Cuma, Eylül 28, 2007

BEN DE SOBELENDİM :)

Çınarcım beni sobelemiş. Sevdiğim 3 şey nedir?



İnsan birden diyor ki aaa 3 çok az bi sürü şey vardır sevdiğim. Ama iş yazmaya gelince bir şey bulamadım ilk başta. Neleri seviyorum diye kalakaldım :))

1. Farklı farklı yerlere gitmeyi, yeni insanlarla tanışmayı çok seviyorum. Farklı yer bir kafe olur, bar olur, yeni bir şehir olur, birinin evi olur yani skala çok geniş.

2. Denizi çok seviyorum. Denize girmek, yüzmek, kumlarda püfür püfür oturmak. Ya da deniz üzerinde seyahat. Hele ki denizden doğan güneşi ya da denize batan güneşi seyretmek keyiflerin en güzeli. Burası İstanbul Boğazı olursa ooo demeyin keyfime. Ama denize bu kadar yakın olup girememek ayrı bir hüzün benim için.

3. Elimden bırakamadığım kitabı koltuğun üzerinde büzüşmüş şekilde okumak ve bitirmek. Sonra yeni bir kitaba başlamak. Bu da 3. cü sevdiğim şey oldu ilk anda düşündüklerim arasında.

Daha çooooooookkk var:) Ama hakkım 3.

Ben de Anılcığımı sobeliyorum.

GÜNCELİ TAKİP ETSEN AYRI DERT ETMESEN AYRI

Uzunca bir zamandır kendimi nadasa bırakmıştım. Ne doğru düzgün gazete haberi okuyor ne de tv seyrediyordum. Daha fazla ayrı kalamadım. Ama okumaya başlamamla sinirlerimin gerilmesi bir oldu. Hiç bir tane ülkemizin gidişiyle ilgili gurur verici bir haber yok. Aşagıdaki habere bakar mısınız? Adam, gazeteciler çekim yaparken kendisiyle ilgili bir haber yüzünden çekim yapıyorlar sanıp - bakın bu kelime önemli sanmış- tekme tokat girişmiş. Öyle sinirlendim ki biri bana girişecek hem de yanlışıkla yapacak katil ederlerdi, kendi hesabımı kendim görmeye çalışırdım sanırım.

Bizim tanıdıklarımızın başına gelmediği için çok farkında değiliz, okuyup geçiyoruz.




3 gazeteci darp edildi
SAKARYA (Cumhuriyet) - Adapazarı'nda, 2'si kadın 3 muhabir, bir haberle ilgili çekim sırasında uğradıkları saldırıda darp edildi.
Sakarya Kültür ve Sosyal Yardım Vakfı (SAKVA) tesislerinin fotoğraf ve görüntülerini çeken Yeni Sakarya Gazetesi muhabiri Ebru Koç, Adapazarı Gazetesi muhabiri Zemine Yılmaz ve SRT kameramanı Saim İşçi , tesislerin altındaki bir kırtasiyede çalışan 2 kişinin saldırısına uğradı. Çevredeki vatandaşların müdahale ettiği olayın ardından gazeteciler polise başvurarak şikâyetçi oldu. Bunun üzerine zanlılar A.D. ve Y.E.D. gözaltına alındı. Kadın muhabirlerin saçlarından çekerek tokat atan zanlılar, diğer muhabiri de yere yatırıp tekmeledi.
Zanlılardan A.D, 10 gün önce zabıta ekiplerinin kırtasiye baskını düzenlediğini anımsatarak "Bu baskınla ilgili bizim hakkımızda haber yapan gazetenin elemanları zannettim, yanlışlık oldu, özür dilerim" dedi.
Abdullah D'nin Atatürk Bulvarı'nda 12 Nisan 2005'te Sakarya Gençlik Derneği üyelerine yönelik linç girişiminde de yer aldığı, geçen günlerde de zabıtalarla girdikleri tartışma nedeniyle mahkemelik olduğu tespit edildi. Sakarya Gazeteciler Cemiyeti ve Sakarya Radyocular Derneği de saldırıyı kınadı.



Gene bir sıkıntı bastı beni görüldüğü üzere desresif çakılın dönüşü volume 3.

Pazartesi, Eylül 24, 2007

HAFTA SONU TATİLİ 3 GÜN OLSUN...




