Cuma, Temmuz 18, 2008

KÖY







Havadisler çok ama yazmaya gönül yok:)

Köye gittim geldim geçtiğimiz hafta sonu. Annemle babam Bursa'ya gittikleri için ben Babaannem ve Lia yalnız kalmasınlar diye köye gidecektim, ama annem yalnız kalabiliyorlar gelmene gerek yok dedi. Ben gene de gideyim istedim. Hem dönüşünde babamı görürüm hem de babaannemi ve köyü. Babamı ertesi gün döndüğü için göremedim. Kendimle ilgili vicdan muhasebesi yaptım. Geçmişte şu lafı, şu hareketi yapmasaydım dediğim çok olduğu için bu yeni bir şey değil. Hele köye gittiğim zaman çok yaptığım bir şey. Köy eskiden benim için çok gitmek istediğim bir yer değildi. Emrivaki gelirdi gitmek. Annem bizi toplar tatil olur olmaz köye giderdik. Babamın beklentisi o yöndeydi. O zamanlar köyün konforu çok iyi değildi. Bu kadar güzel ve bakımlı da değildi. Babam emekli olduğundan beri ihya etti orayı. Neyse gittiğimden itibaren döneceğimiz günü beklerdim. Gerçi hoş vakit geçirmiyor da değildim. Yaşıtlarım vardı. Çamurla bütün gün oynuyordum. Ama ne zaman iş yapacak yaşa geldim. Bulaşıkları yıkamaktır derlemek toplamaktır ki şunu da ekliyim annem hiçbir zaman kimseye minnet etmez. Bir de annemin köyü kırklamak gibi bir adeti vardı. Bütün eşyalar dışarı çıkar silinir süpürülür. Biri sizin yanınızda deli gibi temizlik yapınca el atmamak çok mümkün değil. Sonra fare vardı. Fındık faresi ama zaman zaman cirit atarlardı her yerde. Tuvalet bi dönem dışarıdaydı. İşte bütün bunların hepsi toplandığında gitmek istemediğim bir yer haline geliyordu köy. Bir zorunluluktu benim için. Ben pek elimi ona buna sürmediğim için de çok çekişirdik babaannemle. Abim ise tarlaya gider, ortakçıya yardım ederdi. Hal böyle olunca gözde torun o oluyor:) Dedem ise çok düşkündü bana işte vicdanımı yaralayan beni mutsuz eden bir durum bu. 93 senesinde kaybettik onu. 5 sene de yatalaktı ne yazık ki. Ben ise köyü bir mecburiyet olarak görüyordum. Aklıma arada sırada geldiğinde üzüldüğüm iki şey var. Oldukça küçükken ilkokul diyelim. Annemler beni köye bırakmışlardı kısa bir süreliğine sanırım. Ben de rahatsızlandım. Sahne şöyle Enver Eniştem tesadüfen köye uğruyor. Ben de babaannemlerin odada divana uzanmışım dedem gofret getirmiş. Huysuzum. Enver eniştem sanıyorum beni alıyor ve İstanbul'a götürüyor. Ben de koşa koşa gidiyorum. Orada dedemin gofret getirişi aklımdan hiç gitmiyor. Bir başka sahne ise yakında köyden ayrılacağız ve ben komşudayım abim geliyor hadi eve gel biraz vakit geçir diyor o sıralar da heralde ortaokul filan. Ben de hayır istemiyorum diyorum. Şimdiki karakterimi düşündüğüm zaman o kadar ters geliyor ki bu davranışlar niye böyle yapmışım bilmiyorum. İnsan olgunlaştıkça kesinlikle daha ağırbaşlı ve terbiyeli biri oluyor. Bu bende kesin öyle. Bir de anne tarafı sanırım bu kadar sık köye gitmemizi ve uzun kalmamızı da eleştirdikleri için çocuk olarak o da beni köye karşı antipatik yapmış sanırım o zamanlar. Psikolojik çözümlemeye girdiğimde bu geliyor aklıma.
Şimdi ise eksileri tedavi etmek ister gibi babaannemle pek iyi anlaşıyoruz. Zaten artık başkasına muhtaç ne yazık ki. Tam senesini hatırlamıyorum belki 5'tir. Babaannem artık köyde yalnız kalamamaya başladığında Ankara'ya bizim yanımıza gelmeye başladı babam da emekli olduğu için yazları beraber köye geri dönüyorlar. Babam da tam bir adanmışlık var. Bebek gibi bakıyor. Ama esip de gürlüyor sinirleri bozulmuş belki de. Babaannem de anlaşamıyoruz babanla diyor. Hep onun dediği olacak. Halbuki ben doğrusunu diyorum ama yok diyormuş babam. Tahmin ediyorum ve biliyorum nasıl olduğunu. Ankara'da geçirdiğim vakitler aramızı düzeltti artık gözde torun benim anlayacağınız. Tuvalete götürdüğümde banyosunu yaptırdığımda gece üzerini örttüğümde demeyin halimize.
Pazar İstanbul'a dönerken bu duygularla döndüm işte.
Pazartesi gecesi de apar topar Ankara'ya gittim Salı sabah oradaydım. Akşam bindim gece evdeydim. Neden gittiğimi daha sonra yazacağım. Bu gece de Burhaniye'ye gideceğim. Pazartesi sabah geleceğim. Hem denize girmek hem annemleri görmek dileğim.

Not: Yukarıdaki çan babaannemin kalmak istediği zaman çalmasını istediğimiz çan:)

Ben bloglara çok yorum bırakmıyorum. Bırakmadığım okumadığım anlamına gelmiyor. Kendime saklıyorum yorumlarımı .

Türkiye mi?? Gene boşladım canım daha doğrusu beter olsun modundayım. Atatürk Orman Çifliği arazisinin içler acısı durumu. Haydarpaşa Limanı'nın peşkeş çekilme fikri. Düşündüm ki yetmez ya bence İstanbul'daki koruları da imara açalım nasılsa borç içindeyiz kaynak yaratmak gerekmiyor mu onlar ne güne duruyor. Topkapı Sarayı'nı, Dolmabahçe Sarayı'nı satalım otel yapsınlar. Daha var mı başka fikri olan. Neyseki ömrü kısıtlı insanın. Bir de ölümsüz olduğumuzu düşüsenize. Yıllar geçecek gelişmeler bizi kanser edecek ama ölmeyeceğiz. Yaşarken ızdırap hem de sonsuz. Allahtan göçüp gidecez de yapılanları görmeyeceğiz.

2 yorum:

Pilli Petro dedi ki...

iyi tatiller Burhaniye ne sakindir şimdi :)

Adsız dedi ki...

bekriyacım hakikaten çok güzeldi. iyi ki gitmişim dedim.