Çarşamba, Kasım 12, 2008

GÜZEL BİR YAZI

Bugünkü Vatan Gazetesi'nden. Mine G. Kırıkkanat'a arkadaşının yazdığı yazı. Ne kadar güzel özetlemiş. Hakikaten biz ne bırakacağız yarınlara. Bize bırakılanları bile koruyamıyorken.
Hoşgeldin kimliksizlik.


Kültürlü Turizm Bakanı’na ithaftır

“Sevgili Mine,

Seninle hem bazı güzellikleri, artık ikimizin de ‘raslantı olmadığını’ bildiğimiz anları, hem de doğaya ve tarihe yapılan ihanetleri paylaşmak istedim.

Antakya’daydım geçen hafta. Hani kökleri İsa’dan önceki beş binlik yıllara dayanan, Mezopotamya’yı Doğu Akdeniz’e bağlayan şehir.

Şu an, bu satırları yazarken bile çok heyecanlıyım, inan. Ancak bir o kadar da üzgün ve çaresiz.

‘Hiçbir şeyin raslantı olmadığı’yla başlayayım. Yeni romanın Destina’yı, Antakya’da bitirdim. ‘Büyük Konstantin’in reenkarnasyonu Kanuni Sultan Süleyman’ imgelemesi, Antakya’ya denk düştü. O kadar keyif aldım ki Destina’dan, her iki imparatorun binlerce yıl arayla keşfedip fethettikleri ve yüzlerce iz bıraktıkları Antakya’yı, senin yansımalarında izlemek büyüyü artırdı. Yolculuğumu özel kılan güzellik oldu.

Gelelim ihanetlere.

Doğaya yapılanla başlayayım: Amik Gölü. 75 bin metrekarelik gölün suyu, 1968’de açılan kanallarla Asi Nehri’ne boşaltılmış. Göl kurumuş, tarıma açılmış. Haritalarda yeşil alan olarak gösterilen Amik Gölü, hamdolsun artık yok. Ama gölün kurumasıyla Hatay’ın iklimi de değişmiş. Düzensiz yağışlar ve seller başlamış tabii.

Asi Nehri’ne de ihanet edilmiş. Roma döneminden beri nehrin üzerinde duran muhteşem taş köprü, 1972’de yıkılmış. Yerine, üstünden geçmek bile istemeyeceğin dört ucube dikilmiş. Beşincisi yolda. Çünkü birinin üstünden iki araba sağ salim geçemiyor! Bu ucubeleri yapanlar, hiç mi içinden nehir geçen şehir köprüleri görmediler, bilemiyorum.

***


Antakya Müzesi, hani dünyanın en değerli ikinci mozaik müzesine gelince: Daha kapısına vardığında için yanıyor.

Girişteki tertibat, vergi dairelerindeki danışma masaları gibi, haksızlık da etmeyeyim, daha iyi vergi daireleri de gördüm! Mozaikler, yanlış yere konumlanmış. Bazıları güneş altında bırakılmış ki, tarihe çabucak veda etsinler. Büstler çaresiz, korunaksız, boyunlarını bükmüşler. Kalemi, çakısı olanlar rahatlıkla yazar, kazır. Flaşlı makinelerle istediği pozu yakalar. Çırılçıplaklar. Çünkü güvenlik görevlileri huşu içinde gazete okuyor. Müzeden çıkarken ne bir kitap, ne bir broşür, ne de hediyelik eşya alabileceğin bir mağaza var. Zaten bu dehşet manzarayı görünce, vazgeçiyorsun anısından da.

Ayrıca, sergilenebilecek

daha çok mozaik ve lahit olduğunu, ancak yersizlikten sergilenmediğini öğrendim. Ama çok da sevindim: Hiç olmazsa depoda (umarım) güvendedirler!

Tarihte ilk olimpiyatların yapıldığı, Antakya Müzesi’ndeki en nadide mozaiklerin çıkarıldığı doğa harikası Harbiye, kebapçılar, çöpler ve aslında oraya ait olmayan el sanatları tezgâhlarının işgalinde.

St. Pierre Kilisesi’nin önüne beton dökülmüş. Eski hiçbir yol korunmamış. Hamdolsun, kilisenin içinde

otlayan hayvanlarla,

çobanlar çıkarılmış.

***


Eski şehirde muhteşem yapılar var. İnanılmaz evler, konaklar. Tahmin edebileceğin gibi eserler Roma’dan, Osmanlı’dan ve Fransızlardan kalma. Sonradan yapılanlar derme çatma.

Yeni binalar, baktığında, ‘müteahhit acaba pencereleri neden bu yöne açmış olabilir’ diye düşündüğün bilmecelerle dolu.

Özgün güzellikler sadece mutfakta kalmış. Humus, künefe, oruk, kaytaz böreği, yoğurtlu aşı, doyamadıklarımdandı. Ancak damağımdaki lezzet, gözlediğim çirkinlikleri silmeye yetmedi.

Çok merak ediyorum: Biz yarınlara ne bırakacağız? Aslında bu sorun sadece Antakya için değil elbet. ‘Günümüz mimarisi nedir?’ diye sorduğumda kendime, bir örnek dahi bulamıyorum. Böylesine tarihi bir beldenin yok olup gitmesine, kim izin verebiliyor? Bu muhteşem eserlerin yanına, sıvası bile olmayan, o sentetik kilim desenli rengârenk betonarmeleri kim yığabiliyor? Tüm bunları kim onaylıyor?

Turizmden milyonlar kazanabilecek bir şehir varken, bu şehri kim çöpe atabiliyor? Samandağı’nı, Harbiye’sini, St. Pierre’ini kim yok sayabiliyor? Bu kadar önemli bir şehri kim böylesine bir sona mahkûm edebiliyor?

Biri bana söylesin, kim bu görüntüye katlanabiliyor?

Çok üzgünüm dostum ve açıkcası ASİYİM, çünkü Antakya’dan geçtim!

Nerhan Hepşen”

Hiç yorum yok: