Cuma, Mart 20, 2009

MÜLKSÜZLER

Sonunda Mülksüzler'i bitirdim. Haftalarca çantamda süründü ama iki günde 200 sayfasını okudum ve bitirdim. Kitap, hakkında yazılmış bütün övgüleri hakkediyor. Tokat gibi çarpıyor insana. İktidara tapmacılığa, iktidarın duyarsızlığına, hep ben, hep yandaşlarım, cebim, malım, mülküm demeciliğe bir dur deme isteği ile yanıp tutuşturdu beni. Ama anarşist olamayacağıma, mülksüz olmayacağıma göre ne kadar olanaksız bir istek.

Bugün gazetenin okuyucu yorumlarından biri haykırıyor. Bu kadar talana, yolsuzluğa hala daha AKP diyorsanız. İçiniz de hiç mi allah korkusu, hiç mi insanlık onuru yok diye. Belli ki yok.


Siyaset meydanında Evrim tartışılmış seyretmedim. İyi ki de seyretmedim. Seyretseydim stüdyoyu basar oradaki gençlerin ümmüğüne yapışırdım.

Sigaradan öylesine nefret ediyorum ki. Bütün çirkin binaları satın alıp yıktırmak hayalimde olduğu gibi. Diktatör olup her şekilde yasaklamak istiyorum. Kokusuna tahammülüm kalmadı. Burun deliklerimden içeri girer girmez işkence başlıyor. Sigara yasağı duraklarda içilmesini de kapsıyor biliyor musunuz? İçen arkadaşlarımla konuştuğumda beni bık bık eden insan zannediyorlar. Açık havada içiliyormuş ne olacakmış falan filan. O durakta içen kadar inanın yanında siz de içiyor gibi oluyorsunuz hatta yolda yürürken içen birileri sağınızdan solunuzdan önünüzden arkanızdan geçtiği anda burun deliklerim alarm veriyor. İnsanlık tarihinin en kötü keşfi silahlalarla beraber.

Geçen pazar Slumdog Millionaire'i seyrettim. Füfücüm sağolsun çekmiş bana da. O kadar tantanadan sonra seyrettiğim için mi bilmiyorum. Hayatımın filmi diyebileceğim bir film değildi. Etkilendiğim üzüldüğüm nokta çocuk istismarı oldu. Eminim filmde seyrettiklerimiz kurgu değil. Türkiye'de bile böyle bir pazar var. İşte gene iktidar hırsı. Çok mu saf bir dünya hayal ediyorum. Neden bu kadar olanaksız?

Salı, Mart 17, 2009

BANA BİR PİCASSO GEREK

Bu hafta sonu yoğun geçen hafta sonlarından biriydi. Cumartesi sabahı 9'da kendimi dışarı attım eve girişim ise 24'e doğru oldu. Arabayı aldım ve kendimi yollara vurdum. İstanbul'daki park yeri çekingenliğimi üzerimden atmak için güzel bir tecrübe oldu benim için. Araba kullanmaktan ziyade park yeri bulmak beni en çok strese sokan bir durum. Moda'da bile şansımı yardımıyla pek güzel bir yer buldum. O kadar farklı yere gittim ki araba olmasaydı ancak bir iki tanesini yapabilirdim. Araba alışkanlığı tehlikeli bir alışkanlık. Alışan insan bakkala bile onla gider hale geliyor. O yüzden trafik İstanbul'da inanılmaz boyutlarda. Günün hangi saati olursa olsun milyonlarca araba yollarda. Bu hafta sonu trafik yaratanlardan biri de ben oldum. Ama mazeretim var :)

Bahsetmek istediğim bir diğer konuda cumartesi akşamı gittiğim tiyatro oyunu. Moda'ya park etme sebebim. Gitmeden önce beni hayli telaşlandıran park sorunumun sebebi.

