Perşembe, Kasım 27, 2008

ÇANTAMDA NELER VAR?

Çınarım sobelemiş beni çantamdan neler çıkacak diye:)
Bu içeriği yakalamışken fotoğraf çekmezsem olmazdı. Yanımda makina yoktu eve gider gitmez çektim. Gerçi konu benim çantam olunca birliktelikler ilginç olabilir.
Pamuk ve asetonü dün aldım. Sürekli oje süren bir tip değilim ama sürdüğüm zaman da kırmızı sürüyorum. Kırmızı da uzun zaman kullanılmıyor bir süre sonra çıkartılması icap ediyor. Evdeki asetonu bitmiş görünce işe gittiğimde aseton alayım dedim. Eeee almışken pamuk da alayım işyerinde ojelerden kurtulayım. Bu aralar hastalıklarla cebeleştiğim için sağlık karnemi yanımda gezdiriyorum. Su şişem de olmazsa olmazım yaz kış gece gündüz hep çantamda vardır. Bu aralar salya sümük olduğumdan hem mandalina hem de selpak ihtiyaç. Cep telefonu, akbilli anahtarlık ve cüzdan ise artık demirbaş. Kitabıma gelince. Bir aralar kitapsız kalmıştım. Yakınımda ulaşabileceğim kitapçı bir tek Yeniköy'deki D&R olunca oraya girdim ve alabileceğim yüzü gözü düzgün bütün kitapları aldım çıktım. Ne yazık ki D&R'lar market zihniyetinde oldukları için sadece çok satan ve de tane hesabı kitapları bulunduruyorlar hele benim oradaki en ufağı olduğu için kitap konusunda en kısırı. Öyle olunca bende dediğim gibi eli yüzü düzgün kitapları aldım çıktım. Bu da o kitaplardan biri. Enterasan bir kitap oldukça sürükleyici.

Pazartesi, Kasım 24, 2008

.....

- öldüğümü biliyor mu?
-kim?!?!
-abin öldüğümü biliyor mu?
-babaanne sen ölmedin ki!!!
-işte ölmediğimi biliyor mu?
-buradasın ya işte...
-niye ölmüyorum peki?
-bu işler sıralı değil ki babaanne:(
-ecelsiz miyim ben?

Cuma, Kasım 14, 2008

RİTİM

Uzunca zamandır şöyle resimsel bir ziyafet çekmek istiyordum. Bir seneyi geçti kursa başlayışımın üzerinden. İstanbul'a adaptasyonumu sağlayan çok renkli ve tatlı insanlarla tanışmamı sağlayan ritim kursuma çok şey borçluyum. Her perşembe öncesi sonrası tamamen bir cümbüş benim için. Hiç bitmeyecek bir serüven. Sanıldığı kadar da yeteneksiz değilim. Sayemde Djembe diye bir aletin varlığından haberdar oldu bir çok kimse. Okay Hoca ve Ebru gerçekten süper bir iş yapıyor. Amatörlerden bir orkestra yaratıyor. Müziğe yeteneği olmadığına inandırılan ya da düşünen insanlara bir şey başarabilmenin hazzını yaşatıyor. Aşağıda resmi görünen çoğu aleti zaman zaman elimize alıp çalıyoruz. Bu seneki Şubat konserimizin teması Brezilya ağırlıklı olacakmış.

Bu o kadar ilginç bir alet ki ismini bilmiyorum ama bildiğimiz sifon borusu gibi bir şey. Hızlı hızlı çevirliyor ve çok tatlı bir ses çıkartıyor.


Bunların ismi de bir hoş kurbağa gibi ses çıkartıyorlar.


Caixixi
Hepsi birer müzik aleti.

Sabar
Tef
Surdo
Dundun

Ksilofon; benim favorim. O kadar tatlı bir sesi var ki!
Çalarken:)

Djembelerimiz
Bongo; bunu da çalabiliyoruz.
Marakaslar



Dundun
Djembelerimiz.

Öncesi ve sonrası İstiklal'deyiz:) Bu aralar Asmalımescit favori mekanımız.

Perşembe, Kasım 13, 2008

UYKUSUZ SÜPER


Bu haftaki uykusuz süper. Her espirisini böyle şapşal bir sırıtışla okudum :P

İSPANYA-PORTEKİZ


Bahsetmemiştim. Annem, teyzemler ve arkadaşları Portekiz ve İspanya turuna gittiler. Daha önce Küba turuna gittikleri tur şirketiyle. Adana'dan bir şirket. Nasıldı diye sorduğumda verdikleri cevap harikaydı ama çok yorucuydu. Turun yaş ortalaması 60'mış. Hatta bir tane 82'lik teyze varmış yanlarında. Zıpkın gibi bana mısın demeden gezmiş.

Farklı yer yurt görme istediğim bir çok yetişkine göre sanırım epeyce!!! Ne hayallerim var gezip görmeyle ilgili bilseniz oooo!!! sen de uçtun ama dersiniz. Bir balonum olacak hooop bir oraya hooop bir buraya. Yukarıdaki vitrin resmi Portekiz'den mi İspanya'dan mı bilmiyorum. Teyzemden afırdım. Oradaki balonları görüyor musunuz? İste benim hayalimdeki balonlardan :) Böyle bir vitrin resmi benim Amsterdam fotolarımda da var. O dükkan da çok hoştu buna benziyordu. O balonlardan orada da vardı ve o balonlar gerçekten harikalar.

Çarşamba, Kasım 12, 2008

GÜZEL BİR YAZI

Bugünkü Vatan Gazetesi'nden. Mine G. Kırıkkanat'a arkadaşının yazdığı yazı. Ne kadar güzel özetlemiş. Hakikaten biz ne bırakacağız yarınlara. Bize bırakılanları bile koruyamıyorken.
Hoşgeldin kimliksizlik.


Kültürlü Turizm Bakanı’na ithaftır

“Sevgili Mine,

Seninle hem bazı güzellikleri, artık ikimizin de ‘raslantı olmadığını’ bildiğimiz anları, hem de doğaya ve tarihe yapılan ihanetleri paylaşmak istedim.

Antakya’daydım geçen hafta. Hani kökleri İsa’dan önceki beş binlik yıllara dayanan, Mezopotamya’yı Doğu Akdeniz’e bağlayan şehir.

Şu an, bu satırları yazarken bile çok heyecanlıyım, inan. Ancak bir o kadar da üzgün ve çaresiz.

‘Hiçbir şeyin raslantı olmadığı’yla başlayayım. Yeni romanın Destina’yı, Antakya’da bitirdim. ‘Büyük Konstantin’in reenkarnasyonu Kanuni Sultan Süleyman’ imgelemesi, Antakya’ya denk düştü. O kadar keyif aldım ki Destina’dan, her iki imparatorun binlerce yıl arayla keşfedip fethettikleri ve yüzlerce iz bıraktıkları Antakya’yı, senin yansımalarında izlemek büyüyü artırdı. Yolculuğumu özel kılan güzellik oldu.

Gelelim ihanetlere.

Doğaya yapılanla başlayayım: Amik Gölü. 75 bin metrekarelik gölün suyu, 1968’de açılan kanallarla Asi Nehri’ne boşaltılmış. Göl kurumuş, tarıma açılmış. Haritalarda yeşil alan olarak gösterilen Amik Gölü, hamdolsun artık yok. Ama gölün kurumasıyla Hatay’ın iklimi de değişmiş. Düzensiz yağışlar ve seller başlamış tabii.

Asi Nehri’ne de ihanet edilmiş. Roma döneminden beri nehrin üzerinde duran muhteşem taş köprü, 1972’de yıkılmış. Yerine, üstünden geçmek bile istemeyeceğin dört ucube dikilmiş. Beşincisi yolda. Çünkü birinin üstünden iki araba sağ salim geçemiyor! Bu ucubeleri yapanlar, hiç mi içinden nehir geçen şehir köprüleri görmediler, bilemiyorum.

