Salı, Mayıs 19, 2009

BİR HAFTA SONUNUN HİKAYESİ

Ankara'ya gideceğim demiştim ya! Ankara'ya şimşek hızıyla gidip geldim. Önce gece otobüsüyle gidecektim sonra baktım Ulusoy'un saat 20.15'te molasız bir aracı var fiyatı da diğer firmalarla neredeyse aynı. İyiymiş dedim aldım biletimi. Servise herzamanki gibi İstinye'den bindim. Ama bu sefer Nilüfer'le gitmediğim için Kavacık'a değil Okmeydanı'na gittik. Gitmeye çalıştık daha doğrusu. Nasıl bir trafik anlatılmaz yaşanır cinsten. Oradan otobüse bindik. Küçükyalı terminaline doğru yola çıktık. Servisin geldiği yolun bir kısmından geçerek. İçimden de sürekli yahu çağıl niye direkt Kadıköy'e gidip servise oradan binmedin Küçükyalı'ya götürecekti seni ne güzel diyip durdum. Çünkü ne zaman Ulusoy'la gidecek olsam öyle yapıyordum. Boşuna otobüsün içinde fenalık geçirmeyecektim. Neyse olan olmuş diye artık içsesimi bastırdım. Bu arada Küçükyalı'ya geldik. Bu arada da öğrendim ki molasız aslında molalı. İşten çıktığım saat 18.00 bizim Küçükyalı'dan harketimiz 20.45 filan düşünün hala İstanbul içindeyiz. Benim iç ses özel araçla gitseydik yolun çoğu bitmişti demeye başladı. Neyse ben hemen yana kıvrılıp uyku pozisyonu aldım. 20 dakika geçti geçmedi bir gürültü ile yerimden fırladım. Sandım ki yukarı bagaj kapaklarından biri açıldı içindekilere yere düştü. Ancak durum biraz daha vahimdi. Hemen arka çapraz koltuğun camı tuzla buz olmuş o koltukta oturan çocukların üstü başı cam kırığı dolu. Birinin eli kanıyor. Hay allahım ne oldu derken ön taraftaki kapının camının da kırıldığı anlaşıldı. Sonra bir baktık çocuk taş buldu. Sultanbeyli'den geçerken yola, arabalara taş fırlatan çocukların ya da insan müsveddelerinin kurbanı olmuştuk.

Otobüs biraz ileride durdu. Aşağıya inip durum değerlendirmesi, bol bol şaşırma, psikolojik tesbitten sonra terminalden çıkacak yeni otobüsü beklemeye başladık. O sıra polis geldi. O civarda bu tip vakaların sürekli olduğunu söyledi, durum tespit yaptı. Sonra Ambulans geldi çocuklarda bir şey var mı yok mu diye kontrol etti. Yaklaşık bir saat sonra da yeni otobüs geldi.
Saat çoktan 22.00'yi geçmişti. Sağ sağlim gidelim de artık başka ihsan istemem moduna girdim. Mola yaptıktan hemen 5 dakika sonra, otobüs haraket edecekken binen bir kadın eyvah çantamı tesiste unuttum diye ayaklandı. Şoför yol kenarına çekti ve kadının çantasını beklemeye başladık. Bir yarım saat de orada bekledikten sonra eve girdiğimde saat 04.00 olmuştu. Şaka gibi bir gece diyerek uyku çabasına girdim. Ama nafile. Çidomcuğum da saat 06.00 gibi geldi. Onlardan erken gelir uyurum diye aynı otobüse binmemiştim ama gene aynı vakitlerde geldik.

Cuma gecesi evde olacağım diye beklerken cumartesi sabaha karşı evde oldum. Cumartesi programım da çok yoğundu. Bir şekilde uyandıktan sonra şehre önce doktor kontrolüme gittim önce. Ama doktorum geçikti o geçikince Aycan'la görüştüm sonra doktora geri döndüm oradan çıktım bir sürat eve geldim. Oradan akşamki düğün için kuaföre koşturduk. Orada saatlerce bekledikten sonra çıkabildik. Ve bir kez daha kuaförden istediğimi elde edememiş yenik bir insan oldum. Beni niyeyse anlamıyorlar kuaförlerin topu niye böyle kıt bilmiyorum.

Oradan eve gelip binbir kıyafet deneyip kendi getirdiklerimin hiç uygun olmadığına karar verip annemin kıyafetini giyip arabaya atlayıp düğün mekanına gitmekle işler bitmedi. Hayatımda gittiğim düğünlerden en çekilmeziydi ne yazık ki! Mekan güzel ama müzik korkunçtu üstüne üstlük çok yüksek sesliydi. Ancak gece 23.30'a kadar dayanıp kaçtık. O nedenle ertesi günkü mitinge gelemedim Çınarım. Çünkü bir de Pazar programım vardı.

