Salı, Ağustos 26, 2008

ESKİDEN

Ben eskiden kolonya da içerdim. Saçlarıma da nivea krem sürmüşlüğüm vardı.

ORALET


Eskiden ben hep oralet içerdim. Köyde telefon sadece köy kahvesinin yanındaki köy bakkalında vardı. Teyzemleri aramak için Ahmet dedemle kahveye giderdik. Köy bakkalı kavramını yıllar sonra Arnavutköy'de yaşıyorum. Müsellim'deki telefon edilen bakkaldan hiçbir farkları yok. Umarım zaman onları ayakta tutmaya devam eder.

Hayallerimdeki resmi internette bulamadım. Eczacıbaşı'nın sitesinden bir resim.

Pazartesi, Ağustos 25, 2008

SULTANAHMET VE 98' YAZI

Ekim sonu gibi Sultanahmet civarlarına gitmek istiyorum. 98 yazım o civarlarda geçmişti. Garanti Bankası'nın Nuruosmaniye şubesinde staj yapmıştım. Öncesinde de Göcek'te gençlik kampına gitmiştim. Toplaşıp Sultanahmet'e gelip bir hostelde kalmıştık arkadaşlarla. Kimi Belçika'dan kimi Danimarka'dan gibi Avusturya'dan kimi de Slovenya'dandı. Onlar gittikten sonra staja başlamıştım. Sonra da İngiliz ve Sırp arkadaşlar gelmişti. İngilizin ismi Tom diğerinin ismini zorlasam hatırlarım da şimdi çıkartamadım. O tomcuk benden hoşlanmış da ben anlamamıştım. Sonra da ülkesine dönmüştü. Bana, onunla gezerken gösterdiğim bir küpeyi sürpriz yapmış ve almıştı. Güzelce kehribar bir küpeydi çok takmamıştım ama hatırası vardı işte. Hırsızın çaldıklarıyla gidenler arasında o küpe de vardı. Sonra Kris vardı Belçikalı onunla epey mektuplaşmıştık. Sonra Danimarkalı Anna vardı. Sanırım ismi böyleydi. Sırp arkadaş ile aşna fişne olmuşlardı. Ama erkek arkadaşı da vardı resmini göstermişti bana. O epey kalmıştı İstanbul'da yani birkaç gün daha. Abimde ve teyzemde beraber kalmıştık. İşte cuma günü Aksaray'a tramvayla giderken birden o günler canlandı gözümde. Abim de İstanbul'da arkadaşlarıyla kalıyordu ama uzak bir yerlerdeydi şimdiki evime yakın ama ulaşımı kıt olan bir yerdi. Bende teyzemde kalmayı tercih etmişitim. Suadiye'den vapurla git gel yapıyordum. Ama teyzem evde yoktu kuzen evdeydi ve eve kız atma durumları olduğu için beni istemiyordu evde. Bir gün eve gittim kapıda kadın ayakkabıları var. Gerisin geri kapıyı kapadım çıktım. Hemen diğer kuzenlere gittim. Onlarda Suadiye'de oturuyorlardı. Bekar kuzen benim o kuzenlerde kalmamı istiyordu. Bende niye ergenlik ettiysem aramızda sıkıntı çıkmıştı. Neyse Acar Abi'yi aldım tekrar eve gittik. Acar Abi diğer kuzenin kocası. Bekar olanın ablasının yani. Kapıyı açtık ki o ayakkabılar aslında benim ayakkabılarmış. Artık kafam nasıl kurgulamışsa durumu. İşte bunlar gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Havalar serinledikten sevimsiz kalabalık dağıldıktan sonra gitmek gezmek ve fotoğraf çekmek istiyorum. Aycan'a seni götürücem oralarda deli gibi gezicez demiştim ama fırsat olmadı. Zaten o gezmeyi benim kadar çok sevmiyor. Benim o işleri kendi başıma halletmem lazım. O sokak benim bu sokak senin gezer dururum. Kapalı çarşıya da gitmeyeli çok oldu.