Kadıköy Anadolu Lisesi'nin kenarında köşesinde kurulumuş bir tiyatro. Emre Kınay'ın kurduğu Duru Tiyatro. İzlediğim oyun ise "Bana Bir Picasso Gerek". Oynayanlar Sezai Altekin ve Ayça Bingöl. İzleyebilecek olanlar için çok fazla detaya girmek istemiyorum. Ancak oyunun sahnelendiği yer oyuna o kadar uymuş ki. Turneye gittiklerinde böyle bir ortamı kurgulamak zor olabilir. Seyirciler olarak oyuna dahil gibisiniz. O kadar yakınınızda sahneleniyor. Ben çok beğendim ve etkilendim. . Öyleki yalnız olsam oyun bitince sulanan gözlerimi ve boğazıma düğüm olmuş yumrumu salıverecektim. Arkadaşlarım olduğu için toparladım kendimi. Eğer imkanınız olursa bu oyunu görmeyi ihmal etmeyin.

Cuma, Mart 13, 2009

RİTA HAYWORTH

Benim çocukluğumun idollerinden. Çok severim, çok güzel bulurum, çok yakın bulurum. Bilmem niye. Seyretmiş olduğum filmlerini tekrar görmek istiyorum.

Eskiden Kelepir diye bir kitapçı çıkmıştı. Bir sürü kitap alıp okumuşluğum vardır oradan . O zaman aklımda kalan okunmamış çok satmamış kitapların satıldığı bir yer olmasıydı. Manuel Puig'in bir sürü romanını almış okumuş çok da beğenmiştim. Onlardan biri de Rita Hayworth'in ihanetiydi. Şimdi aklımda kalmamış konusu ama sayfalarını çevirsem konusunu hatırlarım heralde.




Put The Blame On Mame - Rita Hayworth

Çarşamba, Mart 11, 2009

ABD'DE DE DİNSİZLİK ARTMIŞ

Aşağıdaki haberin darısının bizim ülkemiz ve 3. dünya ülkelerinde de artması dileğiyle.

Din toplumların afyonudur diyor. Bütün gelişmemişliğimizi ona bağlıyorum.



ABD'de hiç bir dine inanmayanların oranı yüzde 15'e çıktı, hristiyanların oranı yüzde 76’ya da düştü


NEW YORK - ABD’de yapılan bir araştırma, bu ülkede dinsizlerin sayısının arttığını ortaya koydu.Amerikan Dini Kimlik araştırma merkezince Amerikan dini hayatı hakkında yapılan geniş çaplı araştırmaya göre, ülkedeki Hristiyanların oranı düştü ve hiçbir dine mensup olmadığını söyleyenlerin oranı yükseldi. Araştırmaya katılanların yüzde 15’i hiçbir dine mensup olmadığını belirtti. Bu oranın 2001’de yüzde 14.2, 1990’da 8.2 olduğu belirtildi. ABD’de 2008’de Hristiyan olan yetişkinlerin oranının yüzde 76’ya da düştüğü belirtilen araştırmada, bu oranın 2001’de yaklaşık yüzde 77, 1990’da yüzde 86 olduğuna dikkat çekildi. Araştırmada ayrıca,kendilerini Müslüman olarak tanıtan Amerikalıların yüzdesinin de nüfusun yüzde 0.6’sına çıktığı, Budizm gibi Doğu dinlerinde büyümenin yavaşladığı ortaya kondu.(aa)

Salı, Mart 10, 2009

35 NUMERO AYAKKABI, SÜPER LOTO, TÜRBİNTAK, MAVİ BİLGİSAYAR

Gün olmasın ki yuh yani diyeceğimiz bir şey çıkmasın. Ama çıkıyor işte ne yaparsınız. Valla sinir hastası olduk toplumcak. Ben deliriyorum oturduğum yerde. Başım dönüyor. Eminim sırf bu yüzden 10 yıl daha az yaşayacağım. Düşünüyorum düşünüyorum bir hal çare bulamıyorum. Tübitak oldu bir türbintak.