Yoğun bir hafta sonunu daha geride bıraktım. Tempo cuma saat 16.30 gibi başladı bu sabah saat 06.00 gibi sona erdi. Ne yazık ki cuma akşamları bineceğiniz otobüs saatine en az 1 saat daha eklemeniz , otobüse ulaşmak için de işten erken çıkmanız gerekiyor.

18.50'deki otobüsüme ulaşmak için saat 16.30'da işten çıktım. Otobüsüm de saat 20.00'ye doğru ancak geldi. Eve vardığımda saat 00.20 idi şimdi kim diyebilir İstanbul- Ankara arası çok yakın canım. Neredeyse 8 saat sürüyor ve değiştirdiğim vasıta toplamı "5".

Cumartesi Pino'yla Kikiciğime gidebildik sonunda. Pino beni deli etti ama terazi insanı başak insanının dakikliği ve disiplini karşısından ne yapsın? Kikicim bizi bir güzel besledi sağ olsun. Eve giderken de Bülo deli etti herkes birbirine deli ola ola Ümitköy'e vardık. Selo da saat 21.00'de tekerlek döner ona göre diye bir ültimatom verdiği için koştur koştur hazırlandım. Dönüş biletimizi aldığımız, insanları topladığımız için Ümitköy'den çıkışımız saat 22.00'yi buldu.Tamı tamına 7 yetişkin insan bir arabanın içinde şehre indik:) Bir onca insan da şehirde bizi bekliyordu. Toplaştık gittik bir yere ama oraya fazla dayanamayıp başka bir yere geçtik ki; geçtiğimiz yer üniversite kokoş gençliğinin mekanı olduğundan hiç sevmedim. Erkek kısmımız zevkten dört köşe etraf kesmece olayında olduğundan bir süre daha orada kalmak zorunda kaldık. Sonra hadi gidelim hadi gidelimler fayda sağladı ve yüzyıllık mekan Manhattan'a kapağı attık. Fotoğraf makinemin ya şarjı olmadığından ya unuttuğumdan foto konusundan bu sefer temkinliydim hatta milleti bayaraktan 190 tane foto çekmişim:) Gece çorbacı sonrası bu sefer arabaya 8 kişi binerekten Ümitköy’e vardık. Evlere şenlik anlatılmaz yaşanır cinstendi.

Ertesi gün de hiçbir planım işlemedi. Jalişkom gelecekti uzun zamandır göremediğimden. Ama aynı anda herkes eee napıyoruz neredeyiz diye arayınca evdeyiz demek icap oldu sonra olduk mu gene 15 kişi. Jalişkom ile muhabbet edemedik ama o eğlendiğini söyledi. İlginç bir ortamdı sanırım onun için safi geyik:) Akşam 20.00’da herkes gittikten sonra kendi kendime kalabildim. Bu sefer gece otobüse binme telaşı başladı. Handişko geldi bizi Selolara bıraktı. Gece 00.00 arabasına bindik geldik kürkçü dükkanına.

Ama yetmedi o yüzden hafta sonları 3 gün olsun istiyorum. Koşturmaca için iki gün. Son gün de kafa dinlemek için:)


NOT: Resimdeki minik araba 8 kişiyi ağırladı. Manhattan fotosundaki kimseyi de tanımıyorum. Yazı için koydum.

Cuma, Eylül 21, 2007

MASAL EVİM


Boğazın benim için en güzel evi. Beni evlat edinirler mi acep :) Sabahları İstinye'den tekneye biniyorum ver elini boğaz yoluyla Arnavutköy. Bugün deli misali bir sürü foto çektim ama hiçbiri güzel çıkmamış. Uzaktan ve yandan pek anlaşılmıyor masal evim. Hansel ve Gretel'deki çukulata evi çağırıştırıyor bana.
Haftasonu Ankara'ya gidiyorum en son ne zaman gitmiştim hatırlamıyorum.
Bilgisayarım da Tüketici Hakları Derneğine konu oldu. Annem hakkımızı arayalım dedi. Ben de iyi dedim.
Tüketici Hakları Derneği mavi bilgisayara ihtar çekecekmiş ama hiç sanmıyorum ki o faks yerine ulaşsın. Bana her aradığımda 30 iş günü dolsun dolmadı daha dediler. Halbuki dün dolmuş. Bana yaptıkları hesapta daha 10 gün vardı. Neyse onu getirmek bu gidişim de hayal oldu. Ben şapşal gibi adsl ödemeye devam edeyim.
Şimdilik başka havadis yok.
Bu blog beni çıldırtacak mı ne? Paragrafların arasına satır ekliyorum. Gerisin geriye yapışıyorlar birbirine. Bitişiklik benim suçum değil :(

Salı, Eylül 18, 2007

HAFTANIN BAŞI :)

Haftabaşı gelmiş hatta salı olmuş bile:)

Haftasonumuzu yoğun geçirdik. İlaçlama yapıldı bir tane ölüsünden bir akrep bulundu. Akabinde istiklal caddesine gidildi. Incık cıncık bir sürü şey alındı. Gidildi bir yere oturuldu. Sonra karşıya geçildi. Orada televizyon karşısında sızıldı. Herkes yatmaya giderken cin gibi olundu. Millet çene yapılarak bayıldı buna müteakip zorla yatmaya gönderilme izlenildi. Sabah kalkıldı Antrepo'ya bienale gidildi. Orada güzel şeylerin dışında kusura bakmasınlar ama sokaktaki adama verseler daha güzel yapacağı şeyler gezildi. Tekrar Taksim'e çıkıldı. Alışveriş canavarlığına devam edildi. Ve yorgun argın sızmak üzere eve geri dönüldü.

Dönüldüğünde asayiş berkameldi....

Cuma, Eylül 14, 2007

HAFTASONU HOŞGELDİN

Uçan kazla tavuk arkadaşlarının resimlerini ekledim bir önceki gönderimize.

Dün kursuma ikinci kez gidişimdi. Ritim çalışmam lazım beyin ve el koordinasyonu zor bir iş. Bol bol çalışma yapmam gerekecek. Djembe almam şu ara çok olası değil ama Ankara'daki evde djembe yavrusu bir tane aletim var. Hangi yıl hatırlamıyorum İstanbul'daki yere tezgah açan afrikalılardan almıştım. Nedense onu taşınırken getirmek aklıma gelmemiş.

Yeni bir haftasonu bizi bekliyor. Beni bekleyen neler var peki. Bu akşam eve gider gitmez temizlik yapılması yarın sabah saat 10.00'da yapılacak ilaçlamaya evin hazır hale getirilmesi. Akşama karşıya gidilmesi orada kalınması falan filan.

Tam emekli hayatı anlaşıldığı üzere. Uzun zamandır sinemaya gidemiyorum. Evin oralarda ancak plaza sinemaları olduğu ve illa bir vasıtaya binmem gerektiği için üşenme hakkımı kullanıyorum. Karşıdayken Kadıköy'e Beyoğlu'na gitmesi gelmesi daha kolay geliyordu. Eeee bir de etrafı saran abuk subuk filmler desek yerinde olur sanırım. Seveceğim tür filmler para getirmeyeceği için alışveriş merkezlerinin sinemalarında oynatılmıyor ne yazık ki.

Şimdilik bu kadar....

Pazartesi, Eylül 10, 2007

ŞİMDİ BOŞLUK







Blog güncelleme işi beni epey sardı görüldüğü üzere. Ben geç adapte olanlardanım demek. Sürekli bunu bloga yazmalıyım diye kafamın içinde cümleler kurarak geziniyorum.


Şimdik nereden başlasam.


Cuma mesai bitip eve gidişle tempomuz başlamış oldu. Hülya Abla evde çok sıkıldığı buraya gelişi de bir nevi stres atma ve değişiklik olarak gördüğü için Cumartesi onu gezdirmek icap ediyordu. Geldiğinden beri aklına koyduğu Telli Baba'ya gittik ilk önce. Evden çıkmadan gözlemeler yapıldı çünkü piknik özlemi de vardı. Çidom'da gelince evden çıkmaya hazır olduk.

Atladık clio'muza verelini sahil yolundan Tellibaba. Oradan aldık gelin tellerimizi istikametimizi Kilyos'a çevirdik. Ben de hiç gitmediğim için Hülya Abla'nın istekleri yerinde oldu biraz. Solar Beach'e gittik baktık. Sezon kapandığından mıdır nedir? İn cin yoktu bir de deli gibi bir rüzgar vardı. Demirciköy'e gittik baktık. Oraya giderken Dalia diye bir işletmeye saptık. Çok hoş görünüyordu. Araba olsa yazın gidilecek mekanlardan eve de çok uzak değil. Sahili de rüzgarsız ve temizdi. Şemsiyeleri cimlerin üzerine koymuşlardı. Aklım kaldı anlayacağınız.

Sonra piknik yapacak yer aramaya başladık. Kenarda çok fazla piknik yeri var ama masa parası istedikleri için cazip gelmedi. Onun dışında bir boşluk, arabayı çekecek bir yer bulamadık. Sonra Belgrad Ormanlarına gitmeye karar verdik. Orada çıkınımızı eritmeye çalıştık ama hepsini yiyemedik tabii. Hava da serin olduğu için çok fazla duramadık gerisin geriye eve döndük.

Döndük ama evin önüne gelemedik. İski çalışması sağ olsun her bir yeri sardığı ve de Yeniköy'de hiçbir sokağın birbiriyle bağlantısı olmadığı için babaannemi yürütmeden eve sokmanın yollarını aradık durduk. Arabadaki herkesi de baydım tabii arayışlarımla. Ay şu sokağa da girip bakalım belki çıkıyordur bir yere diye diye öğrendik ki her sokak benim evin önündeki sokak gibi çıkmazmış. Neyse bir şekilde evin önüne olmasa da yakınında bir yere arabayı parkettim. Cumartesi gününü öyle bitirdik.
Ertesi gün Hülya Abla'yı Beşiktaş'a servise bıraktım dönüşte sahil yoluna dönmek gibi bir gaflette bulundum ki bir daha tövbe. Size Arnavutköy'ün rezaletini anlatamam normalde işten eve dönerken kullandığım yol araba seli olmuş. Herkes kenarlara park etmiş. Mümkün değil trafik ilerlemiyor. Aşiyan'dan u dönüşü yaptım ver elini Bebek. Oradan Akmerkez'in oralara çıktım sonra bir şekilde Maslak yoluna ama bu işleri yaparken Çakıl oldu mu size bir trafik canavarı bütün kuralları ihlal ettim ne yazık ki. Eve vardım ama ödüm de patladı babaannem noldu acaba diye. Neyse yerinde oturuyordu.
Sonra çılgın temizliğime başladım. Tam bitirdim alışverişe gittim arabanın arkadasını bahçe duvarına çarpıp geldim ve babamı aradım nerdesin diye ki okula yaklaştığını söyledi. Arabada pek bir şey yok endişelenecek. Babam da çakmadı heralde ki bir şey demedi hala :) Neyse babam gelir gelmez baba benim çıkmam lazım. Arkadaşım geldi Ordu'dan göremedim Galata Köprüsüne gidiyorum dedim.

Derya'lar 2007 Design Week için bir stand kurmuşlar. Design Week eski Galata köprüsünün altında çok hoş bir ortam hazırlanarak açılmış. Ne yazık ki fotoğraf makinamı unuttuğum için buraya görüntü aktaramıyorum. Orada biraz takıldık sonra Derya’nın eşinin yeğenin Beşiktaş’taki öğrenci evine uğrayıp Taksim’e çıktık. Amacım 22.30 ya 23.00 gibi eve dönmekti ama evdeki hesap çarşıya uymadı. CafePi’ye gittik. Çok hoş bir yer müzik biraz yüksek sadece. Üniversite öğrencilerinin top yeri J Öğrenci olmak vardı ahh ahh !
Neyse oradan kalktık Gizli Bahçe’ye oturduk. Kalktığımızda saat 01.00’e geliyordu. Beni Beşiktaş’taki dolmuşlara bıraktılar. Biraz tırsak bir şekilde bindim dolmuşa 4. Levent’te geldiğimizde baktım dolmuş şoförü indi gitti muhabbete. Hiç kalkacak gibi değiliz indikten sonra yürüyeceğim bir sürü mesafe de var bende atladım dolmuştan bindim bir taksiye. Eve geldiğimde saat 01.30 olmuştu. Beni bekleyen sürpriz de evin kapısının açık olmasaydı. Babacığım unutmuş dedim. Bir sinir dalgası nüksetti ama yapacak bir şey yok. Ben o kadar terör estireyim olacakla ölene çare yok dostlar. Giren girdi dedim. Nitekim Salı sabahı şimdiye kadar öldürdüklerimin en büyüğü ve en çirkini bir akreple karşı karşıya kaldım.
Babamlar ben işe gittikten sonra Pazartesi öğlen gibi çıktılar yola.
Ev gene bomboş bir akrepler bi ben.


Not: Alışverişe gidip döndüğümde arabayı çarptığım zaman var ya. Giderken bahçe kapısını açık bırakmıştım. Gelince bir de ne göreyim. İki tavuk bir kaz bahçede fink atıyor. Önce eyvah dedim. Ev sahibi görse kızar şimdi. Sonra dedim ki boşver dursunlar biraz . Tavuklar bahçedeki akrepleri yer hiç değilse. Gece adamın biri gelmiş almış tavuklarını :)) Resimlerini çektim makinadan aktarınca koyacağım buraya. Ben de İstanbul'da yaşıyorum hem de Çiller'in yalısına iki adım:))

Cuma, Eylül 07, 2007

YAŞASIN RİTİM


İnsanın ilk defa gideceği bir yere ayakları geri geri gider. Gittikten sonra da o kadar keyifli vakit geçirir ki! Yaşadığı strese sonrasında anlam veremez. İşte benimki de o hesap. Elimize djembe'leri alana kadar biraz biraz huzursuzdum. Sonra öyle keyifli dakikalar başladı ki ne iyi ettim de geldim dedim. Geç bile kaldım inanın en büyük hayallerimde biri ritim öğrenmek.
Üniversite zamanı gittiğim gençlik kamplarından birinde. Aşık olunası bu alletlerle tanıştım. Fransa'nın bir köyüne kuyu tamirine gitmiştim. O dönem Avrupalı gençler liseyi bitirdikten sonra uzun dönem gönüllük hadisesine çıkıyorlardı. Şimdi de yapıyorlardır hoş. Çok özenmiştim onlara ben okulun neredeyse son senesine gelmiştim ne okulumdan ne bölümümden memnundum. Oysaki bizim yaşıtlarımız ne istediklerini öğrenmek değişik kültürler tanımak adına çıkmışlardı yollara. Evlerine döndüklerinde karakterleri oturmuş ne istediklerini bilen gençler oluyorlardı. Neyse biz bizim köyümüzdeki kamptan çıkıp yarı otostop yarı otobüs uzun dönemlilerin kampına gitmiştik. Bir tane şatoda bir sürü genç komün halinde yaşıyorlardı. Biz de bir gece tarlada bir gece de şatonun salonuna kıvrılarak uyumuştuk.
Şatonun avlusunda da eski dönemlerde ahır ya da başka amaçlarla inşa edilmiş odacıklar vardı. Bu odacıklardan birini bar haline getirmiş reggy tarzı boyamışlardı. Geçtik gerekli saatte barımıza başladık coronalarımızı içmeye ( Gene ilk orada tanımıştım bu birayı daha türkiye'ye gelmemişti. Sonra geldi ama artık yüzüne bakmıyorum. Başka sevdiklerim var ) alkolik ben durur muyum? . O zaman gençlerde bir afrika etkisi vardı sanırım gerçi o zamanla bu zamanı karşılaştırabilecek durumda değilim ama benim şansıma en sevdiğim şeye denk gelmiştim. Biri başladı dümteke dümtek ben de başladım dans etmeye ama öyle böyle değil bir dans değil çıplak ayak afrika dansı kendimi durduramadan bir bütün gece hem içtim hem dans ettim. Ertesi gün bir kız gelip yanıma çok güzel dans ettiğimi söyleyince sevindirik olmuştum. Bildiğimden değil içten gelen bi ritim duygusuyla dans etmiştim. İşte o zaman bendeki aşk başladı. Peki o zamandan bu zamana kaç yıl geçmiş sen niye peşine düşmedin derseniz. İşte benim karakterim. Gene de haksızlık etmemeliyim kendime 2002 yılında tam ritim atölyesine başlayacakken Ankara'ya dönmek zorunda kalmıştım. Sonrada işte koyverdim gitti.
Diyeceğim o ki şu sıkıcı hayatıma renk geldi.
Djembe : (Türkçe okunuşu ile cembe), Afrika kıtasında 13. yüzyılda Mali İmparatorluğu tarafından ilk olarak kullanılmaya başlamış bir müzik aletidir. Günümüze gelene kadar kültürler arası etkileşim ile Batı Afrikada Mali’nin çevresindeki ülkeler olan Gine, Gambia, Senegal, Burkina Faso, Fildişi Sahilleri ve Sierra Leone’nin de ulusal enstrümanlarından biri olmuştur. kaynak http://www.ritimatolyesi.com/enstruman_djembe.htm
Yukarıdaki resimdekiler djembe.

Perşembe, Eylül 06, 2007

KIŞ MIŞ AMA ÖZLEDİM


Kıştan sıkılan ben kışı mı özlüyorum ne? Yukarıdaki fotoğraf 2005 yılından. Hani şu korkunç kıştan. Ankaradaki evimizin bahçesi. O zamanlar işe nasıl gidip gelmişim napmışım hatırlamıyorum. O kadar stresli çalışıyordum ki . Gidip gelişleri değil ofisteki saatlerimi hatırlıyorum. Hayatımın en sıkıntılı günleriydi. Harry Potter'daki kim olduğunu bilirsin sen gibi bir şeydi başımdaki varlık. O da beni unutamamıştır tahminimce. Eminim örneklerde geçiriyordur. Benim başıma bir çakıl geldi. Akıllara zarar diye. Neyse konumuz kış. Efendim kışı özledim evet itiraf ediyorum. Dün eve yürürken ne ettim de İstanbul'a geldim diye söyleniyordum. Ne olurdu Londra'da filan yaşıyor olsaydım. Her gün yağmur çamur( hiç sanmıyorum çamur olsun) gıkım çıkmaz mıydı acaba?
Bugün serin yağmur yağacak gibi:) Kursuma gideceğim selo'ya rica ettim bizimkilerin yanına uğrar mı diye. Tamam dedi.
Başka da havadis yok. Kurstan sonra olur sanırım :)

Çarşamba, Eylül 05, 2007

BAŞLIK YOK

Yahu ben düzelmiştim yeniden düşüşteyim. Birincisi omuzlarım ve sırtım o kadar spora gitmemle hiç bir değişiklik göstermedi. Hemen fayda sağlayacağımı sanmıyorum tabii ki ama 3 hafta haftada 4 gün gittim gene de. Öylesine kendimi gererek uyuyorum ki zaten uyumak denmez sızmak denilebilir ancak. Belki kaslar ondan kaskatı kesilmiş durumdadır. Ama beni çok etkiliyor. Fizik tedaviciye gitsem iyi olur belki üffffff.

Çok sıcak. Nemden nefret eder duruma geldim. Dışarda tüm gün koşturanlara sıcak yerlerde çalışmak zorunda kalanlara kolaylıklar diliyorum.

Her daim, uykusuz ve yorgunum. Alıp başımı gidesim var. Tüm gün uyumak uyumak ve kitap okumak istiyorum. Harry Potterlarımı bitirmek. Sonra bir sürü bir sürü şey okumak. Sonra tekrar uyumak.

Yarın kurs günüm kara kara düşünüyorum nasıl diyeceğim Hülya Abla'ya ben ancak 22.30'da eve gelebilirim diye. Gitmesi işkenceye dönüşen kurslardan olsun istemiyorum. Ne büyük dert di mi. Huysuz ve mız mız mıyım acaba?

Yalnız kalmak istiyorum bir o kadar da yalnızlıktan korkuyor ve sevmiyorum.

Daha fazla yazasım yok. İsyankarım

Salı, Eylül 04, 2007

HEYECAN

Gün geçmesin ki vukuatsız bir günüm olmasın. Heyecan dolu bir 12 saat geçirdim. Bu hafta spora gitsem mi, gitmesem mi? Şimdi evde beni dört gözle bekliyorlar bir yarım saat daha geç kalsam mı kalmasam mı? diye düşünürken. Dün spora gitmekten vazgeçtim. İlk günden beni beklemesinler istedim hem Selo’ya da uğra demiştim. Ne zamandır gelmemişti. Babaannem de sayıklıyordu sergen sergen diye :) Neyse Selo saat 19.45 gibi geldi. Biz de bahçede onun gelmesini bekliyorduk. Keşke önceden soksaymışım babaannemi içeri. İşte olacakla ölene çare yok. Yavaştan içeri girelim dedik. Babaannem tam merdivenden çıkarken sen kapaklan yere. Ah kafam! dedi sonra bir baktım yere şıpır şıpır kanlar damlamaya başladı. Hemen içeri koştum elime peçeteyi kaptım çıktım. Başka hiçbir malzeme yok evde. Ne sargı bezi, ne baticon, ne oksijenli su. Allahtan Selo vardı. Eve gitti baticonla oksijenli suyu aldı geldi. Ben de arabadan ilk yardım çantası buldum bir tane. Hastaneye gitsek mi gitmesek mi bilemedim. İçin için istemedim de büyük bir şey olmasın istedim. Kendiliğinden geçsin. Selo’yu sürüklemek istemedim. Bilmiyorum hala da iyi mi ettim kötü mü? Keşke önden ben gideydim koluna gireydim dedim. Hep dikkat ediyorum zaten ama boşluğuma geldi. O kadar sık düşüyor ki . Gece de çok kere çişe kalktığı için aldı beni bir korku. Normalde uyanıyordum uykum hafiftir çünkü. Ama o kadar sessiz gidiyor ki . Yük olmayayım, ses etmeyeyim diye. Halbuki öbür türlü daha çok iş ama içinden öyle geliyor. Dedim bu gece uyumak yok çakıl. Zaten Harry Potter heyecanla okunuyor. Saat 00.00’ye doğru baktım elinde terlikler sessizce kalmış koridora çıkmış. Benden kaçmadı tabii. Neyse götürdüm çişimizi ettik güzelce. Saatler ilerlemeye başlamışken aklıma ütüler geldi bir sepet dolusu. Açtım ütü tahtasını yapmaya başladım bir güzel. Sonra üç beş parça bir şey kalmışken sıkıldım yapmaktan. Oturdum kitabımın başına. Saat 03.00 oldu. Gittim Hülya Abla’nın yanına kıvrıldım uyur uyanık. Sonra büyük bir gürültüyle uyandım. Hemen tuvalete koştum düşmüş gene babaannem Allahtan popo üstü. Ama bu sefer heryer batmış. Dedim olmaz böyle yıkamam lazım seni. Hülya Abla’ya git yat dedim ben hallederim. Duşa soktum kapıyı kaparken de kapının önündeki kovayı devirdim bir güzel bütün koridor su içinde kaldı. Biraz suyu kovaya alayım dedim. Sonra hallederim babaanem üşüyecek diye onu yıkamaya başlamıştım ki. Bir gürültü daha. Baktım ki Hülya Abla koridordaki suya basıp kaymış ve düşmüş. Allahım dedim daha yeni başladık ne yapacağız biz. Neyse bir şekilde hepsini halettik.Hülya Abla’ya gene git yat dedim. Zaten saat 06.30 gibi olduğu için biz yatmadık. Oturduk salona. Harry Potter’a devam ettim. Sonra kahvaltımızı ettik. Biraz geç çıktım evden bugün. Sabah sargıyı tekrar değiştirdim. Çok kanamış değil gibiydi.
Bazen sinirleniyorum. Duymuyor, her şeyi soruyor, garip yorumlar yapıyor, gezmek istiyor diye. Sonra öylesine suçluluk duyuyorum ki. Dün hissettiğim çaresizliği hep hissedeceğim biliyorum. Yaşlılık o kadar zor ki. Sana angarya olduk, iş çıkardık diyor. Olur mu babaanne diyorum. Bazen de için için biran önce Pazar olsun istiyorum. Sonra kendime kızıyorum bencilliğim yüzünden. Babam nasıl başa çıkıyor bu sorumlulukla diyorum. Öyle bir duygu seli içindeyim işte.
Her hadise bir öncekinin etkisini bastırıyor. Önce bahçede kocaman fare gördüm diye tırsmıştım. Sonra akreplerim çıktı başıma fareyi hiç takmamaya başladım. Şimdiyse akrepleri takmıyorum. Babaannemin odasına yer yatağı yapacağım. Böylece çişe haberim olmadan kalkamayacak. Akrepler de varsın üzerimde gezinsinler.
Artık bu hafta spora filan gitmek yok. Akşam onları alıp arabayla sahil boyu bir tur attırayım. Belki bir çay bahçesinde otururuz.
Şimdi aradım asayiş berkemalmiş.