HERKESİN BİR HİKAYESİ VAR


105 kilogramda altın madalya Alman Matthias Steiner'in hikayesi beni çok etkiledi. Ekran karşısında göz yaşlarıma hakim olamadım. Eşini trafik kazasında kaybetmiş. Mikrofonu uzattıklarında artık her şey öyle boşki gece yatağıma gittiğimde koca bir yalnızlık var dedi.

Sevgi ne kadar güçlü ve güzel bir şey. Sevdiğini kaybetmek ise ne kadar acı.

Kendimi pek yalnız hissettim. Hem ona ağladım hem kendime.

Köydeyken hollanda'dan abimin arkadaşı olan ama evlenmelerinde benim de payım olduğunu düşünen Didem ve Silvano aradı. Bebekleri olacakmış. Bir tane denemişlerdi Didem bebeğini düşürmüştü. Amsterdam'da görüştüğümüz de biliyorlarmış ama riskli dönem diye söylemeye çekinmişler. Şimdi 12 haftalık olmuş. Senin de bilmeni istedik dediler. Çok sevindim. Umarım sağlıkları yerinde olur hep.

Çınarım beni düşündüğün için sana da teşekkür ederim. Gerçekten iyi geldi.

EUROSPORT

Evdeki televizyon Eurosport'a sabitlendi. 5-6 gündür öyle. Olimpiyatları izliyordum zaten ama daha fazla izlemem lazımmış heralde. Pili bitti sandım kumandanın ama makinada bana mısın demedi. D-smart'ı arayıp da sormadım. Fişten çekip denemeli. Bugün Özgen fişten çektin mi dedi yok dedim. İşime geldi belki de. Allahtan başka kanala sabitlenmedi. Eurosport'u eskiden seyrederdim. O zaman türkçe değildi yayınları. Ve ben Ankara'daydım. Olimpiyatlar sağolsun seyreder oldum. Hatta spikerlerine hasta oldum. Çok sevdim arkadaş olasım geldi. Çok tatlılar. Yarından itibaren Amerika açık başlıyormuş takipteyim.

Sanırım benim bir lanetim var ya da denk düşüyor. Kışın bir kızcağız çalışıyordu sabahları aynı tekneyle geliyorduk. Ve o kadar çok konuşuyordu ki . Kitap okumama bile müsade etmiyordu nerdeyse. İyi bir kızcağızdı ama istemiyordum sabahları onunla gitmek. Bir süre sonra işten çıkarttılar. Sonra temizlikçi bir kızımız vardı. O da iyiydi hoştu ama o da çok konuşuyordu. İşin var senin galiba diyenlerden değildi. O da işten çıktı. Tabii işini iyi yapmadığı için ama gene de özgür kalmış hissettim. Sonra bir buçuk ay önce stajer başladı yapacak iş yok bir şey yok bir de stajerimiz eksikti diye düşünmeye başladım. Öğlenleri yemeğe beraber çıkmak zorunda kaldık. Ama o konuda bireyselliğe düşkünüm. Kitabımı okuyamıyorum. Böyle sırtımda nasıl bir yük anlatamam. Sonra ben tatile gittim geldim. Sonra zavallım hastalandı gelemez oldu. Şimdi de geldi stajı erken bitiriyor. Tesadüftür her şey belki. Ama ben özgür kaldığım için çok mutlu oldum. Tabii bu özgürlük nasıl bir özgürlük gene kendimi cenderede hissediyorum da hiç değilse. Nefes alacak kendime ait zamanım oldu.