***


Antakya Müzesi, hani dünyanın en değerli ikinci mozaik müzesine gelince: Daha kapısına vardığında için yanıyor.

Girişteki tertibat, vergi dairelerindeki danışma masaları gibi, haksızlık da etmeyeyim, daha iyi vergi daireleri de gördüm! Mozaikler, yanlış yere konumlanmış. Bazıları güneş altında bırakılmış ki, tarihe çabucak veda etsinler. Büstler çaresiz, korunaksız, boyunlarını bükmüşler. Kalemi, çakısı olanlar rahatlıkla yazar, kazır. Flaşlı makinelerle istediği pozu yakalar. Çırılçıplaklar. Çünkü güvenlik görevlileri huşu içinde gazete okuyor. Müzeden çıkarken ne bir kitap, ne bir broşür, ne de hediyelik eşya alabileceğin bir mağaza var. Zaten bu dehşet manzarayı görünce, vazgeçiyorsun anısından da.

Ayrıca, sergilenebilecek

daha çok mozaik ve lahit olduğunu, ancak yersizlikten sergilenmediğini öğrendim. Ama çok da sevindim: Hiç olmazsa depoda (umarım) güvendedirler!

Tarihte ilk olimpiyatların yapıldığı, Antakya Müzesi’ndeki en nadide mozaiklerin çıkarıldığı doğa harikası Harbiye, kebapçılar, çöpler ve aslında oraya ait olmayan el sanatları tezgâhlarının işgalinde.

St. Pierre Kilisesi’nin önüne beton dökülmüş. Eski hiçbir yol korunmamış. Hamdolsun, kilisenin içinde

otlayan hayvanlarla,

çobanlar çıkarılmış.

***


Eski şehirde muhteşem yapılar var. İnanılmaz evler, konaklar. Tahmin edebileceğin gibi eserler Roma’dan, Osmanlı’dan ve Fransızlardan kalma. Sonradan yapılanlar derme çatma.

Yeni binalar, baktığında, ‘müteahhit acaba pencereleri neden bu yöne açmış olabilir’ diye düşündüğün bilmecelerle dolu.

Özgün güzellikler sadece mutfakta kalmış. Humus, künefe, oruk, kaytaz böreği, yoğurtlu aşı, doyamadıklarımdandı. Ancak damağımdaki lezzet, gözlediğim çirkinlikleri silmeye yetmedi.

Çok merak ediyorum: Biz yarınlara ne bırakacağız? Aslında bu sorun sadece Antakya için değil elbet. ‘Günümüz mimarisi nedir?’ diye sorduğumda kendime, bir örnek dahi bulamıyorum. Böylesine tarihi bir beldenin yok olup gitmesine, kim izin verebiliyor? Bu muhteşem eserlerin yanına, sıvası bile olmayan, o sentetik kilim desenli rengârenk betonarmeleri kim yığabiliyor? Tüm bunları kim onaylıyor?

Turizmden milyonlar kazanabilecek bir şehir varken, bu şehri kim çöpe atabiliyor? Samandağı’nı, Harbiye’sini, St. Pierre’ini kim yok sayabiliyor? Bu kadar önemli bir şehri kim böylesine bir sona mahkûm edebiliyor?

Biri bana söylesin, kim bu görüntüye katlanabiliyor?

Çok üzgünüm dostum ve açıkcası ASİYİM, çünkü Antakya’dan geçtim!

Nerhan Hepşen”

BİR FINDIK


Ben espirili dilimi mi kaybetmişim ne??? Eskiden komik tarafından bakardım anlatırdım şimdi bir ciddiyet pir ciddiyet.

