadığı sürece bir yudum almışsa tadına bakabilirim içtiği şeyin. Ama pet şişeden su kesinlikle içmem hele bir kaç yudum alınmışsa mümkün değil.
*Ortadan yenen salataya ekmek bandırılmasına gıcık olurum. Salatamı mutlaka ayrı tabağa koyarım. Eve geldiğimde bana bir kapta ayrılmış salata varsa. Temiz mi değil mi diye inceler durur, sinir ederim. Bu sadece salata da değil peynirin çatalla alınması. Zeytinin yağına bandırılmasını da kapsayan bir madde.
*Sakız sesine katlanamam. Eğer otobüste, dolmuşta biri yanımda sakız çiğniyorsa. Delirecek gibi olurum ama lütfen çiğnemeyin diyemem. Bir tek anneme diyorum.
*Yüksek ses ile konuşan biri olursa kamuya açık bir alanda. Çok irite olurum.
*Yatmadan mutlaka yatağımın altına bakarım. Yorganı silkelerim şöyle bir. Galiba bu evimin bana kazandırdığı bir takıntı. Başka bir yerde yapmıyorum:)
*Ayakkabılarımın ve terliklerimin içine bakmam da bu evin bir hediyesi. Başka yerde yapmıyorum. Kendi evimdeyken:)
*Çorba ya da bardakla bir şey içen kişinin hüpürdetme sesine dayanamam.
*Başkasının saç fırçasını kullanmak ya da benim saç fırçamın kullanılması istemediğim bir şeydir. Kuaförlerde napıyorsun derseniz. Bir şey yapmıyorum benim çifte standartım da bu :)
*Bana kalk şunu yap denmesini takıntı yaparım. Ya yapmam ya da söylenirim.
*Kapı kitlemeden yatmam.
*Işık açık yatarım
*Sigara konusu takıntımdır. Evimde içirmem. Dışarda içen arkadaşlarıma bok iç derim.
*Titizim çok fena.
*Tuvalet çöpünün torbasız olmasına uyuz olurum.

Başka vardır takıntılarım ama aklıma gelmiyor. Takıntılı bir tipim sonuçta :)
Geldikçe eklerim.

Başak ben de seni sobeliyim mi:) Körler sağırlar birbirini ağırlar gibi oldu ama:)

Pino sen yazmadıysan sen de yaz takıntılarını :)))) Hatta benim takıntılarıma da ek yap.

Perşembe, Aralık 04, 2008

ESKİ ANILAR

http://www18.gazetevatan.com/fotogaleri/resim.asp?kat=6737&
page_number=1


Bir anne için olabilecek en kötü şeylerden biri sanırım bu rastlaşma. Ve anneme bunu ne yazık ki yaşattım. Türk filmi gibi bir hikaye ile.

İlkokul 5. sınıfta Anadolu Liselerine hazırlanıyordum. Annemlerin de Küçükesat Dörtyol'da modaevleri vardı. Benim de Türkçe dersi aldığım yer dörtyola çıkan cadde üzerindeydi. O gün dersten çıkıp Ayşe Teyzelere gidecek annem de beni oradan alacaktı. Dersten çıktım ama Ayşe Teyzelere gidemedim çünkü karşıdan karşıya geçerken en son hatırladığım şey kırmızı bir arabanın geldiğiydi. Annem de oradan 10 dakika önce geçip fotoğrafçıya gitmiş. Döndüğünde de kalabalığı görmüş. Kalabalığa yaklaşıp ne olduğunu sorduğunda küçük bir kız çocuğuna araba çarptığını öğrenmiş. Birden panik halde nasıl bir çocuk olduğunu sorduğunda ise benim ayakkabımın tekini göstermişler kendisine. Annem orada aman tanrım benim çocuğum demiş. Ve hiç unutmadığım bir ayrıntı. Odtü öğrencisi bir çocuk annemi almış ve hastaneleri gezmeye başlamışlar. İlk denedikleri hastane Hacettepe olduğu için beni hemen bulmuşlar. Neyseki beni sağ sağlim bulmuş. Bir iki yara, göz morarması ve beyin kanaması riskiyle eve gönderilmem. Sadece annemin öğrenmesi de değil haberin bir şekilde babama, abime, teyzeme, kuzenime ulaşana kadar herkesin meraktan çatlaması. O zamanın koşullarındaki
telefon trafiği. Konunun daha çok türk filmi ayrıntısı vardı ama tam hatırlamıyorum. Ve ben bunu anneme ne yazık ki bir kez daha yaşattım.

Bu sefer üniversitedeydim. Yamaç paraşütüne merak sarmıştım. Ve o gün tam havalanamadan bir kaya benim önüme çıkmış koskoca kemiğimin kırılmasıyla ve ucuz atlatmam sonucuyla beni durdurmuştu. Gene Hacettepe acile götürülmüş ve eve telefon edilmesine kızınız acilde denmesine sebep olmuştum.