Sonunda da süper loto oynadım. Çıkması halinde etrafımda gördüğüm en iğrenç binaları satın alıp yıkacağım. Yerine de ağaç dikeceğim. Akıllı bir yatırım yaparak da parama para katıp yeni binalar yıkacağım. Heralde para çıkınca ne yapacaksınız diye sorulan insanların en tuhaf hayale sahip olanı benim. Ama bu benim en büyük hayalim. Ben büyünce şu evin sahibi olacağım şu işi yapacağım demiyorum. Ben kentleri eski haline getireceğim diyorum. İlk önce yıkacağım bina da Kızılay'daki ibretlik Kızılay binası olacak. Bir gün yıkıldığını görürseniz bilinki sahibi ben olmuşum.

Neyse bizim Mavi Bilgisayar hikayesi sonunda neticeye vardı. Yeni çıkan yasa nedeniyle faizi ile alamadık ama fatura tutarı olan 2000 tl'yi çatır çatır ödediler. Ve siz siz olun haksızlığın peşini bırakmayın. Malı satana kadar müşteriye kral muamelesi yap. Malın ayıplı çıkması halinde de müşteriyi süründür. Yok öyle işte. Sıra Miele'de ama tembellik yapıyorum.

Bir de geçen, şimdi çatladım ama ismi aklıma gelmiyor bir türlü Beşiktaş'ta ayakkabı dükkanı var ya hani, dizi jönü. Gerçi şimdi jönlük mönlük kalmamış. 2 yılda çökmüş yazık. İşte o beyefendi buyurmuş 35 numara ayakkabı giyen kadınlar kompleksli oluR uzak durun diye. Kıl oldum yazının devamını okumadım. Yanu niye kompleksli olacakmışız. Ben 34 numara giyiyorum ama çoğu ayakkabım da 35. Üstüme alındım açıkcası. Ayakkabılarımın fotosunu çekip koyacağım buraya ona inat. Dağ dağa küsmüş dağın haberi olmamış durumu söz konusu oldu biraz. İsmi de inatla gelmedi aklıma. Hiç internetten araştırasım da yok. İşte öyle pamuk gibi insanım vesselam.

Pazartesi, Mart 09, 2009

DÖTÇEK SUYU

Ahan da buraya Ankara'nın suyu ile ilgili bir deney yapan karadeniz şiveli amcanın video linkini koyuyorum. Üşenmeyin seyredin. Hem amca çok tatlı konuşuyor hem de ne biçim bir su kullanıyorsunuz görün.

http://www.gazeteport.com.tr/GUNCEL/NEWS/GP_408918

DÖTÇEK

Lise ortaokul zamanları okula soket çorapla gideceğim günleri iple çekerdim. Havalı oluyordu öyle gitmek. Soket çorapla okula gitmek diyince de aklıma 40 ikindi yağmurları geliyor. Ankara diyince de akla gelen yağmurlar yani. O yağmurlar şimdi İstanbul'da. Hiç durmadan yağıyor. Barajlarımız dolu, sussuzluk şimdilik tehlike değil. Ankara ise lanetlenmiş. 40 ikindi yağmurları şehri terkedeli çok olmuş. Annem İ. Melih gittiğin gün şehre nur yağacak diyor. Ne diyelim ummaktan başka. Aşağıya terbiye sınırlarında yazdığım aklıma gelince çok hoşuma giden kelime öbeğini yazıyorum.

dötcek tut miki yan çek:)


Hafta sonu Ankara kaçamağı yaptım. Cumartesi Annemin doğum günüydü. Sürpriz oldu cuma gecesi evde beni görünce pek mutlu oldular. Babaanneciğimin ise hiç keyfi yok hiç konuşmuyor. Yanında oturduğumda bile bir tarafım hep eksik hissediyor. Hep yanında oturasım var vicdan meselesi mi bilmiyorum. Havalar biraz güzelleştiği için köye gidilecek mevsim geldi sanıyor. Yarın gideceğiz seni de bırakırız geçerken dedi kimbilir kaç kez. Ben de kimbilir kaç kez daha Mart'tayız babaanne. Mayıs'ta gideceksiniz daha 60 gün var. İki hafta sonra tekrar geleceğim beni bekle sen dedim.