Evimin olduğu mahalle İstanbul'a benzemeyen yerlerden. Belki daha önce bahsetmişimdir. Sokağımızda bir köpüş var. Çok kocaman ama bir o kadar da tatlı. Onu bağlamıyorlar o da sokağın ortasında yatıyor gün boyu. Araba geldiğini görünce önce ön ayaklarını sonra arka ayaklarının üzerinde doğruluyor tırıs tırıs kenara geçiyor. Havlanacak biri geçiyorsa havlıyor peşinden koşuyor sonra fazla uzaklaşmadan yerine dönüyor. Bu köpüşün, geçen fotolarını da buraya koyduğum tavuk ve kaz arkadaşları var. Kazı kaç gündür görmüyorum ama tavuk bizimkinin yanında hep. Dün gece eve dönerken gördüğüm sahne burada kelimelere dökülünce belki bir şey ifade etmeyecek ama benim için çok şey ifade ediyor. Köpüşümüz apartmanlarının girişine kıvrılmış tavuk ise merdivenin basamaklarından birine:) Öyle özgürler işte. Etiler'de, Eminönü'nde, Çankaya'da ya da Ulus'ta (her iki şehirdeki) böyle bir sahneyi düşünebiliyor musunuz:)

Şimdi beni bilenler biraz şapşallığımı da bilir. Gittim Beyoğlu'ndaki Mac (makyaj malzemeleri satan) mağazasına. Dedim ki kıza ben dedim gözlerimi büyük göstermek istiyorum. Yani makyaj yapmayı çok beceremiyorum. Kız bana uzaylı muamelesi yaptı sonra da hiç ilgilenmedi iyi mi? Sonuç! hala öğrenmiş değilim:)

Geçen sene bugün bir fındık dünyaya geldi ailemizin en küçüğü şimdi o ve 1 yaşına basıyor. İyi ki doğmuş.

Pazartesi, Kasım 10, 2008

HOŞGELDİN AŞK

Benim için klasiklerin vazgeçilmezi!
Tombik
Kaynana koltuğu var arkada ismi öyle geçiyor.
Yarış kazanmış mercedes. Oldukça ünlü. Belgeselini ben de seyrettim.
Kamyonetler. 4. sıradaki kırmızı olan benim favorim ama buradan gözükmüyor.
İşte milonga ve boğaz manzarası
Yerlere oturup seyrettik gösterileri
Boy fukarası olduğum için ne yazık ki! bu kafalar da çıktı

Hafta sonun nasıl geçti?

Güzel bir soru. İki günün bir hafta gibi geçtiği hafta sonlarından yaşadım. O kadar uzun ve dolu anlayacağınız.

Cuma günü üniversiteden arkadaşlarım Ankara'dan hem beni ziyarete hem de diğer işlerini halletmek için geldiler. Cumartesi sabah kahvaltımızı herkesi götürdüğüm Emek Kafe'de yaptıktan sonra. Diğer arkadaşlar bizden ayrıldı bizde Anılımla beraber Tarabya'ya doğru yürümeye başladık. Hadi şu sokaktan girelim dedik ve pek güzel bir sokaktan önce yokuş çıktık sonra diğer bir sokaktan sahile indik. Tarabya'daki Mado'da bir sahlep arası verdik. Anılım İstanbul Modern uzak mı gidebilir miyiz diye sorunca. Uzak olduğunu akşamki programlarımıza yetişemeyebileceğimizi söyledim. Bizim oralarda ne yapabiliriz de güzel vakit geçirebiliriz diye düşünürken aklıma klasik otomobil müzesi geldi. Atladık taksiye iki dakika sonra müzemize geldik. Çok gitmek istediğim bir müzeydi. Aklıma gelmesine ve Anılımla beraber gezmiş olmaktan dolayı çok mutlu oldum. Ambiyansının güzelliğini, klasik otomobillerin havasını anlatmam olanaksız. Ayrıntılı anlamasam da klasik otomobil hayranıyım. Eskiden İstiklal Caddesi'ndeki Atlas Pasajı'nın içinde küçük klasik otomobil modelleri satan bir dükkan vardı. Her oraya gittiğimde kedinin ciğere baktığı gibi bakardım vitrinine. Ne yazık ki kapandı dükkanım. Fotokolik benim makinam arkadaşımın çantasında kaldığı için foto çekemedim bütün fotolar Anılımda. O bana gönderdiğinde buraya ekleyeceğim. Müzenin sayfasında otomobillerin ayrıntıları var. Çok keyifli bir müze. Yolu İstanbul düşen olursa. Mutlaka gezmeli. Gidiş ise bilmeyen için komplike gelebilir ama o da çok basit. Yeniköy'deki Shell'den önceki ışıklara geliyorsunuz o ışıklardan sola dönüyorsunuz dümdüz yukarı çıkıyorsunuz bağlar mahallesini geçiyorsunuz bir kaç yerde durup sorabilirsiniz de. O uzun yokuşun sonunda müze. Dediğim ışıklardan dolmuşa binip önünde de inebilirsiniz. O ışıklardan taksiye de binebilirsiniz. Bizim gezimiz bittikten sonra yokuş aşağı yürüye yürüye evime geldik. Sonra arkadaşlarla buluşup balıkçıma gittik. Daha doğrusu abimin sahiplendiği balıkçısı ama gerçekten çok lezzetli ve keyifli bir balıkçı. Orada biri hariç herkese balık çorbası içirip milli yaptım:) Anılım bana ölmeden balık çorbası içir çakılım dedi onu gerçekleştirmiş olduk.
Sonra Anılım bizden ayrıldı karşıya gitti. Ben de diğer arkadaşlarla eve geldim. Onları bırakıp akşamki programıma hazırlanmaya başladım.