O kadar tatlı bir ailem vardı ki. Her yaşattıklarımı hiçbir suçlamayla bana koz olarak kullanmamış sonsuz güven duyarak her istediğimi özgürce yapmama olanak sağlamış. Gece saat kaçta gelirsem geleyim nerede kalırsam kalayım bana nerede kaldın? Niye diye sormamış bu yüce insanlar iyi ki varlar.

Ben bu kadar çocuğuma güven duyabilecek onu sıkmayacak bir anne olabilir miyim emin değilim!


Çarşamba, Aralık 03, 2008

GEZME TOZMA

Son aylarda sürekli kendime aktivite yaratıyordum. Sinema, tiyatro, arkadaş buluşması, müze, gezme, tozma artık ne olursa. Bu cumartesi de teyzemin önerisiyle, ben de daha gitmedim ama gidenler beğenmiş git mutlaka demesiyle. "Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor" 'a biraz da kendime söylene söylene gittim. Dedim ya aktivite yaratıyordum diye. Sokaklarda olduğum sıra aldığım bir biletti. Ama günü gelince enerjim öylesine tükenmişti ki üstüne hafta boyu yaşadığım grip de eklenince zorlanarak da olsa kalktım gittim. Beklerken teyzemi de görmeyeyim mi! Tiyatro jurisindeler o da o günü ayarlamış kendisine. Buradan Tiyatro Z'ye TempOdyssey /Küçük Genny Efsanesi'ni seyretmeye gideceğim üşenmezsen gel dedi. Ben de bakalım dedim.

İlk oyun da zaman zaman kopuşlar yaşasam da hoşuma giden bir oyun oldu. Aksanat'ta gösterimde. Salvador Dali ile alakalı bir şeyler bulacağını ümit edenler gitmesinler. Açıkçası benim hiç öyle bir beklentim yoktu.
"Motorsiklet Günlükleri" filminin senaryosunuyla Oscar adayı olan Porto Riko doğumlu Jose Rivera’nın bir oynuymuş bu cümleyi de Aksanat'ın sayfasında aldım. Benim gittiğim gün hangi okulun olduğunu bilmediğim toplu biletli liseliler gelmişti. Müdür organize etmiş heralde. Cinsel ögeler de olduğu için çocuklar sürekli kıpırtı halindeydi ( gülüşme, konuşma, sümkürme gibi ) bu da diğer izleyiciler olarak bizi biraz rahatsız etti.

Diğer oyuna gelince iki oyun üst üste pek iyi bir fikir değilmiş ama onu da beğendim sadece biraz yorgun olduğum için kopuşlarım oldu yoksa tavsiye ediyorum kesinlikle.

Tiyatro Z tünel tarafında olduğu için teyzemle oraya yürürken bir şeyler yiyelim dedik. Teyzeme dışardan güzel görünen ama hiç girmediğim bir yere oturmayı önerdim. Ve patlıcan çorbası içtim. Kesinlikle harika bir şeydi.

http://www.akbanksanat.com/kategori/204/08-salvador-dali-gondermeleri-icimi-isitiyor

http://www.tiyatro-z.com/

Salı, Aralık 02, 2008

EN SEVDİĞİM YERLER

Yaşasın ki Başak beni sobelemiş :)

Konu en sevdiğiniz 10 yer. Görsel destek de şart demiş ama eğer bu yazıyı geçiktirmeden yazacaksam görsel desteği sonradan koymam gerekiyor. Yoksa yazıyı uzunca bir zaman fotoları biraraya getiremediğim için yazamazdım.

Önem sırasına göre yazmıyorum. Aklıma geldikleri sıraya göre.

1. İSTİKLAL CADDESİ ya da BEYOĞLU

Benim için vazgeçilmez yerlerden biri. Kimi insan keşmekeşliğinden ve her çeşit insanı barındırmasından ötürü ürküyor, yoruluyor ve korkuyor. Dışardan gelen birini koluma takıp götürdüğüm zaman koluma yapışıp yürüyor. Ama ben kendimi hangi saat oradan geçersem geçeyim hiç tehlikede hissetmiyorum. O renk cümbüsüne bayılıyorum. Oradan oraya dolanıp saatlerce vakit geçirebildiğim çılgın bir yer. Her hafta en az bir kere bulunduğum mekan. Galatasaray lisesinden sonrası daha çok beğendiğim bölüm.

2. ARNAVUTKÖY

İstanbul'da buna benzer bir çok semt var ama ben bunu biliyorum. Çengelköy'de çalışsaydım belki orayı severdim. Ama buranın mahalle havasını, herkesin herkesi tanıdığı bir yer olmasını, sokaklarını, kedilerini, köpeklerini, sahilini, iskelesini, balık çorbasını, klisesini, karma rum okulunu kısaca seviyorum işte :)

3. AMSTERDAM

Abimin 2000 yılında oraya taşınmasıyla hayatımıza giren şehir. Masallar diyarı. Kanal boyundaki sokaklarıyla. Kendinizi şehirde kaybettikçe karşınıza çıkan güzellikleriyle. Bir yerden bir yere ister yürüyerek ister bisikletle giderek sanki küçük bir kasabada yaşıyormuş izlenimi veren güzel haliyle burayı da seviyorum.

