Salı, Ağustos 31, 2010

Dizi Canavarı: Dexter 5. Sezon: Kamera Arkası

Dizi Canavarı: Dexter 5. Sezon: Kamera Arkası: "Dexter 5. sezona hazırlanırken (26 Eylül), dizinin ana karakterleri 5. sezon hakkındaki görüşlerini paylaşmışlar.

Dizi canavarının linkinden izleyebilirsiniz.

Dexter bittiğinde sanırım çok eksik kalacağız biz onun hayranları olarak.

Cuma, Ağustos 27, 2010

MÜZİK VE SESSİZLİK

Okuduğum kitapları ne yazık ki unutmaya başladım. Kütüphanemdekileri bazen okuyup okumadığımı hatırlayamıyorum. Öyle kitapları haşat ederek okumadığım için anlaşılmıyor da. Bir yerlere not alıyorum. Sonra not almayı bi süre unutuyorum gene aynı tas aynı hamam.

Tatildeyken başladığım, dün bitirdiğim kitabı buraya not düşmeyi unutmayayım bari dedim.

http://www.idefix.com/kitap/muzik-ve-sessizlik-rose-tremain/tanim.asp?sid=LOMD17IJVS7SF5DD2GOD

Tanıtımı bu şekilde.

Ben kitapçıda görüp almıştım. Anladığım kadarıyla öyle çok da bilinen bir kitap değil.

Rose Tremain- Müzik ve Sessizlik

Kitabın kahramanlarından biri olan genç müzisyen Peter Clair'i çok sevdim. Onun Emelia ilen olan aşkına ise çok imrendim.

Tarihi romanlardan biri. Öyle mutlaka okuyun diye tavsiyede bulunmuyorum. Sevip sevmeyeceğinizden emin değilim. Ama ben elimden düşüremedim.

KILIM TOPUNUZA

Aşağıdaki yazı bugünkü Milliyet'ten Mehveş Evin'in yazısından alındı. Alın bu da linki

http://cadde.milliyet.com.tr/2010/08/27/YazarDetay/1281420/macahel-i-de-hacamat-edecekler

Ben bu ülkede yaşamaktan başımızdaki cumhurbaşkanından, başbakandan ölesiye utanç duyuyorum. Böyle bir ülke ki vatansever olduğunu idda eden herkes memleketi yıkıyor. Ben öleyim de gözüm görmesin istiyorum bu çirkinlikleri. Başka türlü kaçamayacağız bu sistemden. Ya da deflenip gideyim. Unutayım Türkiye'yi hiç umrum olmasın.

İçimdeki İnsanı öylesine yok etti ki bu memleket. Pakistan'a daha çok üzülüyorum yemin billa. Yaşanan felaketlere kulağım tıkalı gözüm kapalı. Rize'de sel olmuş. İnsancıklar ölmüş. Eeee so what. Kızıyorum. Neden Karadeniz'in içine ettiniz öyle evler yaptınız da oturuyorsunuz o zaman diyorum. Sen ses çıkarmazsan öyle yaşamaya devam edersen her türlü felaket gelir kapına dayanır. Her tarafı kokuşmuş bu ülkenin. Neresinden tutsan elinde kalır. Bir de böylesine her şeye duyarsız insamız varken. İnsanı bırak karadenizdeki heslere karşı ses çıkaran hangi ünlü var. Niyse sesleri yok niye konserlerinde üç beş kelime etmiyor. Toplumsal duyarlılığı arttırmıyorlar? Üfff kılım topuna.


Macahel’i de hacamat edecekler

Yolda taş ocaklarını ve dava dilekçesini görmesem inanmazdım: Dünyanın 23 Biyosfer Rezerv Alanı arasında sayılan Artvin’e bağlı Macahel’de bile HES planlanıyor. Buna hangi insan evladının gönlü el verir?


