Cuma, Haziran 19, 2009

MADRİD BÖLÜM 3


Bu fotoğraf son günlere doğru çektiğim bir fotoğraf. Yağmur sonrası güneş sonrasında gökkuşağı. Çok güzel bir manzaraydı. İşte burası Sol meydanı. Yerden yüksekten çekmem inşaat panolarının çıkmaması için. Bütün binaların önü koca bir meydan araçsız hale getiriliyor.




Madrid’e inşaat mevsiminde gitmişiz. Her taraf köstebek yuvasıydı. Bu belki biraz da inşaat sektörünü hareketlendirmek için yapılmış bir durummuş abimin yorumu. Çünkü sadece kentin bir bölümünde olan bir çalışma değildi. Epey geniş bir alana yayılmış karıncalar gibiydiler
Calle del Arenal bir ucu Sol Meydanına çıkan bir ucu da Isabel Meydanınca çıkan şirince bir alışveriş caddesi. Bu ara da Isabel Meydanı da panolarla kaplıydı.

Meşhur Plaza de Sol yani Sol meydanı inşaat panoları ile kapanmıştı dolayısıyla oranın nasıl göründüğü konusunda bir fikrimiz olmadı ancak nasıl olabileceği konusunda bir imaj var kafamda. . Madrid belediyesi mi artık inşaatı kim yapıyorsa bütün trafiği alttan geçirecek bir yöntem bulmuş meydanı trafikten arındıracak bir çalışma içerisindeler. Buranın çevresinde bir karıncalaşma durumu söz konusuydu. Her yer kazılmış ha babam de babam çalışıyorlardı. Madrid’in simgesi olmuş çilek ağacına tırmanan ayı figüru bu meydanın bir tarafında duruyor. İnşaat panoları yüzünden güzel bir fotoğrafını çekemedim. Bir de çilek ağacı nasıl oluyor onu da anlamadım. Çilek yerde yetişmez mi:) Belki de kara dut ağacıdır o . Sol Meydan'ı İspanya’nın merkezi sayılırmış bir sürü yöne giden yollar buraya bağlanıyor hakikaten. Ancak dediğim gibi o kocaman olan inşaat halinde olduğu için o güzelliği pek yaşayamadık. İleride umarım.


Madrid’te dikkatimi çeken başka bir özellik de. Metro dışında toplu taşımın otobüslerle yapılıyor olduğuydu. Eski Madrid fotoğraflarına bakıldığında tramvayların varlığından söz edilebilir. Bir şekilde kaldırılmış. İstanbul’da eskiden ulaşım tramvaylarla sağlanırmış sonra kaldırılmış şimdi tekrar inşa ediliyor. İspanyolların Madrid için vay niye söktük tekrar inşa edelim diyeceğini hiç sanmıyorum. Çünkü demirağlarla örmüşler şehrin dört bir yanını. Metro bu sene 90. yaşını kutluyor. Doğum tarihi 1919. Hatlar numaralandırılmış ve renklendirilmiş. 10 binişlik metro kartı 7.40 euro. Abimin evinin önünden 2 numaralı kırmızı hat geçiyordu.

Şimdi gelelim Salı günümüze. Pazartesi günümüzü kendimizi oradan oraya atarak geçirdikten sonra eve gelip biraz da evi adam etme telaşına düştük. Ancak bende sürekli bir vakit geçiyor gezemedim. Reina Sofia ne olacak sonra Tysenn var ühü de ühü de durumum nedeniyle. Ertesi gün müzeye gitmeye kadar verdik. Daha doğrusu verdim. Annem de bu arada Ikea da Ikea diye tutturmuştu. . Nasıl gideceğiz abin söyledi mi ya da insanlara sorsana diye sayıklıyordu. Benim tabii bu sayıklamalar bir kulağımdan giriyor diğer kulağımdan çıkıyordu. Hedef de Guernica vardı çünkü. Ama gel gör ki ilahi adalet devreye girmişti. O da Salı günü benim sevgili müzem Reina Sofia’nın tatil günü olması idi .İşin ironik yanı ise Pazartesi günü müzenin dibinde dolanmamız tren istasyonunun tam karşında olması. Şöyle bir bakıp kapalıdır diye düşünüp hiç oralı olmamamdı.
Neyse annemin yüzünde güller açtı. İkea diye sayıklamalar tekrar başladı. Ben de artık daha fazla duymazdan gelemedim. Şansımıza turist information desk hemen müzenin dibindeydi. Gittim! kardeş söyle biz ikea’ya nasıl gidicez dedim. O da çok far very far dedi. Ben de olsun söyle sen dedim. İşte bir otobüs numarası söyledi nereden kalktığını da harita da işaretledi.

Benim yüzüm en asık haliyle baktım oradan gri numaralı hat geçiyor. Metrodan metroya aktarma ile vardık istasyona. Tam karşıdan karşıya geçerken duraktaki pek sevgili otobüs gitti.. Bir de ben biraz kendimeden bahsedeyim. İletişim problemi yaşadığım yerlerde soru sorma ben de minimum düzeye iner. Yanımda sorsana diyen bir anne ile bunu gene de başardım. Her şeyi sormadan elle, gözle, okumayla hallettim. Önce bir napıcaz diye kal geldi. Bu bilmediğimiz yerden bu otobüs ya saatte birse ya günde 4 taneyse diye geçirerek bir 10 dakika bekledik. Ben elbette kimseye bir şey sormuyorum. Durağın yazılarına bakıp çözüme ulaşmaya çalışırken bir baktım 15 dakika da bir filan diyor iş günler hem de.. İspanyolcam da fena değil hani bunları çözüyorum
. Tak geldi bizim otobüs. Bu sefer de Ikea nerede stresi bastı. Otobüse göre en son durak. Otobüs böyle Eskişehir yolu gibi bir yolda gidiyor. Şehirlerarası yol resmen. Sonra bir yere saptı. Yolda tabela var Ikea diye ama tabelaya göre Ikea geride kaldı. Ben gene sormuyorum. Neyse bir süre sonra gene Ikea tabelası bu sefer ilerde diyor. Sonra Ümitköy’e giden otobüsün önce Ümitköy sitesinde sonra Binsesin’de sonra Mutluköy de sonra Beril sitesinde dolanıp Konutkent’e devam etmesi gibi otobüs dolanıyor da dolanıyor. O arada Ikea’nın binasını görmeye başladık. Hah tam diyorum doğru yoldayız. Otobüs bir ileri iki geri oraya doğru gidiyor. Ama anneme diyorum ki anne biz şu ileriki durakta inelim otobüs sola dönerse napalım erken inmiş oluruz dönmezde İkea’dan uzaklamış olacağız. Bu otobüs İkea’nın önüne gidiyorsa bile o kadar dolanıyor ki biz yürüyerek daha önce gideriz. Neyse iniyoruz ve otobüs sola dönmüyor gözden kayboluyor bir daha da ortaya çıkmıyor.

Biz İkea’ya varmış olmanın rahatlığı ile önce içine giriyoruz. Bu sefer market arabası stresi basıyor beni. Annem sor diyor, ben ı ıh diyorum. Sonra asansörü keşfediyorum. Aslında İkea aynı İstanbul’daki gibi. Madrid İkea’da değiliz sanki. Buradaki İkea’ya daha çok gitmiş olsam bu sorunu da yaşamazdım aslında.
Annem bu sefer yemek masası sandalye ve kitaplık sayıklamaya başlıyor. Ben nayır nolamaz diyorum. Onları nasıl götüreceğiz. Annem de sen soracaksın taksi geliyor mu diye o şekilde halledeceğiz diyor. Ben ağzımdan köpükler saçmaya çok yakın nasıl sorayım diyorum. Abim bile arkadaşına arattı taksiyi nasıl anlaşıcam filan diyorum ama annem beni tanıyor ve hiç iplemiyor. O numaraları kağıdına not ediyor. Gezdikçe market arabası doluyor taşıyor. Ben nasıl götürücez bunları diye sayıklamaya devam ediyorum. Tencereler tavalar derken ütü masası derken çamaşır askılığını da alıyoruz. Beni stres basmış. Bir görevliye gidiyorum can you speak english diyorum. Poku diyor İspanyolca. Taksi diyorum bulabilir miyiz? Belki diyor kasa da numaraları vardır onlar size verebilir numarasını. Neyse diyorum. Grasyas. Sonra abim arıyor. Biz diyorum böyle böyle aldık herşeyi o da diyor ki .Korsan taksiler oluyormuş Ikeanın çevresinde. Onlara bakabilirsin. Ya da Ikea’da eve gönderiyormuş komisyon karşılığı Tamam diyorum yok korsan taksi filan bulamam ben. İstanbul’da da yüzde 10 ödüyorsun eve getiriyorlardı eşyaları. Sen adresini mesaj at. Neyse gidiyorum sandalyeleri, masayı, rafları, minderleri herbir şeyi toparlıyorum. Kasalara doğru ilerliyoruz. Sonra aklıma geliyor ki ben paraların bi kısmını evde bıraktım burada da cüzdansız öyle sallaya sallaya geziyorum. Neyse annem bende var diyor. Ohh diyorum. Neyse olmadı onun kredi kartı var.

Geliyoruz kasaya. Kıza “biz transport to Madrid tambien” diyorum. Hepsi mi diyor yok diyorum şu şu şu. Sonra arkamızda koltuk değnekli bir teyze var. Onu bekletiyoruz diye beni stres basıyor. O sıra o lafa karışıyor ipsanyolca konuşuyorlar aralarında. Kız bana dönüyor bir şeyler diyor İspanyolca. Ben kitlenmek üzereyim. Koltuk değenekli teyze İngilizce konuşmaya başlıyor. Ohh diyorum biz bunları eve göndertmek istiyoruz. . O da hepsini mi diyor. Yok şunları diyorum. Hepsi aynı paraya gidermiş diyor. O sırada diğer sıradaki amca söze karışıyor bir şeyler diyor. Ben artık İngilizce de anlamıyorum. Birden adam bana tane tane konuşuyor evde kurulmasını istiyor musunuz? Yok diyorum sadece trasportation. Neyseki yanımızda o kadar para da çıkıyor. Kasadan kurtuluyoruz. İş transportation desk’te orada hoşçana bir çocuk karşılıyor bizi. Zaten kasadan geçer geçmez görünüyor yerleri. Come on diyor. Ben smsi gösteriyorum o not ediyor kaç parça diyor gösteriyorum. 12 diye sayıyor. Ben 11 sayıyorum. 11 değil mi diyorum. O tekrar sayıyor 12 çıkıyor. Ben içimden sayıyorum gene 11 çıkıyor. Sonra napıyım diyorum 12 çıktıysa 12’dir.. Sonra telefon numarası istiyor. Ben numarayı bilmiyorum. Çaldırıyım senin numaranı diyorum ama o sırada annemin cep telefonu elimde. Onu çaldırıyor o. Annem ne yaptın kızım diyor benim numarayı çaldırdı. Ben kitlenmişim bir şey demiyorum. Annem eliyle no no diyor öbür cep telefonunu gösteriyor. Çocuk anlayışlı hemen onu eline alıyor ve çaldırıyor kendi numarasını. Neyse eşyaları teslim ediyoruz. Bu sırasa bi kapı var hemen orada. Kendimi dışarı atmak istediğim için hemen kapının koluna bastırıp açıyorum. O da ne alarm ötüyor ciyak ciyak. Kafamı çevirip çocuklara bakıyorum bana ne yaptın sen diye tebessümle bakıyorlar pardon diyorum çok pardon. Anne koş kurtulalım buradan beni ter bastı.