4. EMİRGAN- YENİKÖY

İstanbul'un bence yaşamak için en güzel semtleri. Hayat elverirse bir ömür yaşamak isteyebileceğim yerler.

5. AYVALIK

İzmir'e giden çıkışındaki evleriyle beni benden alan şirin belde.

6. SALZBURG

2004 yılında otobüsle Avrupa turuna çıkmıştık. Duraklarımızdan biri de Salzburg'tu sadece bir gün kaldığımız ama girerken beni çok etkileyen bir şehir oldu. O zaman buraya fırsatım olursa bir daha gelmeye karar verdim. Daha gerçekleştiremedim:)

7. ATLAS PASAJI

Ben çok seviyorum burayı da ıncık cıncık dükkanlarını. Eskiden daha çok ıncıkcı cıncıkcı vardı. Şimdi çoğunluğu kıyafet dükkanı oldu :(

8. EDİRNE

Biz Trakyalıyız. Edirne benim çok sevdiğim şehirlerden biri hele ki Meriç Irmak boyu sonra eskiden tren garı olan Trakya Üniversitesi'nin Rektörlük binasının bulunduğu Karaağaç. Mimar Sinan'nın köprüleri. Daha bir çok şey.

9. MODA-BAHARİYE

Ben galiba hep İstanbul üzerinden gidiyorum:) Anadolu yakasının İstiklal Caddesi de benim için Bahariye. Küçük sevimli kafeleri ve sokaklarıyla Moda'da en sevdiklerimden.

10. OXXO

Daha çok beğendiğim bir yer mutlaka vardır ama ben Oxxo'yu çok seviyorum. Hani bir sürü param olsa her kıyafeti alacak kadar aç gözlüyüm :)


Ben genelde kimseyi sobeleyemiyorum ama Çınarım ve Bekriya'yı sobeledim şimdi.

Perşembe, Kasım 27, 2008

ÇANTAMDA NELER VAR?

Çınarım sobelemiş beni çantamdan neler çıkacak diye:)
Bu içeriği yakalamışken fotoğraf çekmezsem olmazdı. Yanımda makina yoktu eve gider gitmez çektim. Gerçi konu benim çantam olunca birliktelikler ilginç olabilir.
Pamuk ve asetonü dün aldım. Sürekli oje süren bir tip değilim ama sürdüğüm zaman da kırmızı sürüyorum. Kırmızı da uzun zaman kullanılmıyor bir süre sonra çıkartılması icap ediyor. Evdeki asetonu bitmiş görünce işe gittiğimde aseton alayım dedim. Eeee almışken pamuk da alayım işyerinde ojelerden kurtulayım. Bu aralar hastalıklarla cebeleştiğim için sağlık karnemi yanımda gezdiriyorum. Su şişem de olmazsa olmazım yaz kış gece gündüz hep çantamda vardır. Bu aralar salya sümük olduğumdan hem mandalina hem de selpak ihtiyaç. Cep telefonu, akbilli anahtarlık ve cüzdan ise artık demirbaş. Kitabıma gelince. Bir aralar kitapsız kalmıştım. Yakınımda ulaşabileceğim kitapçı bir tek Yeniköy'deki D&R olunca oraya girdim ve alabileceğim yüzü gözü düzgün bütün kitapları aldım çıktım. Ne yazık ki D&R'lar market zihniyetinde oldukları için sadece çok satan ve de tane hesabı kitapları bulunduruyorlar hele benim oradaki en ufağı olduğu için kitap konusunda en kısırı. Öyle olunca bende dediğim gibi eli yüzü düzgün kitapları aldım çıktım. Bu da o kitaplardan biri. Enterasan bir kitap oldukça sürükleyici.

Pazartesi, Kasım 24, 2008

.....

- öldüğümü biliyor mu?
-kim?!?!
-abin öldüğümü biliyor mu?
-babaanne sen ölmedin ki!!!
-işte ölmediğimi biliyor mu?
-buradasın ya işte...
-niye ölmüyorum peki?
-bu işler sıralı değil ki babaanne:(
-ecelsiz miyim ben?

Cuma, Kasım 14, 2008

RİTİM

Uzunca zamandır şöyle resimsel bir ziyafet çekmek istiyordum. Bir seneyi geçti kursa başlayışımın üzerinden. İstanbul'a adaptasyonumu sağlayan çok renkli ve tatlı insanlarla tanışmamı sağlayan ritim kursuma çok şey borçluyum. Her perşembe öncesi sonrası tamamen bir cümbüş benim için. Hiç bitmeyecek bir serüven. Sanıldığı kadar da yeteneksiz değilim. Sayemde Djembe diye bir aletin varlığından haberdar oldu bir çok kimse. Okay Hoca ve Ebru gerçekten süper bir iş yapıyor. Amatörlerden bir orkestra yaratıyor. Müziğe yeteneği olmadığına inandırılan ya da düşünen insanlara bir şey başarabilmenin hazzını yaşatıyor. Aşağıda resmi görünen çoğu aleti zaman zaman elimize alıp çalıyoruz. Bu seneki Şubat konserimizin teması Brezilya ağırlıklı olacakmış.