Artvin’in Borçka ilçesi sınırları içindeki Macahel, UNESCO’nun dünya üzerinde ilan ettiği 23 Biyosfer rezerv alanından biri. Türkçesi şu: Altı köyün (Camili, Düzenli, Efeler, Kayalar, Maral, Uğur) bağlı olduğu yöre, sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın da insan eli değmemiş tek orman ekosistemine sahip. Sadece buraya has bitki ve hayvanlar yaşıyor.
Kendi gözümle Macahel’i ve dava dilekçesini görmesem inanmazdım: Evet, yeryüzü cennetlerinden biri sayılan bu bölge de HES (hidroelektrik santral) tehlikesiyle karşı karşıya! Macahel’e giden virajlı, sarp yola girdiğinizde hummalı yol çalışmalarıyla karşılaşıyorsunuz. Sanki Türkiye’nin başka dağında taş kalmamış gibi taş ocakları kurulmuş. ‘Karadeniz isyanda’ başlıklı yazı dizisinde HES’lere giden yolun başında taş ocağı kurmak olduğunu, bu sayede bölgenin ‘SİT alanı olma özelliğini’ kaybettiğini, ardından hazırlanan bir ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) Raporu ile göz açıp kapayınca kadar şantiyelerin kurulduğunu ve HES’le birlikte bölgenin tahrip edilip geri dönülmeyecek noktalara getirildiğini yazmıştım.

Haber bile vermemişler
Şimdilik Doğu Karadeniz turlarının en güzel duraklarından biri olan Macahel, sözkonusu projeler hayata geçerse talan edilecek. Sonra arayıp da bulun bakalım Kafkas arısını, balcılığı, kelebeğin, el değmemiş ormanları...
Allah aşkına, değer mi?
Avukat Yakup Okumuşoğlu’nun Çevre ve Orman Bakanlığı’na açtığı dava dilekçesinde, Dağlar Enerji Elektrik Üretim A.Ş’nin Sarnıç 1-2 regülatörü için “ÇED gerekli değildir” kararının yürütmesinin durdurulması isteniyor. Facianın nasıl sinsice geldiğini anlatabilmek için kısaltarak aktarıyorum:
1- Sarnıç 1-2 Regülatörü ve HES hakkında Macahel Camili Yöresinde herhangi bir muhtarlığa bilgi verilmiş değil.
2- “Çed Gerekli Değildir” kararından Camili havzasında yaşayanlar haberdar edilmemiş, yörede bazı faaliyetler başlayınca halkın tedirginliği artmış. Artvin Barosu avukatlarından Bedrettin Kalın’ın başvurusu neticesinde 14-01-2009 tarihinde Sarnıç 1-2 Regülatörü ve HES hakkında hazırlanan Proje Tanıtım Dosyası ve üst yazısından, projeye 16-9-2008 tarihinde “ÇED gerekli değildir” kararı verildiği öğrenilmiş.


Davacılar kim?
Borçka ilçesine bağlı Macahel (Camili Yöresinde) yaşayan, evleri olan, Efeler Deresi Vadisi’nde (Macahel-Camili Havzası) yüzen, balık avlayan, piknik yapan, dere boyunca yürüyüş ve kamp yapan, balcılık faaliyeti ile uğraşan, yaylacılık yapan, vadiye gelen çok sayıda yerli ve yabancı turistlere rehberlik eden TC vatandaşları. En büyük kaygıları, bölgenin güzellikleri ve kültürel değerlerini gelecek nesillere aktarmak.
Peki Macahel’de HES inşasına başlanırsa ne olur?
Biyosfer Rezerv alanı olan Machael, aynı zamanda Milli Park özelliğine sahip ve SİT karakteri taşıyor. Havzayı oluşturan Efeler Deresi Vadisi’nde yapılacak HES, davacılara göre ekolojik bütünlüğü ciddi olarak tahrip edecek.
Yani bu sayfada gördüğünüz o güzelim fotoğraflar tarihe gömülecek. Buna hangi insanın vicdanı elverir? İster Diyarbakır’da yaşayın, ister İstanbul’da. Macahel’e gelecek en ufak bir zarara karşı sesinizi çıkartmazsanız, bu ülkeyi sevdiğinizi iddia etmeyin!

Perşembe, Ağustos 26, 2010

ÇOK ŞİŞKOYUM YA DA ALGIM FENA HALDE BOZULDU


İtiraf vakti.

Saçlarımı kestirdiğimden beri kendimi şişkocuk hissetmeye başladım. Aynaya baktığımda karşımda duran kişi ben değilmişim gibi duruyor. Çok farklı bir hali var saçın ama ben yataktan kalktığım gibi geziyorum. Kimi insanın eli çok maharetlidir. Bir el atar saç süper durur. Bende o durum yok tabii. El atsam da bir halt olduğu yok.