Annem İkea’nın yanında konumlanmış Carrefour binasını daha Ikea’ya yürürken gözüne kestirdiği için. Hadi ben şurada bekleyeyim sen git ütü al ucuzsa bir de kettle al diyor. Bu arada yukarıda bahsetmedim. İkea’dan aldığımız
büyük parçalar tamam kamyonla gelecekti ama o hengame de vermediğimiz bir sürü parça eşyayı da biz elle eve götürecektik. Torba benzeri bir şey gözüme çarpmadığı için ben kasada yeni bir stres stres dalgası daha yaşarken annem cin Gönül olduğu için ikea’dan aldığımız kocaman hurcun içine koymaya başlamıştı aldıklarımızı. . O hurç gibi şey benim ebatlarımda bir şey oluverdi birden. İçinde yok yoktu. Tencere, tava, tuvalet fırcası, minderlerin ikisi, tepsi yani yok yok işte. Bir de o var yanımızda artık düşünün. Neyse annemi Carefour’un dışındaki gölgeliğe emanet edip içeri girdim. Tam dıt dıt öten şeylerin yanından Carrefour’a giricem ama gene alarm ötmesin mi? Hay allahım durdum kıza çantamı açtım içinden bin çeşit şey çıkıyor. Kız libro diyor ben ısrarla anlamıyorum. Sonra libro’nun kitap olduğu aklıma geldi. Ha libro deyip Lonely Planet’ın Madrid kitapçığı çıkarıveriyorum. . Bakıyor o ötüyor. O da onu poşete koyuyor ben
içeri öyle giriyorum. . Neyse ütüdür kettledır ıncık cıncıktır bulup çıkıyorum. Çıkamıyorum daha doğrusu çünkü gene ötüyorum. . Bu sefer çıkardım kitabı dedim bu. Bu arada bu ötme işi o kadar sık başıma geldi ki. Corte de Engels diye zincir mağazaları var orada da yok yok Carrefour gibi bir yer ama daha şehir içi konumlanmış ve Boyner mağazaları gibi bir yapısı var. İşte oradan aldığınız her şey yüzde 30 ötüyor kapıda güvenlik öyle bezmiş ki bu durumdan alıyor. Bir şey yapıyor sonra alarmı sökün diyor İspanyolca. Artık öyle güzel anlıyorum ki :)Sonra güvenlikçi amca aldı kitabın alarmını söktü. Mutlu mesut dostça ayrıldık. İş şimdi eve nasıl ulaşacağımıza geldi. Bohçacılar gibi yürümeye koyulduk. Bizim indiğimiz durak biraz uzakça olduğu için başka bir durak gözüme kestirmiştim. O sıra bir anne oğul gözüme kestirip biz dedim gitmek sol meydanı. Onunla benim bildiğim 3 kelime İspanyolca ile anlaşıp elimizdeki yükün çok ağır olduğunu metroya gitmek için çok yürümek gerektiği ama otobüsün metro durağından geçtiğini öğrendik. Bizi de gözüme kestirdiğim o otobüs durağına götürüp orada bir çocuğa teslim edip ayrıldılar. O çocuk ta bizi teslim almış sayılmazdı pek bizi unuttu gitti. Otobüs duraklarının isminin nerede yazdığı keşfetmem uzun sürdü. Ama gene de dönüşümüz gelişimizden çok daha kolay oldu. Artık gözüm kapalı gider gelirim o derece.
Bir Salı günümüz de böylece kendimizi eve atarak aldıklarımızı yerleştirerek temizlenerek geçirdik

Ertesi gün kapıcı Miguel ve Ikea teslimatı ve Abimle tapasçı maceramız.

2 yorum:

cinar dedi ki...

bak yaaaaa, dün uzun uzun yorum yazmıştım ama sonra sayfa götüntülenemiyor demişti. kayıt yapamamış lavuk :(
demiştim ki İkea'da arkanızdaki teyze hepsi aynı fiyata demişti. neden elinizde eşya bıraktınız onu anlamadım :)

cakiltasi dedi ki...

hahahaha çınarım lavuk valla bu teknoloji:)
şimdik ben orada kitlenmişim ya şalterler inik. Bir de annem tencere tavasına bir an önce kavuşsun diye elimizde götürdük. Gerçi o kadar dakiklerdi ki ertesi gün dedikleri vakit geldiler.