Cuma, Ekim 26, 2007

GÜZEL GÜNLERE

Annemin süpriz yapıp salı günü geldiğinden bahsetmemiştim. Spor dönüşü baktım salonumun ışığı yanıyor haydaaa dedim hırsız mı girdi, noldu, napsam, ev sahibine çıkıp haber mi versem??? diye eve yaklaşırken baktım perdelerim benim perdeler değil o zaman çaktım köfteyi annem gelmiş. Aslında babam ile babaannem de geleceklerdi ama Zeyno ve sevgilisi bana gelecekleri için aman dedim siz gelmeyin. Çünkü genelde gelenler gidenler üst üste bindiği için bu sefer gönlüm bu duruma razı gelmedi ve önlemimi erkenden aldım. Annemi cumartesi ne yazık ki köye geri postalıyorum. 1 Kasım'da da prenses hazretleri Burçik Hanım'ı Amerika'ya yolculayacağımız için annemlere 2 Kasım gibi gelin dedim. Sanırım 1'inde yarım gün izin alıp prensesi gezdireceğim. Kursuma da cuma günü gideceğim ki akşam İstiklal'de Selo ve Zeyno ile buluşup bir yerlerde oturalım. Prenses arada okursa buraları görür kendisinden nasıl bahsettiğimi hehehe. Gerçi beğenmiyor yazış şeklimi konuşarak yazıyormuşum. Bu aralar Selo'yla ikisine kılım. Vıdı vıdı başımın etini yiyorlar.


Efendim dün televizyona çıkma adımını attık. Sanırım 6 Kasım Salı günü gece saat 24.00'te tv8'deyiz. Hatta mıyk mıyk konuştum bile:) Bilmiyorum nasıl çıktık. Evde tv8 çıkmadığı için o gün Çidom'lara gideceğim. Dün Oben Abla'ya bahsettim durumdan eminim herkese duyurmaya başlayacaksın seni biliyorsam duymayan kalmayacak dedi. Ben de bir haha koyverdim yok valla feysbuk'ta bahsetmeyeceğim dedim.

Neyse ben böyle geyik yapıp geyik yazayım ama sanmayın ki içim yanmıyor, kavrulmuyor. Elimde olsa her okuduğum yazıyı buraya yapıştırıyım. Reha Muhtar'ı sevmeyiz ama inanın o kadar güzel yazıyor ki . Adamı sokakta görsem öpüp boynuna sarılacağım. Vatan Gazetesi'nin (www.vatanim.com.tr) köşe yazarlarını takip edebilirsiniz. Bence çoğu dürüstçe doğruları aktarıyor. Kimi gazetelerin kim yazarları gibi 3 maymunu oynamıyor.

Bir haftanın sonu daha geldi. Umarım geçen hafta sonundaki acı haberler son olur.

Dünyamıza ve sevgili ülkemize acil barış, güzel günler neden bu kadar uzak görünmek zorunda :(


not: sayfama müzik nasıl ekleyebilir bilen varsa bana yardımcı olabilir mi?

Çarşamba, Ekim 24, 2007

İNANILMAZDAN ÖTE

Düşünceler kafama öylesine üşüşmüş durumdaki nereden başlayıp neyi yazacağımı bilemiyorum. Kaç gündür aynı duygular içindeyim. Geçiyorum bloğun karşısına bir şey yazamadan kapatıyorum. Okuduğum, izlediğim yeni şeylerle daha da dolmuş öfkeden patlayacak durumdayım.
Vatan'dan Yiğit Bulut'un yazısını buraya ekliyorum ben tıkanıp kalıyorum bu konuda. Ama bir noktayı daha es geçemeyeceğim. Türkiye Amerikan karşıtı ülkeler arasında ilk sıralardayken kukla iktidarımız Amerikasız hareket edemezken nasıl oluyor da bu kör, okumaktan, araştırmaktan düşünmekten aciz halkın çoğu AKP'yi destekler. İnanmak çok güç çıldırmamak içten değil.