Olaylar zinciri kavramına inanıyorum artık. Başınıza her ne gelirse gelsin. Sonrasında onun tetiklediği güzel şeyler yaşıyorsunuz. Geçen cumartesi uzun zamandır görüşmediğim bir arkaşımla görüşmem gibi. Cumartesi gecesi Galatasaray Adası'ndaki milonga gecesine gitmeye karar vermem gibi. Aşağıya eklediğim linkten inceleyebilirsiniz İstanbul Tango Ritual neymiş. Kırmızı oyuncak gibi olan pabuçlarımı giydim biraz forma haline gelmiş elbisemi de üstüme geçirdim ve milonga gecesine doğru yollandım. Bu geceye gitmeme sebep olan her şeyi kucaklıyorum. Çok güzeldi. İlk tangomu Arjantinli babam gibi ufak tefek beyaz saçlı biriyle yaptım. Sonuna kadar dans edemedik şansızlık bu ki müzik değişti. Her gelene ben bilmiyorum dedim ama bu amca ısrar etti ve kalktık:) Oradan çıktığımızda saat 5'e geliyordu. Ve insanlar saat 5'e kadar hiç durmadan dans ettiler. Müziklerin güzelliğini dansların keyfini gene anlatmam imkansız. Hele ki boğazın ortasında bu keyfi yaşamak daha da tarifsiz. Arkadaşımın çok sevimli Arjantili arkadaşı Cecilia ile tanışma şansımın olmasına da seviniyorum.

Son iki haftadır İstanbul'da tanıştığım Alman, Belçikalı, Amerikalı, Arjantinli, Ukraynalı yabancılar bu şehrin nasıl da dünya şehri olduğunu bir kez daha haber verir gibi bana.


Bu arada hoşgeldin aşk...


http://www.istangoritual.org/

http://www.atamanmuseum.com/tr/index.html

RAHAT UYU

Bugün 10 Kasım

Saat dokuzu beş geçe

Atam Dolmabahçe'de.....


Bugünleri yaşamamıza olanak sağladığın için teşekkürler. Her ne kadar tam bağımsız bir Türkiye yoksa da görünürde. Büyüklüğün yadsınamaz.

Olanları görmemeye çalış ve rahat uyu.

Cuma, Kasım 07, 2008

İŞTE BEN

İşte ben.

www.faceyourmanga.com

Perşembe, Kasım 06, 2008

DÜN VE BUGÜN


En büyük dj

Dün üşengençlik{bu ne böyle iyice sünger oldum üşengençlik filan yazmışım haha diyorum} yapmamamın karşılığını aldım. Salı Füfü aradı. Çarşamba Araf'ta Göçebe Şarkılar olacakmış biz gidelim diyoruz gelir misin dedi. Elbette evet dedim:)
Aklımda da 20. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivaline gitmek de vardı. Dün ilk günüydü. Konserden önce 19.00'deki Fransız Kültür'dekine gideyim dedim. Onca yıldır İstanbul ile bağım var ama hiç içine girmemişim. Bahçesi çok harikaydı. İstiklal'in keşmekeşinin içinde bir vaha gibi. Fransız Kültür'ün içine girer girmez geçmişe yolculuk yaptım. Üniversite yıllarıma. Ankara'da olan film festivallerini kaçırmaz kısa filmlere özellikle gitmeye çabalardım. Hem ücretsiz olması bir avantajdı hem de seyretmesi çok keyifliydi. Yeri gelmişken bir de şunu not düşeyim. Ankara film festivalinde beyaz geceler diye bir gösterim olurdu. Gece girerdin sabaha kadar 3 film ardarda seyrederdin. Yakın zamana kadar hala öyle gösterimleri olduğunu biliyorum. Son iki yıldır Ankara'da olmadığım için takip etme şansım olmadı. Bu beyaz gecelere ilk 93' senesi gitmiştim. Abim götürmüştü. O zaman ben lise son sınıftaydım. O da üniversite son da. Şimdi bu satırları yazarken o gün o kadar net ki{benim bu kilerle başım dertte}. Abimle otobüse binmiş Kubilaylar ile buluşmaya gidiyoruz. Kavaklıdere sineması eski halinde parçalara bölünmemiş. Alt katı üst katı var. Hiç boşyer yok. Başlamışız seyretmeye şimdi hangi filmler var onu hatırlamıyorum, ama galiba sonlara doğru sızmış kalmışım. Şimdi olsa heralde daha çabuk sızardım:) Sonra beyaz gecelere bir kere daha gittim. O zaman üniversitedeydim. Tomris Giritlioğlu'nun 87. adım'dı zannedersem. O da üç film arasındaydı. Benim arkadaşlarla kavga etmeme sebep olmuştu. Onlar hiç beğenmemiş dalga geçmişlerdi. Bende filmi savunmaya kalkmıştım emeğe saygı şeysine çok komikmişiz. Sonra da çıkıp Akman Pastanesi'nde kahvaltı etmiştik. O zaman Kavaklıdere'de değildi gösterim sanırım. Ya Kızılırmak'ta ya da Kızılay'dakilerden birinde. Bir de bir sahneyi hiç unutmam. Cebimde bir sinema parası var başka da 5 kuruş param yok. Kavaklıdere'ye gitmiş filme bilet almışım ama açlıktan da ölmek üzereyim. Tanıdık birini göreyim de borç isteyeyim diye içimden geçirirken. Liseden bir arkadaşımı görmüş ama para isteyememiştim. Filmden sonra aç bi ilaç dersaneye gitmiştim. Sonra nasıl doyduğumu hatırlamıyorum:) Konuyu nasıl dağıttım. Sonra kısa film kursuna bile gittim. Hatta benim senaryoyu bile çekmiştik. Kurs hocası acayip yakışıklıydı ama evliydi bir kızı vardı ve karısı ikinciye hamileydi. Sonra kendine kısa film atölyesi filan kurdu borçlar aldı, battı. Bende nereye gitsem karşılaşıyordum. Ve yanında başka kızlar oluyordu hep. Önce kondurmadım sonra çaktım köfteyi. Çapkının tekiymiş eşek. Bu da dipnot oldu:)