KÖY














Bu cuma işten çıktım. Hedefim Aksaray'daki emniyet garajını bulup İa'nın biletini alıp Lüleburgaz'a gitmekti. İşten Bülent Bey'le çıktık Kabataş'a kadar beraber yolculuk ettik. Annesinden ve babasından bahsetti hemen duygusallaştım. Göz pınarlarım taştı taşacak bu aralar. Tuttum kendimi tabii. Vakit varken bol bol vakit geçirin annenizle babanızla dedi. Kendimi düşündüm uzağım diye geçirdim içimden. Kabataş'tan ayrıldık. Ben tramvay'a bindim. Yusufpaşa durağında indim. Aksaray'dan önceki durak. Öyle in demişti otobüs yazahanesindeki amca. Duraktaki güvenlik görevlisine ne yöne doğru gideyim diye sordum. Nereyi arıyorsun dedi. Gürcüstana bilet alacağım dedim. Gürcü müsün dedi yok dedim. İşim acele o da muhabbet derdinde. Ona kalsa tekrar bin Aksaray'da in daha yakın olur dedi. Ama iyiki dinlemedim. Tamam dedim bulurum ben bir gideyim o yöne. Yakıncacıkmış, ama ne tarafta dediğim şapşirik büfeci daha çok yürümeme sebep oldu. O taraflara yayan hiç gitmemiştim. Bizim ülke komik memleket. Alanya'da Almanya'da sanır insan kendini tabelalardan. Burada da ya gürcüce ya rusçaydı tabelalar. Disco bile vardı. Çıktım oradan bu sefer metro ile otogara gideceğim. Aksaray'dan kalkan metroyu buldum. Gittim otogara. Büyük nimet bu raylı sistem. Dönüşte daha da anladım kıymetini. Otogarda İstanbul Seyahat'in gazabına uğradım. Onun arabası 15 dakika önce diye gittim ondan bilet aldım. Meğer araba karşıdan geliyormuş. 45 dakika araba gelsin diye bekledik. Allahtan kısa mesafe Lüleburgaz. O işkenceden sonra bir de 6 saat yol gitseydim Ankara gibi. Heralde pek hoş olmazdı. Tabii havanın nasıl sıcak olduğunu söylemiyorum bile ben oradan oraya koştururken. Raylı sistemlerde süper bir klima sistemi var terli biniyorsun kuruyorsun.
Burgaz'a 22.30 gibi vardım. Babam aldı. Hülya Abla'nın eve uğradık Nihat Ağcı'yı aldık. Bizim o taraflarda öyle denir. Hülya Abla'nın babası. Yukarıdaki Resim de Hülya Abla ve kocası. Geçen sene tam bu zamanlar Hülya Abla ve babaannem bendeydi. Telli babaya götürmüştüm onları Hülya Abla istemişti. Yaaa! bir sene olmadan evlendim gördün mü dedi. Mutlu olur umarım. Bize çay demlemiş. Onu içtik sonra eve yollandık. Yattım hemen..
Ertesi gün de babaannemi komşu akraba Nebahat Teyze'ye götürdüm.
Resimleri ekleme işini beceremiyorum. Hepsi altalta ekleniyor. Bahsettiğim konunun altına olmadı maalesef.
Bahçe fotosu komşuda çekildi. Güneş işte o komşunun evinin arkasına batıyor. Bizim kapıdan resmi var incir ağacının duvardan taştığı foto. Kapıdan çıkıp komşu tarafına bakınca işte güneşin o hali ile karşılaşılıyor. Komşudan gelince babam rakı sofrası yapmış kendine. Ben de iştirak ettim tabii. Karpuz ve rakı güzel ikili. Karpuzların hepsini yiyince babam. Ben de yiyecektim amaa dedi. Dolapta devamı varmış. Getirdim onları da ben yedim:)
Akşam Hülya Abla ve kardeşi İa'ya güle güleye geldiler. Ortadaki İa.
Ertesi gün İa ile beni babam otobüse bindirdi. İstanbul'a geldik. Ben de İa'yı garaja götürdüm. İstanbul'da böyle sıcak geçirdiğimi hatırlamıyorum. Donuma kadar ıslandım. Onu arkadaşına teslim ettim ben de evimin yolunu tuttum. İstanbul'da varolan raylı sistemlerin yüzde seksenine dün bindim heralde. 4 tanesine bindikten sonra en son minibüse bindim. Bu yolculuk boyunca yanımda biberlerden ve domateslerden oluşan bir kutuda benimle birlikteydi. Hemen kendimi duşa attım. Duş almak yetmiyor. Duşta yaşamak lazım. Dün çok kötüydü. Camlar açık olduğu halde rüzgar yoktu.
Minik köpüş komşuların. Büyük köpüş de başka komşuların. Köy maceram böyleydi.

Perşembe, Ağustos 14, 2008

BAŞLIKSIZ

Bu blog iç sıkıcı bir blog haline geldi.

Böyle takılıyorum artık.