Cin gibidir bizim tontiş ayakları tutmuyor ama aklında her şeyi tutuyor :)

Pazartesi, Eylül 03, 2007

EVLENİYORMUŞUM :)

Cümlecikler uçuşuyor .

Daha taze olduğu için gündemimize doğumgünümü, babamın gidişini, babaannem ve hülya abla ile yaşamanın sırlarını alalım.

Cuma'dan aksiyon başladığı için pazar günü olduğunda sanki bir haftadır evdeymişim gibi geldi. Kapı kapatma terörümün işlemediğini belirtmeliyim kimse konuyu benim kadar ciddiye almadığı gibi. Hülya Abla'nın korkma korkma bir şey yapmaz demeleri. Ve yerde gördüğümüz kertenkeleyi akrep sandığını anlamamla evde olmadığım süre içerisinde kimbilir kaç akrep yavrusu daha bulacağım endişesini taşımam bir oldu. Nitekim sabah bir taneciğini buldum bile.

Cumartesi gecesi Beyoğlu'ndaki sabahlama planlarım. Hülya Abla'nın ne yapacağım ben yalnız demesi, gittiğim yerde dalgın dalgın oturup evi düşünmeme sebep olacak olması nedeniyle ertelendi.
Ben de babamı 17.00 havaş'ına bindirdikten sonra Nişantaşı'nda Çidom'la buluştum. House Kafe'ye götürdü beni ( özellikle "k" yazdım) orada liseden mi üniversiteden mi olduğunu çıkaramadığım bir kızı gördüm. Oranın işletmesini yapıyor gibi geldi. Sonra gene tesadüf liseden başka bir kız (bu sefer liseden olduğuna eminim) arkadaşıyla oturmaya gelmişti. Hiçbiriyle konuşmadım adlarını bilmediğim, zamanında da hiç muhabbetim olmadığı artık da eskisi gibi insanlara atlayıp beni hatırladın mı sen şurdansın ben de burdanım demekten bıktığımdan ve de benim gibi hevesli olmadıklarından olsa gerek.

Sonra hadi Taksim'e Neslihan'nın bahsettiği fal kafeye gidip abiye fal baktıralım dedik. Eski Beyoğlu Postanesi binasının yanındaki binanın 3. kattındaki iç sıkıcı fal kafeye çıktık. Sedatmış bizim falcının ismi. Çok hızlı konuşan değişik tiplerden biriydi. 1 yıla evleniyormuşum duyduk duymadık demeyin :) Acar abi dün 32 yaşıma girdiğimi duyduğunda evde kaldın hey dedi ama falcı öyle demiyor :) Neyse bir sürü şey dedi bekleyip göreceğiz. Çidom'a dedikleri tuttuğu için iyi ya da kötü demek istemiyorum. Bu da elektrik meselesi anlayacağınız.

Hülya Abla'dan saat 22.30'a kadar müsade aldığım ve bir bira içmeden gitmek olmayacağı için Çidom'u Nevizade'nin sonundaki yerlerden birine sürükledim. Zavallım içkiyi hiç sevmez ama benim gibi alkolik bir arkadaşı var. Kabağa dönüşmeden evde olmak için birinci bardak da kaldım ve evin yolunu tuttum. Saat 22.00'de evdeydim ama bizim tavuklar yatmıştı. Neyse iyiki eve gelmişim babaannem gece birçok kere çişe kalktığı için Hülya Abla'nın onu takip edecek hali olmazdı. Benim kime çektiğim anlaşılıyor.

Ertesi gün doğumgünü sabahına evi temizlemekle başladım. Neyse iyi de ettim yoksa ipin ucu kaçacaktı. Hülya Abla cizleme yaptı onu yedik 17.00 gibi de Çidomcuğum geldi pastasıyla birlikte. Mütevazi bir doğumgünü kutlaması yaptık bizim bahçede. Böyle geçti gitti işte bir doğumgünü daha.

Bugün blog mesaimde Çınarağacı'nın doğumgünümü kutlama yazısını okuyunca pek bir sevindirik oldum ve duygulandım yaşlanıyor muyum ne :)
Anılcığımın da elektronik kartı beni epey duygulandırdı. Beni sevindirdikleri için herkese teşekkür ediyorum.

İşte böyle olan bitenler bundan ibaret bir kısacık haftasonunda.