Neyse nerede kalmıştım. Dünden bahsediyordum. Dünkü kısa filmler birkaçı hariç çok hoşuma gitti. Hatta bir tanesi sarsılmama bile sebep oldu. Salya sümük ağladım. ELA, Silvana Aquirre Zegarra'nın. Çıktım oradan bizimkilerle buluştuk. Gittik Araf'a. Canlı Performans öncesi Dj o kadar güzel çaldı ki. Tarifi imkansız. Hiçbiri de bildiğim şeyler değildi. Sonra Göçebe Şarkılar başladı. Balkanlar'dan, İstanbul'dan, Sefarat Müzikleri çoşturdu da çoşturdu. Uzun zamandır böyle eğlenmemiş ve enerji sarfetmemiştim. Bütün kurtlarım döküldü. Toplayabilene aşkolsun:) Sabah uyandığımda o son birayı içmeyecektim duygusu hakimdi:) Kalktım banyoya ilk iş. Öyle pis kokuyordum ki kül tablası gibi. Yerde mercimek gibi bir şey gördüm bu ne dedim böyle. Duşa girdim çıktım ki bir salyongoz. Ama nasıl ufak ve şirin. Ay dedim bu evde bir sen eksiktin aldım dışarı postaladım.

Netice de güzel bir gün oldu. İyiki gitmişim bazen üşengeçlikle mücadele iyi geliyor.

linkler:
www.istanbulfilmfestival.com
www.araf.com.tr
http://www.youtube.com/watch?v=c58N_cWixcM

Çarşamba, Kasım 05, 2008

BALIK ÇORBAMA DÖNÜŞ



Uzunca bir aradan sonra balık çorbama kavuştum. Yaz boyunca balık çorbası olmayacağını söylediler. Eylül'de ramazandan sonra dediler. Ekim de ise ben unuttum. Ama bugün muradıma erdim.

Salı, Kasım 04, 2008

ÖLÜM VE YAŞAM

Bir de buradan Evren'i anmak istiyorum. Koskoca sene ne kadar çabuk geçmiş. 3'ünde gitmişiz cenazeye Başak söyledi. Ben Ekim sonu Kasım başı olduğunu hatırlıyordum ama gene de o günü bir gün geçtiğimizi biraz önce farkettim.

Çınarcığımın ve Babamın da doğum günlerini kutluyorum. Nice senelere birliktelikler daim olsun.

Ölümle yaşam içiçe :(

KARGA

karga karga gak dedi
çık şu dala bak dedi
çıktım baktım bu dala
bu karga ne budala

karga fındık getirdi
fare yedi bitirdi
miyav dedi av dedi
fareyi tuttu kedi

karga uçtu gitti
dere tepe düz gitti
altı ay bir güz gitti

vardı uzak ülkeye
bu ülke benim diye
kral aldı kargayı
kızı için hediye

karga karga gak dedi
kral kızı bak dedi
fındık var mı fındık
olsa da yesek dedi.


Dünden beri bu tekerlemenin ilk dörtlüğünü söylüyorum içimden. Devamı nasıldı acaba dedim? Bu çıktı karşıma. Başka yerlerde değişik biçimleri de var. Niye bu tekerleme geldi aklıma derseniz. Sesim şu an karga gibi. Şifayı kapmıştım ama bir türlü yatırmıyordu. Sabahları dilim damağıma ve burnum da kendine yapışmış şekilde uyanıyordum. Artık sesim de gitti kan tükürür hale de geldim. Geçmesini ümid ediyorum.

Ayrıca kargalara büyük bir saygım olmasının ötesinde korkarım kendilerinden. Fazla zekiler ve kinciler. Kestane zamanı işe giderken sabahları kestaneleri önüme doğru atıyorlar. Arabalar geçsin ezsin diye. Kinciliklerine gelince internetten bir arama yaparsanız bir sürü haberle karşılaşırsınız.

Pazartesi, Kasım 03, 2008

DEVRİM ARABALARI

Çok güzel bir filmdi. Film biterken alkışlama ihtiyacı duydum düşünün. Kimse alkışlamadı tabiii. Böylesi içten güzel bir film seyretmemiştim uzun zamandır. Herkese şiddetle tavsiye ediyorum. Bu yaşımıza kadar bu filmi seyredene kadar bu gerçeği bilmeden büyümüşüz.