Bu aralar aynalar bana düşman. İnsan irisi gibi hissediyorum hatta kendimi öyle görüyorum. Böyle "0" beden olsam çok mutlu olacağım. Öyle manyaklar gibi yediğim yok zaten abur cubur zevkimin olmadığını daha önce söylemiştim. Yemek yemenin tek elle tutulur yanı yaşamak için oluyor olması. Yaşamak için yemek yemek zorunda olmasam inanın hiç yemek yemem o kadar yemeğe olan düşkünlüğüm. O zaman niye insan azmanı görüyorum kendimi. Çünkü ufak tefek olsam da kemiklerim çok iri. Çoğu da kas acayip kılım kendime. Bir de spora yazılı olduğum halde gitmiyorum. Bir de arabayı park ettiğim yeri kaybetme stresi eklendi üzerine tuz biber oldu. Yarından itibaren gitmeyen eşek olsun diyorum. Ya erkenden kalkıp yüzmeye gideceğim ya da böyle aynalardaki aksim tiksinç gelecek kendime.

DELİLİK

Arnavutköy'ün delisi meşhur ya da ben öyle düşünüyorum. Onlardan biri adını ne yazık ki unuttum. Belki de öğrenmediğim için aklımda hiç kalmadı.

İşte o elinde radyosu bazen çayı bir aşağı bir yukarı yürüyüp duruyor. Yemeğe çıktığımda da akşam işten çıktığımda da hep karşıdan bana doğru yürüyor oluyor. Öyle bir durum ki! Anında gardımı alıyorum. Çünkü hızlı hızlı üstünüze doğru gelip korkutabiliyor. Ya da tükürebiliyor, sarılabiliyor. Gardımı alıyor olmam beni rahatsız ediyor. Neden ondan korkuyorum ki! Nedeni şu; topluma açık bir alanda beni zor durumda bırakmasından endişeleniyorum. Halbuki tükürmesi dışında çok da bir zararı yok. Hızlı hızlı gelip sadece bir soru sorup gidiyor çoğu zaman. Uzun zamandır da tükürdüğünü görmedim. Tükürmesi benim için tabii ki ölüm. Yani heralde o an ruhumu teslim edebilirim üzerime gelirse.

Öğlen baktım gene bana doğru geliyor. Ama yolumu değiştirebileceğim bir mesafede değiliz. Çoğu zaman bir arabanın arkasından geçiyorum ya da dönülecek sokağa giriyorum. Ama şimdi sadece o ve ben vardık. Yanda da evler. Bana doğru geldi. "Hayırlı ramazanlar. Nasılsın?" dedi ben hızımı kesemedim, yürümeye devam ettim. "Sağol, iyiyim" dedim. Sesimin en ince tonuyla. "Bu karşılaşmayı da atlattık." dedim içimden. Bazen boş anınızda yanınızda bitiyor. Yolu tesadüfen Arnavutköy'e düşüp onunla karşılaşanlar ne düşünüyordur acaba. Bir abisinin de onun gibi olduğunu ama 2 yıl önce öldüğünü, caddede büyükçe kagir bir evde yaşadığını, annesinin hasta olduğunu, esnafın onunla dalga geçtiğini, itilip kakıldığını..... Bilmiyor elbette.

Salı, Ağustos 24, 2010

ÜZÜLÜYORUM BE BLOG

Canım sıkkın blogcum.

Dün 5N1K'ya denk geldim. Konu ünlüler evet mi diyor hayır mı idi. Mustafa Altıoklar neden hayır diyeceğini o kadar güzel anlattı ki. Bunun üstüne Zeynep Tanbay hanfendü evet diyeceğini çünkü yargının özgürleşeceğini düşündüğünü söyledi. Mustafa Altıoklar yargı hükümet tarafından seçilip denetlenecekse yandı gülüm keten helva o zaman nasıl bir adalet düzeninden bahsedebiliriz dedikçe kadın ilkokul çocuğu gibi evet de evet dedi. Bu ünlüsü okumuş görmüşü. O zaman Emine Teyze'yi nasıl ikna edersin. Müjdat Gezen de 12 Eylül döneminden daha beter bir yasakçı düzen içindeyiz dedi. O hanfendü ise yooo çok özgür her şey dedi. Sanki kimse duygu ve düşüncelerini söylemeye çekinmiyormuş gibi. Basın üzerinde hiçbir baskı yokmuş gibi.