Bu o kadar ilginç bir alet ki ismini bilmiyorum ama bildiğimiz sifon borusu gibi bir şey. Hızlı hızlı çevirliyor ve çok tatlı bir ses çıkartıyor.


Bunların ismi de bir hoş kurbağa gibi ses çıkartıyorlar.


Caixixi
Hepsi birer müzik aleti.

Sabar
Tef
Surdo
Dundun

Ksilofon; benim favorim. O kadar tatlı bir sesi var ki!
Çalarken:)

Djembelerimiz
Bongo; bunu da çalabiliyoruz.
Marakaslar



Dundun
Djembelerimiz.

Öncesi ve sonrası İstiklal'deyiz:) Bu aralar Asmalımescit favori mekanımız.

Perşembe, Kasım 13, 2008

UYKUSUZ SÜPER


Bu haftaki uykusuz süper. Her espirisini böyle şapşal bir sırıtışla okudum :P

İSPANYA-PORTEKİZ


Bahsetmemiştim. Annem, teyzemler ve arkadaşları Portekiz ve İspanya turuna gittiler. Daha önce Küba turuna gittikleri tur şirketiyle. Adana'dan bir şirket. Nasıldı diye sorduğumda verdikleri cevap harikaydı ama çok yorucuydu. Turun yaş ortalaması 60'mış. Hatta bir tane 82'lik teyze varmış yanlarında. Zıpkın gibi bana mısın demeden gezmiş.

Farklı yer yurt görme istediğim bir çok yetişkine göre sanırım epeyce!!! Ne hayallerim var gezip görmeyle ilgili bilseniz oooo!!! sen de uçtun ama dersiniz. Bir balonum olacak hooop bir oraya hooop bir buraya. Yukarıdaki vitrin resmi Portekiz'den mi İspanya'dan mı bilmiyorum. Teyzemden afırdım. Oradaki balonları görüyor musunuz? İste benim hayalimdeki balonlardan :) Böyle bir vitrin resmi benim Amsterdam fotolarımda da var. O dükkan da çok hoştu buna benziyordu. O balonlardan orada da vardı ve o balonlar gerçekten harikalar.

Çarşamba, Kasım 12, 2008

GÜZEL BİR YAZI

Bugünkü Vatan Gazetesi'nden. Mine G. Kırıkkanat'a arkadaşının yazdığı yazı. Ne kadar güzel özetlemiş. Hakikaten biz ne bırakacağız yarınlara. Bize bırakılanları bile koruyamıyorken.
Hoşgeldin kimliksizlik.


Kültürlü Turizm Bakanı’na ithaftır

“Sevgili Mine,

Seninle hem bazı güzellikleri, artık ikimizin de ‘raslantı olmadığını’ bildiğimiz anları, hem de doğaya ve tarihe yapılan ihanetleri paylaşmak istedim.

Antakya’daydım geçen hafta. Hani kökleri İsa’dan önceki beş binlik yıllara dayanan, Mezopotamya’yı Doğu Akdeniz’e bağlayan şehir.

Şu an, bu satırları yazarken bile çok heyecanlıyım, inan. Ancak bir o kadar da üzgün ve çaresiz.

‘Hiçbir şeyin raslantı olmadığı’yla başlayayım. Yeni romanın Destina’yı, Antakya’da bitirdim. ‘Büyük Konstantin’in reenkarnasyonu Kanuni Sultan Süleyman’ imgelemesi, Antakya’ya denk düştü. O kadar keyif aldım ki Destina’dan, her iki imparatorun binlerce yıl arayla keşfedip fethettikleri ve yüzlerce iz bıraktıkları Antakya’yı, senin yansımalarında izlemek büyüyü artırdı. Yolculuğumu özel kılan güzellik oldu.

Gelelim ihanetlere.

Doğaya yapılanla başlayayım: Amik Gölü. 75 bin metrekarelik gölün suyu, 1968’de açılan kanallarla Asi Nehri’ne boşaltılmış. Göl kurumuş, tarıma açılmış. Haritalarda yeşil alan olarak gösterilen Amik Gölü, hamdolsun artık yok. Ama gölün kurumasıyla Hatay’ın iklimi de değişmiş. Düzensiz yağışlar ve seller başlamış tabii.

Asi Nehri’ne de ihanet edilmiş. Roma döneminden beri nehrin üzerinde duran muhteşem taş köprü, 1972’de yıkılmış. Yerine, üstünden geçmek bile istemeyeceğin dört ucube dikilmiş. Beşincisi yolda. Çünkü birinin üstünden iki araba sağ salim geçemiyor! Bu ucubeleri yapanlar, hiç mi içinden nehir geçen şehir köprüleri görmediler, bilemiyorum.