Pazar da harale gürele geçti. Zamanı çok iyi değerlendiremeden bitti. Güler Teyzem'i gördüğümde yazık sersem gibiydi. İlaçlar onu serseme çevirmiş. Keşke bir sürü vaktim olsa da herkese yetişebilsem istedim. Babaanneciğimle de hiç oturamadım oturduğum vakit uyuklayıp durdu hep.

İstanbul'a dönüşüm ise beklediğimden daha kısa sürdü. Evden 24.00'te çıktık. Kendi evime girdiğimde saat 06.00 idi. Dönüşümü Kamil Koç rahat hat ile tekli koltukta gerçekleştirdim.

TÜRKAN SAYLAN

Buraya kopyala yapıştır yaptığımda yazılar çince gibi bir hal aldığı için linki veriyorum. Bekir Çoşkun eski bir yazısını Türkan Saylan çok sevmişti diye tekrar yayınlamış. Ben daha önce okumamıştım. Gerçekten çok duygusal, güzel bir yazı.

Kadınlar gittiğinde,

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11679583.asp?yazarid=2&gid=61

Sanırım dünyaya böyle büyük insanlar çok sık gelmiyor. Geldiklerinde de daha küçük yaşlardan itibaren kocaman yürekleri oluyor. Dünyayı sırtlanıyor daha iyi bir yere taşımak için. Biz ne kadar şanslı bir ülkeyiz ki bu büyük insanlar bizim ülkemizde doğmuşlar. Ama ne yazık ki bunu kaldıramayacak bir çoğunluk da bizim ülkemizde yaşıyor.

Canlı yayın arabalarının jenarotör seslerini duyuyoruz dünden beri. Kapısına gidip taziye defterine yazmayı çok istedim. Ama kameralara illet olduğum için gidemedim.

Güle güle Türkan Saylan bu ülke sana o kadar çok şey borçlu ve yaptıkların o kadar değerli ki bunları sorgulayanları anlamak mümkün değil.

Kelimeler kıfayetsiz gene.

Rahat Uyu.

Cuma, Mayıs 08, 2009

ÖYLE BÖYLE

Sonunda Alias'ı bitirdim. Mantık hataları olsa da güzel diziydi. Bütün karakterlere bağlanmıştım. Hatta işin komik tarafı Jennifer Garner'in babası rolündeki Victor Garber'ı geçenlerde izlediğim Milk'te annesi rolündeki Lena Olin'i de The Reader'da görünce karma iş başında diye geçirdim içimden.

Babam köyden dönerken polis durdurmuş 3 gün varmış muayenenin bitmesine. İş başa düştü. Dudullu'ya gideceğim.

Beni çok seven teyzem anne yarısı 71 yaşında ve bana hiç öyle gelmiyor. Kimi insan için yaşlı denecek bir yaş; benim içinse daha genç o. Sağlığı pek iyi değil şunun şurasında kaç yıl birlikteyiz bilmiyorum. İnsan düşününce ürperiyor. Yaşlanmak işte bu demek, sevdiklerinle geçireceğin vaktin azalması, elden ayaktan düşmek değil.

16 mayıs bir aksilik olmazsa Ankara'dayım. Sevdiklerimi görmek, bir nikaha, iki doktora gitmek için ve bir de mitinge.

Perşembe, Mayıs 07, 2009

BÜYÜDÜM MÜ NE?

Bugün büyüdüğümü biraz daha farkettim galiba. Etrafımda evlenen arkadaşım çok yok desemde aslında oradan buradan, farklı farklı yerlerde olanlardan evli olanlar var. Bir iki tanesi boşandı ama gene üç beş kişi var. Pino'nun evlenmesi bile hani bana çok tuhaf gelmemişti. Zaten Bülo ile yıllardır çıkıyorlardı evlilik diye tutturmuştu bizim kız. Ama Metin'in ne tip yüzük almalı bu işler nasıl oluyor diye sorması, bir de işin yoksa bana İstanbul'da şöyle şık bir otel baksana demesiyle böyle sanki bir devir kapanıyormuş gibi hissettim.

Yani bizim kazanova Metin yüzük alacak ve görkemli bir şekilde evlilik teklif edecek. Çok komik geliyor ona da 30 kere telefonda çok komik dedim zaten.