Sinir oldum ama sinir olduğumla kaldım. Üzülüyorum be blog. Ne günler bekliyor bizi.

Perşembe, Ağustos 19, 2010

OLMAZSA OLMAZLAR

İki saniye önce bloga giriş yaparken ne yazmak istediğimi biliyordum. Ancak şimdi aklımdan uçtu. Niye giriş yaptığım konusunda hiçbir fikrim yok.

Neyse başka şeylerden bahsedeyim ben de.

Her insanın olmazsa olmazları vardır. Kimlerin ne gibi olmazsa olmazlarına girmeyeceğim ancak benim olmazsa olmazlarım şunlar.

Hoş der daim çantamda taşıdığım filan yok çünkü o kadar disiplinli bir çanta düzenim yok. Hatta biraz savruk bile sayılabilirim.

Yaz günlerinde mutlaka ihtiyaç duydum şey yara bandı. Ayağıma vurmayan ayakkabım yok gibi bir şey. Terlik bile giysem eğer gününde değilse terlikçiğim vurmaya karar verebilir.

Evde mutlaka olması gereken ilaç, benim için Parol'dür. Öyle ilaç düşkünlüğüm yoktur. Bu, laf olsun diye söylediğim bir şey değil. Kimi der hiç ilaç kullanmam diye ama ecza dolabı çıkar çantası. Benim evden kalan bir alışkanlık ile başım ağrıdığında ki bazen çok sık ağrır. Ateşim çıktığında, halsiz hissetiğimde kullandığım tek ağrı kesici Parol'dür. Hatta Haşimatom dışında kullandığım tek ilaç.

Çantamda kalem kutum hep olur. Gece gezmelerinde ve minik çantalarımı kullandığımda koymam sadece.

Evde kolonya. O da olmazsa olmaz benim için. Kendimi kötü hissetiğimde onun serinliğine, kokusuna ihtiyaç duyarım hep.

Bir günlüğüne bir yere kalmaya gidiyorsam. Don ve çorap olmazsa olmazımdır. İllaki koyarım. Bir yere kalmaya gittiğimde de pijamamı almadan gitmem.

Olmazsa hiç aramam dediğim şey ise taraktır. Bir ömrü taraksız geçirebilirim:)

Çarşamba, Ağustos 18, 2010

PAKİSTAN

Haberin başlığı aşağıdaki gibi. Devamını da linke tıklayarak okuyabilirsiniz. Hamas için ayaklanan, yardımlar toplayanlar, neden Pakistan için susuyor anlamış değilim.


Acil ihtiyaç olarak belirlenen 460 milyon doların üçte biri toplanabildi. Milyonlarca insan susuzluk, açlık, hastalıkla yaşıyor. Pakistan hükümetine göre Taliban'ı bahane edip yardımı ağırdan alan Batı ülkeleri, mağdurları militanların kucağına itiyor.



http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1014212&Date=18.08.2010&CategoryID=81

Yardımlar için de;

http://www.unicefturk.org/index.php?p=pakistan

https://secure.avaaz.org/en/pakistan_relief_fund/?cl=708098812&v=6966

Salı, Ağustos 17, 2010

AMELİYAT BOŞA GENLER DURUYOR YERİNDE


Bir de Deniz Akkaya'nın bebişiyle fotoları vardı bugün gazetelerde. Baba güzel anne de dolaylı olaraktan güzel ama sanki Düriye ile Suriye'nin bebişi.

Diyeceğim şudur ki Deniz Akkaya özünü değiştirememiş. Ameliyatla ile günü kurtarmış ancak. Genlere de etki eder mi şu plastik cerrahlar acep.

SÜNNET DÜĞÜNÜ SAÇMALIK

Ay çenem açıldı.

Bana sünnet düğünü acayip saçma geliyor. Oldu da bi çocuk doğurdum o da erkek oldu o zaman doğar doğmaz sünnet olsun bu dert bitsin bana kalırsa. Bana kalırsası yok dediğim dedik çaldığım düdük olduğundan bana kalacak elbette. Abim bundan 39 sene evvel Hacettepe'de doğar doğmaz sünnet ettirilmiş. Sonra da kuzenler sünnet olurken buna sadece kıyafet dikmişler.