***


Antakya Müzesi, hani dünyanın en değerli ikinci mozaik müzesine gelince: Daha kapısına vardığında için yanıyor.

Girişteki tertibat, vergi dairelerindeki danışma masaları gibi, haksızlık da etmeyeyim, daha iyi vergi daireleri de gördüm! Mozaikler, yanlış yere konumlanmış. Bazıları güneş altında bırakılmış ki, tarihe çabucak veda etsinler. Büstler çaresiz, korunaksız, boyunlarını bükmüşler. Kalemi, çakısı olanlar rahatlıkla yazar, kazır. Flaşlı makinelerle istediği pozu yakalar. Çırılçıplaklar. Çünkü güvenlik görevlileri huşu içinde gazete okuyor. Müzeden çıkarken ne bir kitap, ne bir broşür, ne de hediyelik eşya alabileceğin bir mağaza var. Zaten bu dehşet manzarayı görünce, vazgeçiyorsun anısından da.

Ayrıca, sergilenebilecek

daha çok mozaik ve lahit olduğunu, ancak yersizlikten sergilenmediğini öğrendim. Ama çok da sevindim: Hiç olmazsa depoda (umarım) güvendedirler!

Tarihte ilk olimpiyatların yapıldığı, Antakya Müzesi’ndeki en nadide mozaiklerin çıkarıldığı doğa harikası Harbiye, kebapçılar, çöpler ve aslında oraya ait olmayan el sanatları tezgâhlarının işgalinde.

St. Pierre Kilisesi’nin önüne beton dökülmüş. Eski hiçbir yol korunmamış. Hamdolsun, kilisenin içinde

otlayan hayvanlarla,

çobanlar çıkarılmış.

***


Eski şehirde muhteşem yapılar var. İnanılmaz evler, konaklar. Tahmin edebileceğin gibi eserler Roma’dan, Osmanlı’dan ve Fransızlardan kalma. Sonradan yapılanlar derme çatma.

Yeni binalar, baktığında, ‘müteahhit acaba pencereleri neden bu yöne açmış olabilir’ diye düşündüğün bilmecelerle dolu.

Özgün güzellikler sadece mutfakta kalmış. Humus, künefe, oruk, kaytaz böreği, yoğurtlu aşı, doyamadıklarımdandı. Ancak damağımdaki lezzet, gözlediğim çirkinlikleri silmeye yetmedi.

Çok merak ediyorum: Biz yarınlara ne bırakacağız? Aslında bu sorun sadece Antakya için değil elbet. ‘Günümüz mimarisi nedir?’ diye sorduğumda kendime, bir örnek dahi bulamıyorum. Böylesine tarihi bir beldenin yok olup gitmesine, kim izin verebiliyor? Bu muhteşem eserlerin yanına, sıvası bile olmayan, o sentetik kilim desenli rengârenk betonarmeleri kim yığabiliyor? Tüm bunları kim onaylıyor?

Turizmden milyonlar kazanabilecek bir şehir varken, bu şehri kim çöpe atabiliyor? Samandağı’nı, Harbiye’sini, St. Pierre’ini kim yok sayabiliyor? Bu kadar önemli bir şehri kim böylesine bir sona mahkûm edebiliyor?

Biri bana söylesin, kim bu görüntüye katlanabiliyor?

Çok üzgünüm dostum ve açıkcası ASİYİM, çünkü Antakya’dan geçtim!

Nerhan Hepşen”

BİR FINDIK


Ben espirili dilimi mi kaybetmişim ne??? Eskiden komik tarafından bakardım anlatırdım şimdi bir ciddiyet pir ciddiyet.

Evimin olduğu mahalle İstanbul'a benzemeyen yerlerden. Belki daha önce bahsetmişimdir. Sokağımızda bir köpüş var. Çok kocaman ama bir o kadar da tatlı. Onu bağlamıyorlar o da sokağın ortasında yatıyor gün boyu. Araba geldiğini görünce önce ön ayaklarını sonra arka ayaklarının üzerinde doğruluyor tırıs tırıs kenara geçiyor. Havlanacak biri geçiyorsa havlıyor peşinden koşuyor sonra fazla uzaklaşmadan yerine dönüyor. Bu köpüşün, geçen fotolarını da buraya koyduğum tavuk ve kaz arkadaşları var. Kazı kaç gündür görmüyorum ama tavuk bizimkinin yanında hep. Dün gece eve dönerken gördüğüm sahne burada kelimelere dökülünce belki bir şey ifade etmeyecek ama benim için çok şey ifade ediyor. Köpüşümüz apartmanlarının girişine kıvrılmış tavuk ise merdivenin basamaklarından birine:) Öyle özgürler işte. Etiler'de, Eminönü'nde, Çankaya'da ya da Ulus'ta (her iki şehirdeki) böyle bir sahneyi düşünebiliyor musunuz:)

Şimdi beni bilenler biraz şapşallığımı da bilir. Gittim Beyoğlu'ndaki Mac (makyaj malzemeleri satan) mağazasına. Dedim ki kıza ben dedim gözlerimi büyük göstermek istiyorum. Yani makyaj yapmayı çok beceremiyorum. Kız bana uzaylı muamelesi yaptı sonra da hiç ilgilenmedi iyi mi? Sonuç! hala öğrenmiş değilim:)

Geçen sene bugün bir fındık dünyaya geldi ailemizin en küçüğü şimdi o ve 1 yaşına basıyor. İyi ki doğmuş.

Pazartesi, Kasım 10, 2008

HOŞGELDİN AŞK

Benim için klasiklerin vazgeçilmezi!
Tombik
Kaynana koltuğu var arkada ismi öyle geçiyor.
Yarış kazanmış mercedes. Oldukça ünlü. Belgeselini ben de seyrettim.
Kamyonetler. 4. sıradaki kırmızı olan benim favorim ama buradan gözükmüyor.
İşte milonga ve boğaz manzarası
Yerlere oturup seyrettik gösterileri
Boy fukarası olduğum için ne yazık ki! bu kafalar da çıktı

Hafta sonun nasıl geçti?

Güzel bir soru. İki günün bir hafta gibi geçtiği hafta sonlarından yaşadım. O kadar uzun ve dolu anlayacağınız.

Cuma günü üniversiteden arkadaşlarım Ankara'dan hem beni ziyarete hem de diğer işlerini halletmek için geldiler. Cumartesi sabah kahvaltımızı herkesi götürdüğüm Emek Kafe'de yaptıktan sonra. Diğer arkadaşlar bizden ayrıldı bizde Anılımla beraber Tarabya'ya doğru yürümeye başladık. Hadi şu sokaktan girelim dedik ve pek güzel bir sokaktan önce yokuş çıktık sonra diğer bir sokaktan sahile indik. Tarabya'daki Mado'da bir sahlep arası verdik. Anılım İstanbul Modern uzak mı gidebilir miyiz diye sorunca. Uzak olduğunu akşamki programlarımıza yetişemeyebileceğimizi söyledim. Bizim oralarda ne yapabiliriz de güzel vakit geçirebiliriz diye düşünürken aklıma klasik otomobil müzesi geldi. Atladık taksiye iki dakika sonra müzemize geldik. Çok gitmek istediğim bir müzeydi. Aklıma gelmesine ve Anılımla beraber gezmiş olmaktan dolayı çok mutlu oldum. Ambiyansının güzelliğini, klasik otomobillerin havasını anlatmam olanaksız. Ayrıntılı anlamasam da klasik otomobil hayranıyım. Eskiden İstiklal Caddesi'ndeki Atlas Pasajı'nın içinde küçük klasik otomobil modelleri satan bir dükkan vardı. Her oraya gittiğimde kedinin ciğere baktığı gibi bakardım vitrinine. Ne yazık ki kapandı dükkanım. Fotokolik benim makinam arkadaşımın çantasında kaldığı için foto çekemedim bütün fotolar Anılımda. O bana gönderdiğinde buraya ekleyeceğim. Müzenin sayfasında otomobillerin ayrıntıları var. Çok keyifli bir müze. Yolu İstanbul düşen olursa. Mutlaka gezmeli. Gidiş ise bilmeyen için komplike gelebilir ama o da çok basit. Yeniköy'deki Shell'den önceki ışıklara geliyorsunuz o ışıklardan sola dönüyorsunuz dümdüz yukarı çıkıyorsunuz bağlar mahallesini geçiyorsunuz bir kaç yerde durup sorabilirsiniz de. O uzun yokuşun sonunda müze. Dediğim ışıklardan dolmuşa binip önünde de inebilirsiniz. O ışıklardan taksiye de binebilirsiniz. Bizim gezimiz bittikten sonra yokuş aşağı yürüye yürüye evime geldik. Sonra arkadaşlarla buluşup balıkçıma gittik. Daha doğrusu abimin sahiplendiği balıkçısı ama gerçekten çok lezzetli ve keyifli bir balıkçı. Orada biri hariç herkese balık çorbası içirip milli yaptım:) Anılım bana ölmeden balık çorbası içir çakılım dedi onu gerçekleştirmiş olduk.
Sonra Anılım bizden ayrıldı karşıya gitti. Ben de diğer arkadaşlarla eve geldim. Onları bırakıp akşamki programıma hazırlanmaya başladım.

