Çarşamba, Aralık 31, 2008

BİR SENE DAHA MI BİTTİ ???

Düne kadar yılbaşı atmosferine girememiştim. Hala çok girmiş sayılmam ama kendimi daha iyi hissediyorum.

Hafta sonu Ankara dönüşünde kendimi gene boğazı acır ve gripsel bir halde buldum. Pazar dönüş yolu ızdıraptı benim için. Sonrasında her türlü kocakarı yöntemini denedim ama boğazımın acısı şişi inmedi bir türlü. Karabiberi bala karıştırıp yedim. İşyerinde sütlü karabiberli bal yaptılar onu içtim. Evde tuzlu su, karbonattan oluşan limonlu gargarayı hazırlayıp uyguladım. Elma kabuğu, limon, nane, karabiber dörtlüsünü kaynattım içtim. I ıh bana mısın demedi illet. Dün artık eczaneye gittim ve dedim ben bütün bunları yaptım iyileşemedim. Antibiyotik verir misiniz? Heralde yıllar var antibiyotik kullanmamıştım. En son ne zaman içtiğimi hiç hatırlamıyorum. Eğer bugün yılbaşı olmasaydı ayaklanmam gerekmeseydi. Bu hafta sonu da Ankara'ya gitmem gerekmeseydi inat eder gene de içmezdim. Uzun sürerdi ama geçerdi heralde. Dün ekran başında biraz sulugözlülük yaptım. Yılbaşına girereken ki halime bak diye. Ama şimdi çok şükür iyiyim. En azından yutkunmam nizami boyutlara indi. Acısı da azaldı.

Artık yeni yıl kutlamalarına katılabilirim.

2008 hem hüzün dolu hem neşe dolu geçti benim için.

2009'dan beklentilerim ise öncelikle iyi, kalıcı bir iş sonra sağlık, aşk ve neşe .

Dünyaya daha çok barış daha çok huzur diliyorum olmayacağını bile bile.

Herkese de gönlünce geçireceği bir yıl.

KOCAMAN MUTLU YILLAR

Çarşamba, Aralık 24, 2008

TELEVİZYON

Üç ay televizyonsuz yaşadıktan sonra evimde şu anda iki tane televizyonum var. Bayram dönüşü bizim küçük televizyonu İstanbul'a getirdim. Küçük tviyi, eskiden salon yaptığım ufacık karecik odaya anten kablosunun uzunluğu ancak o odaya yettiği için masa üzerine koydum. O odaya bir tane de koltuk taşımıştım. Aynı zamanda misafir yatağı olarak kullandığım ranzamın altı da o odada ikamet etmekteydi. Ben arada koltuğa oturup arada yatağa yatıp görsel medyayı tekrar keşfededururken. Abim geldi cuma günü. Cumartesi günü de İstinye Park'ta dolanırken Samsung bayiine girip televiyon bakındık. Abim alalım dedi ben bakalım dedim. Ertesi gün de sabah erkenden abim Lcd Samsung Tvmi amış. Böyle looser gibi yaşanır mı dedi. Ben de ben hayatımdan memnundum ama dedim :) Sonra da bu eve taşındığımdan beri herkesin dile getirdiği çift kişilik koltuk konusu tekrar açıldı. Şimdilik hala direnç gösteriyorum. Gerçi olsa iyi olur kabul ama diğer 4 goblen ne olacak??? Artık hem küçük televizyonum var hem 40 inch lcdim. Bu arada fiyatlar gerçekten düşmüş doğru ya da yalan bizim aldığımız tv aslında 2.700 müş biz 1.870'e aldık. Kampanya yapmışlar.


Abiciğime memnuniyetsiz insan modeli çizmiş olabilirim. Ama ben alacaktım lcdmi :) Tabii bu çıkmaz ayın hangi çarşambası olurdu bilemiyorum.



Aslında yazmak istediğim başka şeyler de vardı ama unutmuşum.

Yalnız bir konu var ki. Toplumcak çıldırmanın eşiğine gelmişiz. Gazetelerde her gün biri birini kurşunladı. Sevgilisi teklifini kabul etmedi. O da onu doğradı. Dayı oğlu küçük Osman'ı öldürüp bahçeye gömdü. Annesini öldüren kız 3 gün cesetle birlikte yaşadı. Kardeşine kızan kız kardeşini öldürdü. Yani bunlar aşağı yukarı böyle haberler. Her gün istisnasız her gün üç beş haber var. Aynı haberler mi acaba diyorum yok değiller. Ne olacak en sonunda herkes birbirini boğazlayacak mı? Çok onur kırıcı ve moral bozucu. Ülke olarak böyle bir çıkmaza ve çöküşe sürükleniyor olmamız. Bu konuda söyleyecek çok şey var hiç söylemek istemiyorum.

Cuma, Aralık 19, 2008

BEN DE SUÇLUYORUM

Arada kıl ediyor beni ama bu yazısı pek güzel paylaşmak istedim.

18.12.2007 Milliyet Gazetesi, Ece Temelkuran

Sayın Başbakan, Ben sizi halkı bana karşı kışkırtmakla itham ediyorum. Ben, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Ece Temelkuran, siz Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı muhafazakâr-milliyetçi vurucu timleri bana zarar vermeye teşvik etmekle suçluyorum. Ama sadece bununla suçlamıyorum...

Sayın Başbakan,
Ermenilerle ilgili olarak yazdığım yazıdan ve Habertürk’te yaptığımız “Türkiye’nin Nabzı” programından ötürü tehditler alıyorum. Dün itibariyle benim elektronik posta kutumda 200 mail vardı. Bunlardan 150 tanesi hakaret, küfür ve tehdit içeriyordu. Tehditlerden biri enteresandı:
“Büyük laflar konuşma! Bu, sana bir Trabzon tavsiyesi. Anladın di mi?”

Vebali Başbakan’ın boynuna
“Trabzon tavsiyelerinin” eyleme dönüşmemesi için Zatı Devletleri’nin çıkıp hakkımda, hakkımızda söylediğiniz “Bunlar huzur kaçırıyorlar, ortalığı karıştırıyorlar” açıklamanızı düzeltmeniz icap eder. Zira benim ya da arkadaşlarımın başına herhangi bir şey gelirse vebali sizin de boynunuzadır.
Sayın Başbakan,
Sizin boynunuzda vebali olan şeyler pek çoktur. Siz sadece halkı Ermenilerle ilgili imza kampanyasına katılanlara karşı kışkırtmadınız.
Siz ve arkadaşlarınız, bugüne kadar halkı da birbirine karşı kışkırttınız. Milletvekili Hasip Kaplan önceki gün Meclis kürsüsünden söyledi; siz, insanları bir paket makarna için birbirine boğazlattınız.

İrili ufaklı Gökçek’ler
Siz, insanları birbirine o kadar düşman ettiniz ki ülke ‘hırsız bizdense masumdur’ diyecek kadar kutuplaştı.
O kadar kutuplaştı ki Melih Gökçek’i, Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı hâlâ savunanlar var. Baskınlarda olsun, canlı yayınlarda olsun, onca haşaratla uğraşmış, hep pisliğin peşine düşmüş Uğur Dündar’ın bile midesini kaldıran bir adamı başımıza musallat ettiniz.
Kim bilir bu memlekette meşhur olmadığı için bilmediğimiz daha kaç Melih Gökçek var. Bu Gökçek’lerin hepsini başımıza siz musallat ettiniz. Sizi bu memleketi irili ufaklı Gökçek’lere oyuncak etmekle suçluyorum Sayın Başbakan!

Abdest suyuyla lâl olanlar
Siz, aydınları birbirine karşı kışkırttınız. Sizin abdest suyunuzdan içmeden demokrat olunamayacağını söyleyen garabet entelektüeller yarattınız.
Yarın öbür gün dev bir araştırma yayımlanacak. O sonuçlardan da göreceksiniz ki siz bu ülkeyi ‘Farklı olanı linç etmek caizdir’ diyen bir ülke yaptınız.
Mıyır mıyır konuşup bir yandan her yerimizi saran Fethullah Gülen cemaatini aklayıp paklayıp bu memleketteki tek ‘demokrat dinamik’ diye okumuş yazmış insanlara bile yutturdunuz.
Öyle ki bugün siz milliyetçi-muhafazakâr vurucu timleri benim gibi imzacılara karşı kışkırttığınızda bile sesleri çıkmıyor bu aydınların.
Birgün gazetesinin attığı ‘Başbakan’ın başbuğ olmasına az kaldı’ manşetine imza atmaları gereken Ermeni ve Türk aydınlar bugün hâlâ susuyorlar. Ben sizi aydınları aldatmakla suçluyorum Sayın Başbakan!


Cahillerin başkanı

Siz, sadece aydınları aldatmakla kalmadınız. Aynı zamanda memleketimizde zaten var olan aydın düşmanlığını siyasetin en üst katına taşıdınız, bu düşmanlığa o kattan cevaz verdiniz.
Siz Sayın Başbakan, aydınları, okumuş yazmış insanları halkı sömürmekle, bu ülkeyi sevmemekle, halkı anlamamakla ve hatta halk olmamakla suçladınız.
En mühim tedrisatın Kasımpaşa civarında verildiğine olan sarsılmaz inancınızı hep gösterdiniz. ‘Çok düşünen kafalara fena fikirler üşüşür’ sözüne olan derin itikadınızı durmadan tekrar ettiniz.
Siz cahilliği bilgiye karşı kışkırttınız. Bu kışkırtmayı normalleştirdiniz, ödüllendirerek taçlandırdınız.
Öyle ki Gökçek efendinin kırtasiyeden alıp üzerine yazdığı rakamları ‘belge’ sanan bir nesil ürettiniz. Bu memleketi Gökçek gibilere maruz bıraktınız.
Sizi suçluyorum Sayın Başbakan...

Perşembe, Aralık 18, 2008

ALLAH RIZASI İÇİN

İ. MELİH ALLAH RIZASI İÇİN DEFOL GİT ANKARA'YI RAHAT BIRAK. ONU SEVMEYİ BIRAKANLAR EN AZINDAN SENİN TAHRİBATIN DÜZELTİLEBİLDİKTEN SONRA SEVMEYE ÇALIŞSINLAR.

OKUYALIM DÜŞÜNELİM

ümit zileli 18 aralik 2008, cumhuriyet



imzacılar biliyor mu?..

dayanamadılar!..

aslında yılbaşında başlatacaklardı ama gündemde yer bulunca apar topar düğmeye bastılar. önceki gün itibarıyla işbirlikçilerin başını çektiği kampanya internette imzaya açıldı:

- ermeni kardeşlerimden özür diliyorum!..

1915 ermeni tehciri sırasında yaşananlar için açılan özür kampanyasına ilk elde aralarında ünlü akademisyen, yazar, gazeteci, politikacı ve sanatçıların bulunduğu yaklaşık iki yüz kişi katıldı.

imza atanlara baktım; hiç şaşırmadığım, “yakışır” dediğim çok sayıda “yüksek şahsiyetin” yanında, şaşırdığım, “hadi canım” tepkisi gösterdiğim isimler de oldu. sonra “demek ki” diye düşündüm, “dönüşüm böyle bir şey!..”

***

geçen hafta yazdığım “işbirlikçinin haysiyet sorunu” başlıklı yazımda, özürcü “aydınlara” seslenmiş, bir dizi tarihsel gerçeği alt alta sıralamış ve “bunları biliyor musunuz?” diye sormuştum. tam düşündüğüm gibi oldu; asla yanıtlayamayacaklarını bildiğim bu sorular karşısında sessiz kaldılar, tıpkı ermeni diasporası gibi!..

bu defa imzacı arkadaşlara sormak istiyorum:

- neyin altına imza attığınızı biliyor musunuz?.

imza attığınız metinde, “1915’te ermenilerin maruz kaldığı büyük felaket’e duyarsız kalınmasını vicdanım kabul etmiyor” cümlesi mi kaleme sarılmanızı sağladı?.

pekii, aşağıda sıralayacaklarımı imza atarken biliyor muydunuz?.

- osmanlı arşivlerinde yapılan araştırmalarda 1914-15 yılları arasında tam 518 bin türk ve müslüman anadolu insanının çocuk, kadın, yaşlı demeden vahşice katledildiğinin belgeleriyle nüfus sayımlarıyla kanıtlandığını biliyor musunuz?..

- birleşmiş milletler verilerine göre tehcir sonrası hayatta kalan ermeni sayısının 1 milyon 200 bin olduğunu, ermeni diyasporasının pek sahiplendiği mavi kitap’ta bile bu rakamın 1 milyon 150 bin olarak gösterildiğini, yabancı pek çok kaynağa göre osmanlı idaresinde yaşayan toplam ermeni nüfusun 1 milyon 600 bin civarında olduğunu biliyor musunuz?..

- 1915 yılının 11 nisan günü van’da aram manukyan liderliğindeki taşnaksutyun komitacıları tarafından isyan başlatıldığını ve 17 mayıs günü kenti ruslara teslim ettiklerini, amerika’da yayımlanan goçnak isimli ermeni gazetesinin, adeta etekleri zil çalarak, van’da yalnızca 1500 türk’ün sağ kaldığını yazdığını biliyor musunuz?..

- ermeni devlet adamı bagrat artemoviç boryan’ın, iki ciltten oluşan “ermenistan, uluslararası diplomasi ve sscb” isimli kitabında, ermenilerin çarlık rusyası ve batı emperyalizmi tarafından nasıl kullanıldığını, 1878 berlin konferansı ve ant-laşması’nın ardından ermeni milliyetçiliğinin ve ayaklanmalarının nasıl teşvik edildiğini, ermeni meselesinin aslında türkiye’nin rusya, fransa ve ingiltere tarafından paylaşılması planları çerçevesinde anlam kazandığını açıkça yazdığını biliyor musunuz?.

- ermeni tarihçi lalayan’ın, 30 aylık “bağımsız taşnaksutyun iktidarı” esnasında bugünkü ermenistan topraklarında yaşayan yüz binlerce insanın katledildiğini, bu kanlı süreç sonunda ermenistan’daki türk nüfusun yüzde 77, kürt nüfusun yüzde 98, yezidilerin ise yüzde 40 oranında azaldığını olanca çıplaklığıyla yazdığını biliyor musunuz?..

***

peki, bu sıraladıklarım “vicdan kanatmaya” yetmiyor mu?!..

eğer “imzacı aydın” arkadaşlar, bunları bilmeden imzalarını o metne koydularsa çok ayıp!.. insan tarihini bilmeden, neler yaşandığını incelemeden, kendi ülkesini, kendi insanını suçlayan bir yalana imza atar mı?..

bilerek imza attılarsa mesele yok; zaten bu kampanyayı hazırlayan işbirlikçilerle aynı yolda yürüyorlar demektir. bu yazıyı da kahkahalarla okurlar artık… ama unutmamaları gereken bir şey var:

- tarih, işbirlikçilerin utanç öyküleriyle doludur!..

Çarşamba, Aralık 17, 2008

ŞU ÖZÜR MESELESİ

İçimi kasıp kavuran bir konu olmaya başladığı için bir şeyler yazmadan geçemedim. Şu özür konusu bence hiç akıllıca bir iş değil. Kimlerin imzaladığına bakınca biraz çocukça olacak ama demek sen de ha diyip pek hoş düşüncelerim olmadı o kişiyle ilgili. Elbette bu konuda söz hakkı olacak biri değilim çünkü ne bu konuyu araştırdım ne de özel olarak bu konuyla ilgili bir kitap okudum. Duygusal bakıyor da olabilirim. Ama akıllıca gelen yazılar fikirlerimi şekillendirdi.

Her olayı geçtiği tarihte koşullarda incelemek gerekir. Elbette sonuçlarına katlanmak yaşatılanlardan ve yaşanılanlardan ders çıkarmak da gerekir. Şimdi Ermeni tehcirini Hitler Almanya'sının yaptığı soykırımla bir tutmak hangi sonuçlara dayanıyor ben konuyu araştırmadığım halde pek akıl veremiyorum. Şimdi Osmanlı Ermeniler ortadan kalksın diye bunu planlamış ve bir kısmının telef olmasını mı beklemiştir???? O zaman niye bir takım önlemler alınmış insanlar telef olmasın diye??? Her neyse konu zaten tartışılıyor ve bir ömür boyunca da tarşılacak ve sonuca hiçbir şekilde ulaşılmayacak. Devletimiz sütten çıkmış ak kaşık değil nice katliamlar devlet eliyle olmuş ve suçlular bulunmamış. Ama ben Aydın geçinen özür diliyoruz diyen insanlara şunu sormak istiyorum. Maraş katliamı, Sivas katliamı ve nicesi için acaba böyle bir site açıp biz yaşanılanlardan dolayı utanç duyuyoruz, suçluların cezalandırılmamasından ötürü suçluluk içindeyiz. Bunca acıyı çeken aileleri düşünerek ızdırap içindeyiz demek acaba akıllarına geldi mi????? Ayrıca büyük felaket diye türkçeye çevrilen söz öbeği aslında soykırımı anlatıyor. Buna inanıyor olmamak için açıkcası binlerce kitap okumaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Evet çok sığ bakabilirim konuya ama pes vallahi de billahi de pes. Haber Türk'teki tartışmayı da izledim. Bayan Hatemi size kıldım bir kez daha kıl oldum. Sayın Ece Temelkuran bence siz de bir oturum yönetmeyin böylesine agresif ve sevimsiz bir üslup beni ekran başında oturumun hepsini seyretmekten alıkoydu size dayanamadım ne yazık ki!!!!!!



17.12.2008 tarihli milliyet Gazetesi'nden Melih Aşık'ın yazısından bir kuble.

Araştırmacı Gürbüz Evren, “Son Celse” adlı kitabında Ermeni diyasporasının yeni stratejilerini şöyle özetliyor:
1. Türkiye’de soykırım savunucuları yaratmak...
2. Soykırımı kabul etmesi için Türkiye’ye yardımcı olmak...
Biz bir grup “aydın”ın açtığı özür kampanyasını, kimileri imzalarını safça atmış olsalar da, diyasporanın stratejisine büyük katkı olarak değerlendiriyoruz... Türkiye’ye soykırımı kabul ettirme çabasına büyük bir katkı...
1915 olayları elbet bir trajedidir. O acıyı paylaşabiliriz. Ancak olaylar hem tek yanlı değildir hem ‘özür dilemek’ farklı bir konudur. Bugünkü nesil, sorumlu olmadığı olaylardan dolayı neden özür dilesin. Ayrıca tarafsız yazılmış bir tarih var mı elinizde?
Ali Sirmen dün Cumhuriyet’teki yazısında diyordu ki:
“Hiçbir ulus, başkalarının yanlış biçimde yazdığı bir tarihin sorumluluğunu zorla sırtına almaz.
Unutmayalım ki, İngilizler, 1921’de İstanbul işgal altındayken, yani bütün Osmanlı arşivleri ellerindeyken, kendi belgelerine ek olarak ABD Dışişleri’nin kendi arşivlerini de Londra’nın kullanımına açtıkları halde, Ermeni soykırımı sorumlusu olarak tutuklayıp, Malta’ya götürdükleri dönemin kimi Osmanlı yöneticilerini ‘elde soykırım ile suçlayacak yeterli delil olmadığı’ gerekçesiyle serbest bırakmak zorunda kaldıklarına göre, o günden bu yana ne gibi deliller elde edildiğini sormadan özür dilemeye kalkmak, sanırım gülünç olur...”

18.12.2008 tarihli milliyet Gazetesi'nden Melih Aşık'ın yazısından bir kuble.

Bizim aydınlardan biri, Cihangir’de yürürken yerde bir lamba görmüş.. Lambayı eline alınca içinden bir cin çıkmış... Bizim aydının korkulu bakışları arasında cin konuşmuş:
- Dile benden ne dilersen...
Cihangirli aydın hiç düşünmeden cevap vermiş:
- Özür dilerim...
Cihangir aydınları özür dilemeyi seviyor. Ermenilerden özür dileme kampanyasında diyorlar ki:
“1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı ‘Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.”
Şimdilik “Soykırım” demeyi erken bulmuşlar, “Büyük felaket” diyerek idare ediyorlar. Yakında bu utangaçlığı da üzerlerinden atarlar.
İnternet mesajlarında bu özür kampanyasına büyük tepki gözleniyor... “Özür dilemiyorum” şeklinde karşı kampanyalar açılıyor... Bir okurumuz:
- Aslında bizim de milletçe imzacı aydınlardan özür dilememiz gerekir, diyor...
- Neden?
- Onları yeterince besleyemedik, Ermeni diyasporasının, Soros’un falan eline düşürdük...
Özür kampanyasının bir iyi tarafı oldu... Gerçek aydınların 1915 olaylarına ilgisi arttı... Konu şimdi daha çok okunuyor, daha çok tartışılıyor. Aynen Mustafa filminin, Atatürkçüleri daha çok okuma ve öğrenmeye sevk etmesi gibi... Bu kampanyayı başlatanların bir amacı da Türkiye - Ermenistan yakınlaştırmasını hızlandırmak mıydı? Ama tersi oldu. Türk kamuoyu gözünü açtı... Tepeden akıllıların bir de bu faydası oldu...


17.12.2008 tarihli milliyet Gazetesi'nden Hasan Pulur'un yazısı

GENELLİKLE bildirileri imzalamayız; şöyle deriz: “Eğer bildirinin içeriğiyle aynı düşünüyorsak, bildiriyi imzalayacağımıza, kendi köşemizde aynı görüşü savunur ve yazarız.”
Ama aşağıdaki bildiriyi imzalıyoruz, çünkü “Ermenilerden özür dilenmesi” gerektiğini belirten bildiriye karşılık veren Büyükelçi ve “Hariciyeciler”in bildirisini bugünkü yazımız olarak benimsiyoruz, aynen yayımlamakla da imzalamış oluyoruz:
* * *
BÖYLESİNE yanlış ve tek taraflı bir girişim (Ermenilerden özür dilenmesi), tarihimize saygısızlık ve terör örgütlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaptıkları ve cumhuriyet tarihimizde de giriştikleri şiddet eylemlerinde hayatlarını kaybeden insanlarımıza ihanet etmek anlamına gelecektir. 1915 Ermeni tehciri acı sonuçlar vermiş ise de, Türk insanının Ermeni isyanları ve terör eylemlerinde uğradığı kayıplar ve acılar Ermenilerinkinden daha az değildir.
Ermeni tedhişçilerinin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha sonra 1. Dünya Savaşı sırasında ve Kurtuluş Savaşı’nın ilk dönemlerinde istilacı düşman kuvvetlerine katılarak Anadolu insanımıza karşı kitlesel vahşet eylemlerinde bulundukları bilinmektedir.
Cumhuriyet tarihimizde ise 1973’te tekrar hortlayan ve ASALA ve “Adalet Komandoları” adlı terör örgütlerinin 1974’ten 1986 yılına kadar sürdürdükleri bilinen eylemler 70 kişinin ölümüne, 574 insanın yaralanmasına sebep olmuş, bunların arasında 34 kamu görevlimiz ve aile yakınları can vermiştir.
Geçen yüzyıl sonlarından itibaren Azerbaycan topraklarının dörtte birine yakın bölümünün Ermenistan tarafından işgal edilmiş ve buradaki bir milyon kadar nüfusunun kendi topraklarında sürgün hayatı yaşamakta olması bugün de çözüm beklemektedir. Özür dileme kampanyası gibi sakat bir girişime kalkışanlar acaba tarih boyunca Ermeni terörüne can veren ve zulüm gören insanlarımız için de özür dilenmesini düşünmekte midirler?
* * *
ERMENİ İddiaları hakkında özür dilemek girişimini bir tarafa bırakıp, öncelikle, yakın geçmişte masum Türk diplomatlarını, görevlilerini ve ailelerini acımasızca katletmiş olan Ermenilerin Türk ulusundan özür dilemesini sağlamak gerekir. Bu katiller hâlâ hayattadır ve Ermenistan ile bazı ülkeler tarafından himaye gördükleri için cezasız kalmışlardır.
* * *
YURTDIŞINDA görevli bulunduğumuz yıllarda bizler, Ermeni terörünün acısını bütün vahşetiyle yaşadık. Tek yanlı Ermeni iddialarının her terör eyleminden sonra dünya kamuoyunu daha da etkilediğini gördük. Bugün terör artık işlevini bitirmiştir.
Planın ikinci aşamasında özür dilenmesi ve bundan sonra da işin toprak ve tazminat taleplerine vardırılmasının tasarlandığını biliyoruz. Dileğimiz, uğradığımız bunca kayıp, acı ve haksızlıktan sonra kendi insanımızın böyle bir sinsi ve kasıtlı plana alet olmamasıdır.
* * *
BUGÜN Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde bir yumuşama sürecine girilmesi ve iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi isteniyor ise, bunun yolunun, tek taraflı özür dilenmesi gibi tavizlerden değil, öncelikle taraflar arasındaki sınırların ve toprak bütünlüklerinin tanınmasından, ve mutlaka gerekiyor ise, her iki tarafın tarih boyunca çektikleri acıların karşılıklı olarak paylaşılmasından geçtiğinin hatırda tutulmasında yarar görüyoruz. Aksi takdirde, “özür dilenmesi” gibi tek yönlü bir davranış yersiz ve yanlış olacak, tarih gerçeklerine aykırı düşecek ve ulusal çıkarlarımız açısından vahim sonuçlar doğurabilecektir.
* * *
BU bildirinin altına imzamızı attığımızı bir daha belirtelim, aslı gibidir...

Salı, Aralık 16, 2008

TAKINTILARIM

Bekriyacım beni sobelemişti bayramdan önce. Bu sobe eski bir sobe benim için. Çınarcığım da sobelemişti ama tembellik etmiş sonra da unutmuştum.

Benim takıntılarıma gelince,



*Başkasının bardağından sıvı olabilecek hiçbir şey içmem çok zor da kalmadıkça. Aslında biraz yumuşadım bu konuda onun içtiği taraf olmadığı sürece bir yudum almışsa tadına bakabilirim içtiği şeyin. Ama pet şişeden su kesinlikle içmem hele bir kaç yudum alınmışsa mümkün değil.
*Ortadan yenen salataya ekmek bandırılmasına gıcık olurum. Salatamı mutlaka ayrı tabağa koyarım. Eve geldiğimde bana bir kapta ayrılmış salata varsa. Temiz mi değil mi diye inceler durur, sinir ederim. Bu sadece salata da değil peynirin çatalla alınması. Zeytinin yağına bandırılmasını da kapsayan bir madde.
*Sakız sesine katlanamam. Eğer otobüste, dolmuşta biri yanımda sakız çiğniyorsa. Delirecek gibi olurum ama lütfen çiğnemeyin diyemem. Bir tek anneme diyorum.
*Yüksek ses ile konuşan biri olursa kamuya açık bir alanda. Çok irite olurum.
*Yatmadan mutlaka yatağımın altına bakarım. Yorganı silkelerim şöyle bir. Galiba bu evimin bana kazandırdığı bir takıntı. Başka bir yerde yapmıyorum:)
*Ayakkabılarımın ve terliklerimin içine bakmam da bu evin bir hediyesi. Başka yerde yapmıyorum. Kendi evimdeyken:)
*Çorba ya da bardakla bir şey içen kişinin hüpürdetme sesine dayanamam.
*Başkasının saç fırçasını kullanmak ya da benim saç fırçamın kullanılması istemediğim bir şeydir. Kuaförlerde napıyorsun derseniz. Bir şey yapmıyorum benim çifte standartım da bu :)
*Bana kalk şunu yap denmesini takıntı yaparım. Ya yapmam ya da söylenirim.
*Kapı kitlemeden yatmam.
*Işık açık yatarım
*Sigara konusu takıntımdır. Evimde içirmem. Dışarda içen arkadaşlarıma bok iç derim.
*Titizim çok fena.
*Tuvalet çöpünün torbasız olmasına uyuz olurum.

Başka vardır takıntılarım ama aklıma gelmiyor. Takıntılı bir tipim sonuçta :)
Geldikçe eklerim.

Başak ben de seni sobeliyim mi:) Körler sağırlar birbirini ağırlar gibi oldu ama:)

Pino sen yazmadıysan sen de yaz takıntılarını :)))) Hatta benim takıntılarıma da ek yap.

Perşembe, Aralık 04, 2008

ESKİ ANILAR

http://www18.gazetevatan.com/fotogaleri/resim.asp?kat=6737&
page_number=1


Bir anne için olabilecek en kötü şeylerden biri sanırım bu rastlaşma. Ve anneme bunu ne yazık ki yaşattım. Türk filmi gibi bir hikaye ile.

İlkokul 5. sınıfta Anadolu Liselerine hazırlanıyordum. Annemlerin de Küçükesat Dörtyol'da modaevleri vardı. Benim de Türkçe dersi aldığım yer dörtyola çıkan cadde üzerindeydi. O gün dersten çıkıp Ayşe Teyzelere gidecek annem de beni oradan alacaktı. Dersten çıktım ama Ayşe Teyzelere gidemedim çünkü karşıdan karşıya geçerken en son hatırladığım şey kırmızı bir arabanın geldiğiydi. Annem de oradan 10 dakika önce geçip fotoğrafçıya gitmiş. Döndüğünde de kalabalığı görmüş. Kalabalığa yaklaşıp ne olduğunu sorduğunda küçük bir kız çocuğuna araba çarptığını öğrenmiş. Birden panik halde nasıl bir çocuk olduğunu sorduğunda ise benim ayakkabımın tekini göstermişler kendisine. Annem orada aman tanrım benim çocuğum demiş. Ve hiç unutmadığım bir ayrıntı. Odtü öğrencisi bir çocuk annemi almış ve hastaneleri gezmeye başlamışlar. İlk denedikleri hastane Hacettepe olduğu için beni hemen bulmuşlar. Neyseki beni sağ sağlim bulmuş. Bir iki yara, göz morarması ve beyin kanaması riskiyle eve gönderilmem. Sadece annemin öğrenmesi de değil haberin bir şekilde babama, abime, teyzeme, kuzenime ulaşana kadar herkesin meraktan çatlaması. O zamanın koşullarındaki
telefon trafiği. Konunun daha çok türk filmi ayrıntısı vardı ama tam hatırlamıyorum. Ve ben bunu anneme ne yazık ki bir kez daha yaşattım.

Bu sefer üniversitedeydim. Yamaç paraşütüne merak sarmıştım. Ve o gün tam havalanamadan bir kaya benim önüme çıkmış koskoca kemiğimin kırılmasıyla ve ucuz atlatmam sonucuyla beni durdurmuştu. Gene Hacettepe acile götürülmüş ve eve telefon edilmesine kızınız acilde denmesine sebep olmuştum.

O kadar tatlı bir ailem vardı ki. Her yaşattıklarımı hiçbir suçlamayla bana koz olarak kullanmamış sonsuz güven duyarak her istediğimi özgürce yapmama olanak sağlamış. Gece saat kaçta gelirsem geleyim nerede kalırsam kalayım bana nerede kaldın? Niye diye sormamış bu yüce insanlar iyi ki varlar.

Ben bu kadar çocuğuma güven duyabilecek onu sıkmayacak bir anne olabilir miyim emin değilim!


Çarşamba, Aralık 03, 2008

GEZME TOZMA

Son aylarda sürekli kendime aktivite yaratıyordum. Sinema, tiyatro, arkadaş buluşması, müze, gezme, tozma artık ne olursa. Bu cumartesi de teyzemin önerisiyle, ben de daha gitmedim ama gidenler beğenmiş git mutlaka demesiyle. "Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor" 'a biraz da kendime söylene söylene gittim. Dedim ya aktivite yaratıyordum diye. Sokaklarda olduğum sıra aldığım bir biletti. Ama günü gelince enerjim öylesine tükenmişti ki üstüne hafta boyu yaşadığım grip de eklenince zorlanarak da olsa kalktım gittim. Beklerken teyzemi de görmeyeyim mi! Tiyatro jurisindeler o da o günü ayarlamış kendisine. Buradan Tiyatro Z'ye TempOdyssey /Küçük Genny Efsanesi'ni seyretmeye gideceğim üşenmezsen gel dedi. Ben de bakalım dedim.

İlk oyun da zaman zaman kopuşlar yaşasam da hoşuma giden bir oyun oldu. Aksanat'ta gösterimde. Salvador Dali ile alakalı bir şeyler bulacağını ümit edenler gitmesinler. Açıkçası benim hiç öyle bir beklentim yoktu.
"Motorsiklet Günlükleri" filminin senaryosunuyla Oscar adayı olan Porto Riko doğumlu Jose Rivera’nın bir oynuymuş bu cümleyi de Aksanat'ın sayfasında aldım. Benim gittiğim gün hangi okulun olduğunu bilmediğim toplu biletli liseliler gelmişti. Müdür organize etmiş heralde. Cinsel ögeler de olduğu için çocuklar sürekli kıpırtı halindeydi ( gülüşme, konuşma, sümkürme gibi ) bu da diğer izleyiciler olarak bizi biraz rahatsız etti.

Diğer oyuna gelince iki oyun üst üste pek iyi bir fikir değilmiş ama onu da beğendim sadece biraz yorgun olduğum için kopuşlarım oldu yoksa tavsiye ediyorum kesinlikle.

Tiyatro Z tünel tarafında olduğu için teyzemle oraya yürürken bir şeyler yiyelim dedik. Teyzeme dışardan güzel görünen ama hiç girmediğim bir yere oturmayı önerdim. Ve patlıcan çorbası içtim. Kesinlikle harika bir şeydi.

http://www.akbanksanat.com/kategori/204/08-salvador-dali-gondermeleri-icimi-isitiyor

http://www.tiyatro-z.com/

Salı, Aralık 02, 2008

EN SEVDİĞİM YERLER

Yaşasın ki Başak beni sobelemiş :)

Konu en sevdiğiniz 10 yer. Görsel destek de şart demiş ama eğer bu yazıyı geçiktirmeden yazacaksam görsel desteği sonradan koymam gerekiyor. Yoksa yazıyı uzunca bir zaman fotoları biraraya getiremediğim için yazamazdım.

Önem sırasına göre yazmıyorum. Aklıma geldikleri sıraya göre.

1. İSTİKLAL CADDESİ ya da BEYOĞLU

Benim için vazgeçilmez yerlerden biri. Kimi insan keşmekeşliğinden ve her çeşit insanı barındırmasından ötürü ürküyor, yoruluyor ve korkuyor. Dışardan gelen birini koluma takıp götürdüğüm zaman koluma yapışıp yürüyor. Ama ben kendimi hangi saat oradan geçersem geçeyim hiç tehlikede hissetmiyorum. O renk cümbüsüne bayılıyorum. Oradan oraya dolanıp saatlerce vakit geçirebildiğim çılgın bir yer. Her hafta en az bir kere bulunduğum mekan. Galatasaray lisesinden sonrası daha çok beğendiğim bölüm.

2. ARNAVUTKÖY

İstanbul'da buna benzer bir çok semt var ama ben bunu biliyorum. Çengelköy'de çalışsaydım belki orayı severdim. Ama buranın mahalle havasını, herkesin herkesi tanıdığı bir yer olmasını, sokaklarını, kedilerini, köpeklerini, sahilini, iskelesini, balık çorbasını, klisesini, karma rum okulunu kısaca seviyorum işte :)

3. AMSTERDAM

Abimin 2000 yılında oraya taşınmasıyla hayatımıza giren şehir. Masallar diyarı. Kanal boyundaki sokaklarıyla. Kendinizi şehirde kaybettikçe karşınıza çıkan güzellikleriyle. Bir yerden bir yere ister yürüyerek ister bisikletle giderek sanki küçük bir kasabada yaşıyormuş izlenimi veren güzel haliyle burayı da seviyorum.

4. EMİRGAN- YENİKÖY

İstanbul'un bence yaşamak için en güzel semtleri. Hayat elverirse bir ömür yaşamak isteyebileceğim yerler.

5. AYVALIK

İzmir'e giden çıkışındaki evleriyle beni benden alan şirin belde.

6. SALZBURG

2004 yılında otobüsle Avrupa turuna çıkmıştık. Duraklarımızdan biri de Salzburg'tu sadece bir gün kaldığımız ama girerken beni çok etkileyen bir şehir oldu. O zaman buraya fırsatım olursa bir daha gelmeye karar verdim. Daha gerçekleştiremedim:)

7. ATLAS PASAJI

Ben çok seviyorum burayı da ıncık cıncık dükkanlarını. Eskiden daha çok ıncıkcı cıncıkcı vardı. Şimdi çoğunluğu kıyafet dükkanı oldu :(

8. EDİRNE

Biz Trakyalıyız. Edirne benim çok sevdiğim şehirlerden biri hele ki Meriç Irmak boyu sonra eskiden tren garı olan Trakya Üniversitesi'nin Rektörlük binasının bulunduğu Karaağaç. Mimar Sinan'nın köprüleri. Daha bir çok şey.

9. MODA-BAHARİYE

Ben galiba hep İstanbul üzerinden gidiyorum:) Anadolu yakasının İstiklal Caddesi de benim için Bahariye. Küçük sevimli kafeleri ve sokaklarıyla Moda'da en sevdiklerimden.

10. OXXO

Daha çok beğendiğim bir yer mutlaka vardır ama ben Oxxo'yu çok seviyorum. Hani bir sürü param olsa her kıyafeti alacak kadar aç gözlüyüm :)


Ben genelde kimseyi sobeleyemiyorum ama Çınarım ve Bekriya'yı sobeledim şimdi.