O saçma kıyafet o aman da aman erkek oldu bizim oğlan işleri hiç ama hiç hoşlaşmadığım işler. Yani benim adım hıdır diyeceğim budur.

PİS ANGELINA


Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş. Ben de Angelina Jolie'ye mundar diyorum efenim. Kadının Mr. and Mrs. Smith'ten sonra çevirdiği Beowulf'u seyrettim ki o film de animasyondu. Doğru düzgün film çeviremiyor. Oyunculuk yok. Yüz artık heykele dönmüş. Ama her yerde o kadın bıktım abicim. Şimdi Marilyn Monroe'yu da o oynayacakmış. Oynamasın istemiyorum. Yakışmaz o role. Mad Men'deki Christina Hendricks oynasın. En çok o yakışır.

Taş gibi hatun hem de büyük bedenmiş. Sıçırık kollu Angelina Jolie'yi istemeyiz. Artık yapımcılar vazgeçsin kadından. Vizyondaki filmi de kötüymüş hem.

Pazartesi, Ağustos 16, 2010

WİNONA VE BEN


Abim bir aydır burada. Dolayısıyla hayat çok hızlı akıyor. Eve giriyoruz çıkıyoruz, giriyoruz çıkıyoruz..... Bu cuma ve cumartesi de sabah 5'ten önce girmedik eve. Sürekli yedim ve içtim. İçtiğim abuk subuk içkilerin haddi hesabı olmadı. Hafta sonları hayat böyle geçince insan yaşadığını hissediyor tabii. Cumartesi günü abim arkadaşlarıyla yemekteyken ben de benimkilerle asmalımescit sonrasında da küçük beyoğlu'nda sıcaktan şıpır şıpır terleyerek alemlere akıyorduk.

Çok bilmiş biri olarak arabayı yanan beşiktaş iskelesinin olduğu sokağa koydurttum. Recep'in de ofisinin olduğu önündeki otobüs durağını kaldırdıttığı yer yani. Ben Küçük Beyoğlu'ndayken abim de Beşiktaş'tan Taksim'e gelecek benim eve dönüşümü sağlayacaktı. Ancak durum arabayı çektikleri için öyle gelişmedi. Tabii başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çünkü parka parketmişken burada tinerciler var oraya parkedelim diyen bendim. "Orada aracınız çekilir yazmıyor. İspark'da değil. Nasıl çekerler diye!" Küçük Çakıl yani ben. Anında bir anarşike ve faşiste dönüşüverdim. Asmaya kesmeye başladım. Sonuç; aracın Kuruçeşme'de olduğunu söyleyen telefondaki dallama sonra aracın kayıplara karışması, uzun uğraşlar sonucunda Tarlabaşı'nda bir otoparka çekildiğinin öğrenilmesi. Yanlış yere parkedildiği için değil harfiyat kamyonları nedeniyle çekilmiş. Herhangi bir cezası yokken. Taksi parası yanlış yönlendirmeleri nedeniyle cezanın yarısı kadar etti.

Gerçekten bu memlekette yaşamak çok zor. Biz böylesine zorlanırken. Yıllarca yurt dışında yaşamış sonra dönmüşlerin bunalımlı hallerine söylenecek hiçbir söz yok.

Dün de saçlarımı kestirdim. İçimden yeni bir ben çıktı. Acayip hoş oldu bana göre. Yani yeni bir sayfa açılabilir bu halde:)

Winona'nun bu saçı gibin accık. Çok seviyorum bu hatunu. Biri aynı ona benziyorsun dese valla ağzım kullaklarıma varır.

Cuma, Ağustos 13, 2010

YAŞLILIK


Neden bilmiyorum ama yaşlılarla çok çabuk ahbaplık kurarım. Yanımda oturan biri yaşlı ise onunla sohbet etmem genç biriyle etmemden çok daha kolay olur.

Dinlemeyi çok severim. Soru sormayı daha çok severim. Yanımda benim tanıdığım başkaları da varsa genel de konuşan ve soru soran ben olduğum için dinleyenlerin benim sorularıma içi katılır. Gene başladı ömür törpüsü sorular diye düşünürler.