Olaylar zinciri kavramına inanıyorum artık. Başınıza her ne gelirse gelsin. Sonrasında onun tetiklediği güzel şeyler yaşıyorsunuz. Geçen cumartesi uzun zamandır görüşmediğim bir arkaşımla görüşmem gibi. Cumartesi gecesi Galatasaray Adası'ndaki milonga gecesine gitmeye karar vermem gibi. Aşağıya eklediğim linkten inceleyebilirsiniz İstanbul Tango Ritual neymiş. Kırmızı oyuncak gibi olan pabuçlarımı giydim biraz forma haline gelmiş elbisemi de üstüme geçirdim ve milonga gecesine doğru yollandım. Bu geceye gitmeme sebep olan her şeyi kucaklıyorum. Çok güzeldi. İlk tangomu Arjantinli babam gibi ufak tefek beyaz saçlı biriyle yaptım. Sonuna kadar dans edemedik şansızlık bu ki müzik değişti. Her gelene ben bilmiyorum dedim ama bu amca ısrar etti ve kalktık:) Oradan çıktığımızda saat 5'e geliyordu. Ve insanlar saat 5'e kadar hiç durmadan dans ettiler. Müziklerin güzelliğini dansların keyfini gene anlatmam imkansız. Hele ki boğazın ortasında bu keyfi yaşamak daha da tarifsiz. Arkadaşımın çok sevimli Arjantili arkadaşı Cecilia ile tanışma şansımın olmasına da seviniyorum.

Son iki haftadır İstanbul'da tanıştığım Alman, Belçikalı, Amerikalı, Arjantinli, Ukraynalı yabancılar bu şehrin nasıl da dünya şehri olduğunu bir kez daha haber verir gibi bana.


Bu arada hoşgeldin aşk...


http://www.istangoritual.org/

http://www.atamanmuseum.com/tr/index.html

RAHAT UYU

Bugün 10 Kasım

Saat dokuzu beş geçe

Atam Dolmabahçe'de.....


Bugünleri yaşamamıza olanak sağladığın için teşekkürler. Her ne kadar tam bağımsız bir Türkiye yoksa da görünürde. Büyüklüğün yadsınamaz.

Olanları görmemeye çalış ve rahat uyu.

Cuma, Kasım 07, 2008

İŞTE BEN

İşte ben.

www.faceyourmanga.com

Perşembe, Kasım 06, 2008

DÜN VE BUGÜN


En büyük dj

Dün üşengençlik{bu ne böyle iyice sünger oldum üşengençlik filan yazmışım haha diyorum} yapmamamın karşılığını aldım. Salı Füfü aradı. Çarşamba Araf'ta Göçebe Şarkılar olacakmış biz gidelim diyoruz gelir misin dedi. Elbette evet dedim:)
Aklımda da 20. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivaline gitmek de vardı. Dün ilk günüydü. Konserden önce 19.00'deki Fransız Kültür'dekine gideyim dedim. Onca yıldır İstanbul ile bağım var ama hiç içine girmemişim. Bahçesi çok harikaydı. İstiklal'in keşmekeşinin içinde bir vaha gibi. Fransız Kültür'ün içine girer girmez geçmişe yolculuk yaptım. Üniversite yıllarıma. Ankara'da olan film festivallerini kaçırmaz kısa filmlere özellikle gitmeye çabalardım. Hem ücretsiz olması bir avantajdı hem de seyretmesi çok keyifliydi. Yeri gelmişken bir de şunu not düşeyim. Ankara film festivalinde beyaz geceler diye bir gösterim olurdu. Gece girerdin sabaha kadar 3 film ardarda seyrederdin. Yakın zamana kadar hala öyle gösterimleri olduğunu biliyorum. Son iki yıldır Ankara'da olmadığım için takip etme şansım olmadı. Bu beyaz gecelere ilk 93' senesi gitmiştim. Abim götürmüştü. O zaman ben lise son sınıftaydım. O da üniversite son da. Şimdi bu satırları yazarken o gün o kadar net ki{benim bu kilerle başım dertte}. Abimle otobüse binmiş Kubilaylar ile buluşmaya gidiyoruz. Kavaklıdere sineması eski halinde parçalara bölünmemiş. Alt katı üst katı var. Hiç boşyer yok. Başlamışız seyretmeye şimdi hangi filmler var onu hatırlamıyorum, ama galiba sonlara doğru sızmış kalmışım. Şimdi olsa heralde daha çabuk sızardım:) Sonra beyaz gecelere bir kere daha gittim. O zaman üniversitedeydim. Tomris Giritlioğlu'nun 87. adım'dı zannedersem. O da üç film arasındaydı. Benim arkadaşlarla kavga etmeme sebep olmuştu. Onlar hiç beğenmemiş dalga geçmişlerdi. Bende filmi savunmaya kalkmıştım emeğe saygı şeysine çok komikmişiz. Sonra da çıkıp Akman Pastanesi'nde kahvaltı etmiştik. O zaman Kavaklıdere'de değildi gösterim sanırım. Ya Kızılırmak'ta ya da Kızılay'dakilerden birinde. Bir de bir sahneyi hiç unutmam. Cebimde bir sinema parası var başka da 5 kuruş param yok. Kavaklıdere'ye gitmiş filme bilet almışım ama açlıktan da ölmek üzereyim. Tanıdık birini göreyim de borç isteyeyim diye içimden geçirirken. Liseden bir arkadaşımı görmüş ama para isteyememiştim. Filmden sonra aç bi ilaç dersaneye gitmiştim. Sonra nasıl doyduğumu hatırlamıyorum:) Konuyu nasıl dağıttım. Sonra kısa film kursuna bile gittim. Hatta benim senaryoyu bile çekmiştik. Kurs hocası acayip yakışıklıydı ama evliydi bir kızı vardı ve karısı ikinciye hamileydi. Sonra kendine kısa film atölyesi filan kurdu borçlar aldı, battı. Bende nereye gitsem karşılaşıyordum. Ve yanında başka kızlar oluyordu hep. Önce kondurmadım sonra çaktım köfteyi. Çapkının tekiymiş eşek. Bu da dipnot oldu:)

