Çarşamba, Temmuz 02, 2008

BUGÜN 2 TEMMUZ YÜREKLERİN YANDIĞI BİR GÜN!


Bugün 2 Temmuz sıradan bir gün değil artık. Dugularımı, düşüncelerimi güzel aktaramayacak kadar öfkeliyim, şaşkınım, umutsuzum. Göz göre göre 35 insan yakıldı şu tuhaf memlekette. 15 yıldır da yakalanamayan bir insan var RP’li Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak. Şimdi sıradan bir yurttaş olarak soruyorum. Hukuka nasıl güvenelim? Ortada bir vahşet var ortada suç var. Ama kıpırdayan bir el yok. Bir de Ergenekon saçmalığı var. Herkes her an götürülebilir. Hayır ben suçsuzum de istediğin kadar. Dava açılmadığı halde yatacaksın günlerce, aylarca belki de yıllarca. Benim aklım çok karışık. Güvenim yerlerde. Öfkem en üst düzeyde. Hükümet karşısı olan onun yaptıklarını eleştiren her insan darbeci mi bu memlekette. Bu nasıl bir düzenbazlıktır. Bu nasıl bir meda anlayışıdır nasıl utanmazlıktır. Aklım almıyor. Star gazetesi başlık atmış darbeciler. Sen o insanların suçlu olup olmadığı bilmeden nasıl böyle yanlı davranabilirsin. Mustafa Balbay ülkesini seven o konuda eleştiriler yapan. Ne dediği ne istediği ortada bir insan. Sen sırf muhalif ses diye onu da al gözaltına alınacak listesine. Çağırılsa gelip ifade vermeyecekmiş gibi. Dediğim gibi öfkem büyük. Yazamıyorum.
Sivas gibi bir olayın yaşandığı bu ülkede insanları sevmek mümkün mü. Bu nasıl müslümanlıktır bu nasıl zihniyettir. Yazıklar olsun onların tuttuğu oruca da namaza da boşuna çabalamayın. Siz bizden önce cehennemliksiniz. Sonra adam şeriat istiyor dendiğinde yok istemiyor yalan bunlar iftira diyeceksin. Hadi ordan be adamların fikri neyse zikri de o.
Umarım başka sıradan günler daha sıradanlıktan çıkmazlar.
Güzel günler gelsin aydınlık gelecekler bizi beklesin istiyorum, diliyorum.

Can Dündar'ın bugünkü yazısı


lhan Selçuk gözaltına alındığında Cumhuriyet’e gitmiştim. Balbay dedi ki: “Artık sabahları birbirimizi arıyoruz; bu sabah alınan var mı diye...” Aynen öyle oldu. Dün sabah telefonu kapalıydı. Dilek’le koşup evine gittik. Site güvenliği, polislerin 6.40’ta geldiğini, 4 saattir içeride arama yaptıklarını söyledi. Vatansever Kuvvetler hareketiyle ilgili bir şeyler arıyorlardı. Az sonra bir sivil polis, bilgisayar kasasıyla çıktı dışarı... Hemen ardından da Balbay göründü kapıda... Yanında 4 sivil polis vardı. Bizi görünce gülümsedi. Endişelenmememizi söyledi: “Gocunacak bir şeyim yok; ne yaptığım ortada” dedi. Ekip otosuna bindirildi; gitti. Yeni çocuğu olmuştu. Diğer kızı yeni ilkokula başlamıştı. Birtakım adamların eve gelip her tarafı aramasını ve bilgisayarı yüklenip gidişini ona nasıl açıklayacaklardı? “Bilgisayara virüs girmiş. Amcalar onu temizleyecekler” dediler. * * * Darbe dönemlerinde yaşadığımız türde sahneler bunlar... “Sivil”de pek sevimsiz kaçıyorlar. Balbay, 25 Mart’ta NTV’deki Neden programında konuğum olduğunda Yücel Aşkın örneğini hatırlatmıştı. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Aşkın hakkında çete kurmaktan 3150 yıl hapis cezası istenmişti. Bir de yazıyla yazalım: Üç bin yüz elli yıl... Kendisi bu cezayı almadıysa da yardımcısı, tutukluluğunun üçüncü ayında buna dayanamayarak intihar etmişti. “Şimdi onun katili kim?” diye soruyordu Balbay ve Hükümet’in 8 kişilik asansöre “Belki kaldırır” diye 30 kişiyi sığdırmaya çalıştığını söylüyordu. Türkçeyle oynamayı sevdiğinden Ergenekon’a yeni bir isim takmıştı: “Heryerekon!” * * * “Ergenekon” adlı bir kitaba imza atmış biri olarak son 10 yılı bu çeteye dair yazılar yazarak, programlar yaparak geçirdim. AKP dahil hükümetleri, zamanında darbecileri yargılamadığı için eleştirdim. “Yargılamazsanız, yargılanırsınız” dedim. Ama burada, başından beri ben de Balbay gibi “Ergenekon”dan ziyade “Heryerekon” kokusu alıyorum. Daha seçimler öncesinde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Ümraniye’de bulunan bombalara dikkat edin. Bunun arkası gelecek” demişti. O zamandan beri soruşturmanın üzerindeki siyasi etiket silinmedi. Soruşturma bahanesiyle Hükümet muhaliflerine gözdağı verildiği, hoşa gitmeyen isimlerin listeye dahil edildiği, gece yarısı gözaltına almalarla, yazdırılan kitaplarla hedef haline getirildiği ve nihayet (dünkü gözaltıların zamanlamasında açıkça görüldüğü gibi) dikkatlerin AKP davasından buraya çekildiği görüldü. Ve ne yazık ki, gerçekten de provokasyonlarla darbe tezgâhlayan bir kanlı çetenin ortaya çıkarılması ihtiyacı, bu siyasi niyetin gölgesinde kaldı. “Asansör” öyle partizanca dolduruluyor ki, içinde yargılanmayı hak edenler bile “Asansör düşecek” kaygısıyla saklanıyor. * * * Şu anda yaşanan, asırlık bir hesaplaşmanın son raundunda tarafların birbirlerine düello teklifidir. Seçilen silah, hukuktur. “Seninkiler benim partimi kapatırsa benimkiler de seninkilerin ipliğini pazara çıkarır” hesaplaşmasından ne kapatılmak istenen parti ne de hedef alınan çete zarar görür. Zarar görecek şey sadece yargıdır. Ben, dün Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararında ne hissettiysem, bugün bu soruşturmada aynı hisleri taşıyorum. Hukuka inancımı giderek yitiriyorum. Bütün izah çabalarını da “Bilgisayara virüs girdi, amcalar onu temizleyecekler” yalanı gibi dinliyorum. Ağustos erken bastırdı Ankara’ya... Sıcak... Ve korkarım daha da sıcak olacak.


Not: Resmi internetten buldum. Sahibi kim bilmiyorum. Ama ben internette herkesin görebileceği resimleri koyuyorsak onların başkaları tarafından kullanılabilir olduğuna inanıyorum. Resmi ben çektim denmediği sürece. Çünkü karanfil bulup çekemeyeceğime göre. Tek çarem internet.

1 yorum:

cakiltasi dedi ki...

maalesef :( çınarım.

ama unutmuyoruz ve unutturmamalıyız.