Taksiye binmişsem, pazardaysam hele de karşılık veren var ise konuşmadan duramam. Elbette ağzımdan tek kelime çıkmadığı zamanlar da olur. Keyfim yoksa hiç konuşasım olmaz.

Hayat hikayelerini hep merak ederim. Biri bana birinden bahsederken benim sorularıma hazırlıklı olmalıdır. Her şeyi öğrenirim. Niye bilmiyorum. O kişinin hikayesine dalarım en ince ayrıntısına kadar öğrenirim.

Biraz önce öğlen yemeğinden dönerken. Buralarda çok sık gördüğüm üstü başı kir içinde tuhaf kombinasyonlarda giyinen yaşlı bir teyze bana laf attı. "Cep telefonun var mı?" dedi. "Noldu ki ?" diye kaçamak cevap verdim. O beni duymadı tekrar cep telefonun var mı diye sordu. Hijyen dedektörlerim kadının halini görüp yok demek istedi ama diyemedim. "Var"dedim geri yanına yürüdüm. Nasıl sevindi anlatamam. Numarayı söyledi anladım ki İzmir numarası. Biri "Alo" dedi. "Arnavutköy'deyim bi teyzenin yanındayım o söyledi aradım sizi. Tanıyor musunuz? " dedim. "Tamam" dedi karşıdaki. Verdim telefonu teyzeye belli ki Rum teyzem. Konuştular ama karşıdakinin ne dediğini anlamadı bana verdi. Karşıdaki "Ben ev telefonumu kapattıracağım çok vergi geliyor. Cep telefonumu söyleyeyim yazsın bir yere" dedi. Allahtan yanımda kalemim kağıdım vardı. Not ettim söylediği numarayı. "Siz dedim kızı mısınız?" "Evet" dedi karşıdaki. "Ya kaybederse numarayı size ulaşabilir mi?" " Valla komşularda var cep numaram ama" dedi. "Peki" dedim kapattık. Teyzeye de sıkı sıkı tembihledim aman kaybetme numarayı. Kapatıyormuş kızın ev telefonunu. Aklı bir karıştı teyzenin. Kimbilir ne hayat yaşadı? " Ses tonun çok güzel kaybetme sakın. Annene çok selam söyle " dedi. "Ankaralıyım ben teyze" dedim. Bir sürü güzel şeyler söyledi. "Arada uğra" dedi. Yanından, bahçedeki sandalyede oturmasını çok güneş olduğu söylerek ayrıldım.

Ama soramadım necidir? kimlerdendir?Öğretmenmiş bi onu anladım. Aklı gidip geliyor besbelli. Niye yalnız? Kızı niye ta İzmir'lerde bu burada? Bilemedim hikayesini.

Arnavutköy'de o kadar çok var ki böyle.

Perşembe, Ağustos 12, 2010

HAYIR YİNE DE HAYIR

Referandum'a gidiyoruz oyumuz Hayır'a. Ama hayıra basarken de evet diyerek basacağız. Ahh sen yok musun sen. Akepe zihniyeti senin küçük hesaplarına bir gün öyle bir cevap verilecek ki! Bunun umuduyla bu günler geçiyor.

Çarşamba, Ağustos 11, 2010

MAFYA TANIDIK İSTİYORUM


Birkaç sefer blog yazmaya niyetlendim ancak şirketin interneti buna müsade etmedi.

Bu ne sıcak? Bu ne biçim memleket? Şikayetim çok. Ne öpülmeye ne s... gelmediğimin farkındayım. Ancak bir daha kıştan şikayet edersem falakaya yatırın beni. Eldivenlerimle, ayak sobamla mutluyum ben. Ama nefes alamamaktan, terden, yapış yapışlıktan hiç de mutlu değilim.

Bu Nasa çok sıcak olacak filan demişti de sallamamıştım ben bunları. O zaman İstanbul'da kıçımız donuyordu çünkü. Bir de şunu hatırlamaya çalışıyorum. İstanbul'da yaşamazdan evvel. İstanbul'un yazları benim için iğrenç sıcak, nemden nefes alamamak, geceleri sivrisinek saldırıları idi. Sonra İstanbul'a geldim. İstanbul'un yazı o kadar da iğrenç gelmemeye başladı. Ve ben unuttum yıllar önce çektiklerimi. Diyeceğim odur ki! Bunun küresel ısınmayla alakası yok. Eskiden de böyleydi bu memleket. Sadece bir kaç yıldır serin gittiği için unuttuk esasını. Benim yeni ev de acayip kabus. Saç kurutma makinası çalışır halde oturuyorum sanki yüzüme üfleterekten. Balkon desen esmiyor. Esse de sivrisinek kabusum var. Halbuki 3 yıl öbür evde ben ne sıcak bildim ne sivrisinek. Sadece bir üst sokaktayım halbusi.

Anlatacak çok şey var. Hangi birine sıra gelecek bakalım hangi biri de unutulacak. Daha önceki gönderi de dediğim gibi Foça'ya gittim. Gitmemle oraya aşık olmam bir oldu. Yanımdakiler İstanbul'a koşarak dönerken ben ağlayarak döndüm. Tabii İstanbul'u bıraktığım psikolojim de bunu tetikledi. Allahın cezası sokağımda arabam başıma dert oldu. Cinayeti demiştim sanırım. İşte ölen adam bizim evin karşısındaki apartmanda oturuyordu. Öldüren de sokağın başında. Sokak da çıkmaz. Biz çıkmazın en sonundaki apartmanız. Ben de arabayı öldüren adamın evine koyuyordum. Ancak öldüren adamın Pezodan bozma abisi o taraftakiler arabasını bizim evin önüne koymasın demiş. Benim asabiyet tavan yaptı ama kimselere çemkiremiyorum. Abim de köye gitmeden arabayı bizim evin önüne çekip öyle gitmiş. Çünkü evsahibinin oğlu öyle demiş. Bana da diyorlardı da ben orası kötü yer diye çekmiyordum. Abimi arayıp niye oraya koydun orası kötü yer diye çemkirdim. O da anahtar sende istediğin yere git çek dedi. Ben de gittim güzel bir yere koydum arabayı. Ancak son gece sabahtan tatile gideceğim için bavullar ile yürümeyeyim diye evin önüne koydum.. Sabah arkadaşın babasının bizi alacağı yere arabayla gitmek üzere aşağı indim ki! Benim silecekleri ölen adamın beyinsiz kardeşi kökünden sökmüş atmış. Ben şok vaziyette hem ağladım hem şiştim yola öyle çıktım. İçimden de kudurdum durdum nasıl böyle bir şey yapar diye. Sarhoş olmuşmuş yapmış etmiş allahın dangalağı. Normal bir insan olmadığı için de diyalog kuramıyoruz yaptığı yanına kar kalıyor. Tipini bile bilmiyorum mal beyinlinin. Neyse gene sinirim zıplıyor düşündükçe. Ben o vaziyette arabayı Capitol'ün oraya bıraktım gittim. Abim geldi aldı yaptırdı. Önce 400 lira demişler masrafa. Sonra ikinci el hurdadan çıkma parça koymuşlar da 130 liraya halledildi. Mala gelsin cana gelmesin diye kendimi avuttum.

Bu durumda mafya tanıdığımın olmadığına da bayağı bir üzüldüm. Hepsini benzettiremediğim için, gıkım çıkamadığı için, herkesin yanına her şey kar kaldığı için.

Böyle duygularla gidince İstanbul'a hiç dönesim yoktu tabii. Bir de 10 saatimi denizde geçirince buradaki iş koşulları, ev koşulları beni dönmeye sevk etmedi. Ama el mecbur döndük. Şimdi de sıcaktan kuduruyorum. İşyerinde klima yok ölüyorum bildiğiniz gibi değil. Eve de vantilatör aldım onun karşısındayım nereye gitsem taşıyorum. Çiş bile yapsam karşımda.

Bu arada Miele'ye dellenip Almanya'ya bir e-posta daha gönderdim. Burada manyak bir yaz var ben buzdolapsız çıldırmak üzereyim diye. Ertesi gün buradakiler aradı bugün yeni buzdolabım gelecek. Bakalım bu İstanbul iklimine uygun değil varyatasını gene dinleyecek miyim?

Ya ne bahtsız bedevi çıktım ben de. Hani neyse hepsi mal. Varsın olsun.

Bu arada balkona salıncak aldık. Fotolarını çekip yayınlamalı ama foto makinam da kaput.