Şu Gürcistan Rusya arasındaki savaş canımı çok sıktı. İşin kim haklı kim haksız kısmına bakmıyorum. Sadece sefil olan bir halk var ortada. Bugünkü gazetelerde şu satırlar var
"Çeçen ve Oset milisler eşliğinde Gori’ye giren Rus askerleri, kentte kaldıkları birkaç saat içerisinde yağmalanmadık ev, dükkan bırakmadı". Yani insan denen yaratık ne kadar acımasız ve gaddar anlamam mümkün değil. Babaaanneme bakan kadın da Gürcü. Ve giriş çıkış yapması gerekiyor 26 Ağustos gibi. Türkçe çok iyi konuşamıyor. Biletini ayarlamam gerekiyor nereden alacağımı anlamadım. Bir numara verdi dün babam İa'nın bir arkadaşının numarası Marina ismi. Ondan öğreneceğim. Bileti alacağım sonra bindireceğim. Ama nasıl gidecek bilmiyorum. Her yer kaynıyor.

Bir haber daha vardı bugün akıllara zarar. Çanakkale'de bir postacının götürmesi gereken postalar çöpten çıkmış. Üşenmiş çöpe atmış haber bu. İşin aslı astarı nedir bilmiyorum ama şaka gibi.



Çarşamba, Ağustos 13, 2008

SOLAKLAR GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN

Bugün solaklar günüymüş. Günümüz kutlu olsun.

Pazartesi, Ağustos 11, 2008

SONSUZLUK

Amsterdam yazısı yazmalı fotoları koymalı. Laptopum gelince belki evde yaparım. Aycan da fotoları göndermiş olur.

Geldiğimizden beri içime şeytan girmiş gibiyim. İçime daral geliyor hep. Anksiyete teşhisi koyduk. Kendi kendimize yani doktora gittiğim yok. Şimdi tanımına baktım ama bendeki endişe ve darallık durumuyla pek özdeşleşmiyor.

Terleme, titreme, çarpıntı vs. gibi bedensel belirtileri görülebilir. Başına kötü bir şey geleceğini düşünme, rezil olmaktan veya komik duruma düşmekten korkma gibi bilişsel (düşünsel), fakat çoğu kez nedeni belirsiz, tanımlanamayan bir gerginlik durumudur.

Ama ben nedenini biliyorum. Arada gelenler geliyordu sonra birden ferahlıyordum. Şimdi de gelenler geldi bende bir haftadır aşağıdaki düşüncelerle boğuşuyorum.. İşim bana bir şey katmıyor ömür boyu baltanın sapı olamadan yaşayacağım. Hatamı düzeltmeliyim bir ilgi alanı bulmalıyım okumalıyım öğrenmeliyim ne yapmalıyım, nerede yaşayacağım. Ne zaman düzgün bir işim olacak. Türkiye'nin geleceği çok belirsiz. Hep kötü haberler duymaktan bıktım. Dünya iyiye gitmiyor. Güçler savaşı. Başkaları her şeyi geride bırakıp pat diye büyük kararlar alıp kendine yön çizerken ben hala o mu bu mu şu mu yapıyorum. Hiçbir karar almıyorum bu ne kadar devam edecek. Ne zaman kendi kendime yeteceğim. Beklediğim mucize gerçekleşecek mi? İşte aradığın bu diye gelecek mi? Asabiyim. Birden patlıyorum. Sonra vicdan azabı yaşıyorum. Aslında haklıyken haksız oluyorum. Kendimi ifadeyi ne zaman becerebileceğim..... Yani o kadar çok ki. Şimdi biranda aklıma gelenler bunlar. Yüzlercesi bir anda uçuşuyor ve psikolojim yerleri süpürüyor. Hiçim hiçim hiçim hiçim...... Bunun çıkışı yok sonsuza kadar böylee..... diye nöbet geliyor. Sonra birden ferahlıyorum nedeni yok. Verilmiş bir çaba ya da karar da yok.

Bekliyorum ne olur o mucize gerçekleşsin kafamda ampul yansın diye. Gittikçe düşünmeyen bir aptala dönüyorum. Her şey şimdi bir sonsuzluk gibi...