2 senedir hep Nilüfer'le seyahat edip duruyordum. Terminallerinden bir tanesi Kavacık'ta olduğu için bana uygun düşüyordu. Bu sefer Kamil Koç'tan aldım bileti hem de kampanyasından faydalandım. Gidiş otobüsüm Rahat hattı. Tekli koltukta geldim. Dönüş ise normal otobüslerdendi. Bolu Dağ'ını geçtikten sonra mola yerinde durduk. Molaya kadar sürekli uyudum. Çok sık yaptığım bir şey değildir ancak acıktığım için kendime sulu yemek aldım. Sonra gittim otobüse oturdum. Otobüs kalkmak üzereyken bir sarmısak kokusu sardı etrafı anlatamam. Tam yanımdaki teyzeye dönüp kokuyu alıyor musun diyecektim. Sonra vazgeçtim belki de kadıncağız bir şeyler yedi diye düşündüm. O sırasa önümdekilerin önündeki önümdekilere dönerek tartışmaya başladı. Sonra bir de baktım ki. Önümdeki çift sucuklu ekmek yiyor. Genç ve de aslında gayet düzgün görünen tipler. Kız olan onu uyaran kadına umurumda değil demiş. Kadında ne demek umrumda değil dedi. Kız da siz de çok yüksek konuşuyorsunuz sizi dinlemek zorunda mıyız uçakla gitseydiniz dedi. Yani öyle yüzsüz ki anlatmam mümkün değil. Ben de eğildim önüme hakikaten dedim o kadar mola oldu niye orada yemediniz dedim. Erkek olan çünkü yetiştiremediler dedi. Ben de daha bir şey demedim. Eeee yani köylü fadime teyze yapsa anlarsın kadıncağız köylü bilmez etmez. Hatta o bile yapmaz belki. Bunların gayet normal bir şeymiş gibi sandviçlerini afiyetle yemeleri aklıma sığmadı.

Çarşamba, Mart 04, 2009

AMPÜL AMCA

İnsanın kendinde olmayanda gözü kalır ya. Ben de işlerim çok yoğun, başımı kaşıyacak vaktim yok diye şikayet edenlere özeniyorum. Ahh diyorum keşke benim de öyle bir işim olsa da başımı kaşıyamasam, kendimi düşünemesem, Türkiye'nin yobazlarını, yozluğunu düşünemeden sadece günümü kurtarsam.
Maalesef öyle olmuyor ne günümü kurtarıyorum ne geleceğimi. Ev ve iş yerime giden yol üzerinde hergün yeni bir dükkanı kapanmış buluyorum. Yerinde ya kiralık yazısı ya da o dükkan yerine yemekle ilgili yeni bir yer hizmete girmiş. Ne yazık ki ben de maaşımı alamadım, kredi kartımı, kiramı ödeyemedim. Yani kriz teğet geçmiyor. Ampul amca!!!!!
Öyle tuhaf bir ülke ki. Ceplerini gani gani dolduran. Devletin malını deniz yemeyen domuz türküsünü tutturmuş. Onlara bir şeycik olmuyor. Liseliler ampul tayyip dedikleri için 11 ay bilmem kaç küsur gün hapis cezası alıyor.
Allah gerçekten bizi yargıya düşürmesin.

Vatan gazetesindeki yazı dizisi bir hayli ilginç. Türkiye'nin geleceğini nerede görüyoruz?

Ben göremesem de ileride yani bir 100 yıl sonra heralde bundan daha iyi oluruz gibi geliyor. Kör gözün parmağına yaşamak da bi yere kadar di mi? Ya da iç savaş, deprem, kuraklık olur da nüfus biraz temizlenir. Ayakta kalanlarla yeni bir düzen kurulur. Gül gibi yaşar giderler sonra.


İşte böyle ben bulutlardayım nolmuş canım %50 ile gelsinler yesinler doysunlar domuzlar gibi semirsinler. Aptalişko halkımız varmış. Sudanlı Gaffur'u karumak bizim hükümete kalmışmış nolcak yahuuu. Ohh al yazmalım selvi boylum. Her şey güllük gülüstanlık. Bahar da gelmiş nolmuş yanii. Ben sıyırmışım da nolmuş. Kim görmüş, kim okumuş çiçek böcek yazmadıktan sonra.