YİĞİT BULUT

TÜRK HALKINA ÇAĞRI

Başbakan 16 şehit verdiğimiz bir önceki saldırı sonrası “Başkan Bush ile görüşeceğim, sonuç alacağımı umuyorum” açıklamasını yaptı...Şimdi ne diyecek; “yine çıkıp bekleyin Başkanla mı konuşayım” diyecek...Sevgili dostlar, İsrail’in iki askeri kaçırıldıktan sonra Lübnan topraklarında yaptığı operasyonu hatırlıyor musunuz ? Bu sabah aklıma şu soru geliyor; biz neden aynı şeyi yapamıyoruz? Denklemin bütününe soğukkanlı bir şekilde bakınca ‘neden yapamadığımız’ aslında çok açık; Türkiye, 1946 devalüasyon sürecinden bugüne Ortadoğu bölgesinde ABD politikaları harici tek bir adım dahi atamadı, atamıyor... Türkiye, 1980 sonrası teslim alınma sürecine giriyor, 1997-2007 arasında ise emperyal güçlerin, “ekonomik-siyasi-askeri-finansal” anlamda “her türlü” esiri oluyor...İşte esaretimizin gelişme süreci...- 1946 devalüasyonu ile Türkiye ekonomik olarak değişen dünya şartlarında ABD etkisine daha fazla girmeye başladı. SSCB’nin yayılmasını önleme amacında olan ABD Truman Doktrini çerçevesinde 1947 yılında Türkiye’ye 100 milyon dolar yardım kararı aldı. Gelişme içeride büyük tepki doğururken 1946 devalüasyon sürecinin de başbakanı olan Recep Peker yaptığı konuşmalarda Türkiye’nin kalkınmasını ABD’ye dayandırması gerektiğine dair mesajlar verdi... - Truman Doktrini’ni Marshall Planı takip etti. Haziran 1947’de Marshall Planı açıklandı ve planı kabul eden ülkeler program dahiline alındılar. Bu noktada bir yorum yapmamda yarar var; Türk kamuoyunda bu yardımın ABD’nin Türkiye’ye ne kadar önem verdiğini göstermek için bize özel şekilde yapıldığına dair yorumlar var, bunlar kesinlikle doğru değil. Bu plan dahilinde en az yardım alan ülkelerden biri Türkiye’dir. - Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye yapılan telkin, çok ilginçtir ki 1978 Dünya Bankası raporu ile büyük benzerlik gösteriyor; ikisinde de ‘Türkiye sanayi ülkesi olmamalı’ ifadesi açık ve net...- NATO olarak bildiğimiz yapının 1948 yılında temeli atılırken, Türk kamuoyundaki genel görüşün aksine, ABD, İngiltere ve Fransa, Türkiye’nin ‘dışarıda kalması’ fikrini savundular. Türkiye’ye Kuzey Atlantik temelli bir oluşum olduğu söylenirken İtalya ve Fransa’nın Afrika topraklarının da kapsama alanı içine alınması Türkiye’nin istenmediğini net olarak gösterdi. Türkiye NATO’ya ancak Kore Savaşı ve sonrasında artan SSCB tehdidi ile 1951 yılında dahil olabildi. Bu dahil oluş ABD’nin Türkiye üzerindeki askeri ve ekonomik kontrolünü artırırken, içeride olduğundan fazla algılanan bir Sovyet tehdidi oluşmaya başladı...- ABD 1954 yılından itibaren Türkiye’nin talebi olan 300 milyon dolar üzerinde bir yardım paketini onaylamazken Türkiye’ye sürekli devalüasyon baskısında bulundu. Bu süreçte SSCB’den gelen ‘ekonomik kalkınma odaklı’ yardım talepleri ABD isteğiyle geri çevrildi. Türkiye, istenen devalüasyonu yapıp topraklarında füze konuşlanması dahil her türlü izni ABD’ye vermesine rağmen yalnızca 30 milyon dolar alabildi. Bütün bunlar olurken bugün İsrail’in yaptığı Lübnan operasyonunun ilk versiyonunu gerçekleştiren ABD askerleri Türkiye’deki üsleri kullandılar...- 1960’lara yaklaşırken ABD’ne teslimiyet politikasının iflas ettiğini anlayan Başbakan Adnan Menderes, 1960 yazında Rusya’ya resmi bir ziyaret için gerekli randevuları aldı ama Başbakanlığı’nın süresi bu ziyarete yalnızca 40 gün kala askeri bir darbeyle bitti... - 1997 yılında Başkan Clinton, Yeni bir yüzyıl için ulusal strateji belgesini açıklıyor. Şu cümleye lütfen dikkat; “Petrol rezervi ile Hazar Denizi bölgesi, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu. Bu bölge dünyanın artan enerji ihtiyacını karşılamada, önemli bir adaydır. Kendi kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD’nin yaşamsal çıkarlarından biridir” ...Bu belge sonrası Türkiye’nin “bölgeye hakim olma” anlamında esir alınma süreci hızlanıyor ve “Kriz, Derviş programı, IMF, Avrupa Birliği” gibi kavramlar altında Türk Devletinin “refleksleri” yok ediliyor...Sonuç: Dünkü hain saldırı “canımızı yaktı”. Yaktı ama bir gerçeği de unutmayalım; bu çok uzun bir sürecin “sonuçlarından” sadece bir bölümü. Yapmamız gereken tek bir şey var; saldırı sadece “terörist” değil, bu sadece “ucu” ...Saldırı “varlığımıza” yönelik...Lütfen; artık uyanalım.