Neyse nerede kalmıştım. Dünden bahsediyordum. Dünkü kısa filmler birkaçı hariç çok hoşuma gitti. Hatta bir tanesi sarsılmama bile sebep oldu. Salya sümük ağladım. ELA, Silvana Aquirre Zegarra'nın. Çıktım oradan bizimkilerle buluştuk. Gittik Araf'a. Canlı Performans öncesi Dj o kadar güzel çaldı ki. Tarifi imkansız. Hiçbiri de bildiğim şeyler değildi. Sonra Göçebe Şarkılar başladı. Balkanlar'dan, İstanbul'dan, Sefarat Müzikleri çoşturdu da çoşturdu. Uzun zamandır böyle eğlenmemiş ve enerji sarfetmemiştim. Bütün kurtlarım döküldü. Toplayabilene aşkolsun:) Sabah uyandığımda o son birayı içmeyecektim duygusu hakimdi:) Kalktım banyoya ilk iş. Öyle pis kokuyordum ki kül tablası gibi. Yerde mercimek gibi bir şey gördüm bu ne dedim böyle. Duşa girdim çıktım ki bir salyongoz. Ama nasıl ufak ve şirin. Ay dedim bu evde bir sen eksiktin aldım dışarı postaladım.

Netice de güzel bir gün oldu. İyiki gitmişim bazen üşengeçlikle mücadele iyi geliyor.

linkler:
www.istanbulfilmfestival.com
www.araf.com.tr
http://www.youtube.com/watch?v=c58N_cWixcM

Çarşamba, Kasım 05, 2008

BALIK ÇORBAMA DÖNÜŞ



Uzunca bir aradan sonra balık çorbama kavuştum. Yaz boyunca balık çorbası olmayacağını söylediler. Eylül'de ramazandan sonra dediler. Ekim de ise ben unuttum. Ama bugün muradıma erdim.

Salı, Kasım 04, 2008

ÖLÜM VE YAŞAM

Bir de buradan Evren'i anmak istiyorum. Koskoca sene ne kadar çabuk geçmiş. 3'ünde gitmişiz cenazeye Başak söyledi. Ben Ekim sonu Kasım başı olduğunu hatırlıyordum ama gene de o günü bir gün geçtiğimizi biraz önce farkettim.

Çınarcığımın ve Babamın da doğum günlerini kutluyorum. Nice senelere birliktelikler daim olsun.

Ölümle yaşam içiçe :(

KARGA

karga karga gak dedi
çık şu dala bak dedi
çıktım baktım bu dala
bu karga ne budala

karga fındık getirdi
fare yedi bitirdi
miyav dedi av dedi
fareyi tuttu kedi

karga uçtu gitti
dere tepe düz gitti
altı ay bir güz gitti

vardı uzak ülkeye
bu ülke benim diye
kral aldı kargayı
kızı için hediye

karga karga gak dedi
kral kızı bak dedi
fındık var mı fındık
olsa da yesek dedi.


Dünden beri bu tekerlemenin ilk dörtlüğünü söylüyorum içimden. Devamı nasıldı acaba dedim? Bu çıktı karşıma. Başka yerlerde değişik biçimleri de var. Niye bu tekerleme geldi aklıma derseniz. Sesim şu an karga gibi. Şifayı kapmıştım ama bir türlü yatırmıyordu. Sabahları dilim damağıma ve burnum da kendine yapışmış şekilde uyanıyordum. Artık sesim de gitti kan tükürür hale de geldim. Geçmesini ümid ediyorum.

Ayrıca kargalara büyük bir saygım olmasının ötesinde korkarım kendilerinden. Fazla zekiler ve kinciler. Kestane zamanı işe giderken sabahları kestaneleri önüme doğru atıyorlar. Arabalar geçsin ezsin diye. Kinciliklerine gelince internetten bir arama yaparsanız bir sürü haberle karşılaşırsınız.

Pazartesi, Kasım 03, 2008

DEVRİM ARABALARI

Çok güzel bir filmdi. Film biterken alkışlama ihtiyacı duydum düşünün. Kimse alkışlamadı tabiii. Böylesi içten güzel bir film seyretmemiştim uzun zamandır. Herkese şiddetle tavsiye ediyorum. Bu yaşımıza kadar bu filmi seyredene kadar bu gerçeği bilmeden büyümüşüz.

Cuma, Ekim 31, 2008

29 EKİM ÖZEL

Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Cumhuriyet Kutlamaları
Hayatımdaki en değerli insanlardan biri.
Bu da bizim bisiklet yolumuz:)


Adalara karşı