Pazartesi, Ekim 22, 2007

HAFTANIN BAŞI


Haftanın başındayız yeniden. Uzun bir zaman olmuş pazar günleri televizyon karşısında Catdog seyretmeyeli bütün bir günü semirerek geçirmeyeli. Çook çook uzun zamandır seyredemediğim Kavak Yelleri'ne de rastladım bu sayede. Tekrar bölümleri pazar sabahlarıymış demek. Epey ilerlemiş işler.


Sabah sefasından sonra Selo'yla carffure'a gidip aylık alışverişimizi yaptık. Alışverişi bitirdikten sonra da promosyon portakal sularımızı alıp Yeniköy'deki tarihi börekçide börek yedik ki Sarıyer börekçisinden çok daha lezizdi.


Şimdi ise pazartesi olmuş döngü başlamış bile.....

Cuma, Ekim 19, 2007

İSTANBUL'UN BİTMEK BİLMEZ TRAFİK SORUNU


Dün gece eve dönerken sinir küpüydüm. Bu memleket nasıl bir memleket ki sabah 7'den gecenin 1'ne kadar trafik var aklım almıyor. İnsanlar sürekli devinim halinde bir yerden bir yerlere gidiyor. Özellikle de perşembe günleri yollar bir anormal. Ne yazık ki ritim kursum perşembe günü :(


Vatandaş Ahmet efendi olduğum için arabalara kılım bu aralar. Arabakoliklere daha da kılım. İki adım yere ya da toplu taşımı kolay yere arabayla gitmeyin kardeşim bizi de kendinizi çileden çıkartmayın. Dün Galata'dan çıktım indim Tophane'ye amacım otobüse binip Beşiktaş'a gitmek. Sonra baktım trafik Karaköy'den başlamış Beşiktaş'a kadar gidiyor. Otobüs motobüs gelmez dedim yürümeye başladım tam o esnada tramvay geldi hemen durağa koştum. İnenenlere yol verdim binecekken kapısı kapanmaya başladı. Açma dümesine bastım bastım yok aptal taşıt gitti gözlerimin önünden. Sonra sinir küpü bir halde başladım Kabataş'a yürümeye durakta otobüs beklesem, eve heralde gece yarısı varırdım. Bu arada saat zaten 22.00. Kabataş'a yaklaşırken baktım bir otobüs hareket etmek üzere ama hareket etse de gidecek mesafesi yok trafik deli gibi. Koştum gene de benim hat mıdır değil midir bilmeden. 25E'ymiş şansıma atladım otobüse başladık yolculuğa. İETT'nin en deli şoförü manyak gibi gidiyor arada da söyleniyor. Eskişehir yolu'nda yıllarca manyak gibi gittiğini sandığım otobüslere ve minibüslere bindim ama size temin ederim boğaz hattı'nda giden otobüsler gibi olanına ömrüm boyunca binmemiştim. F1'deki Monaco grand prix'si halt etmiş aynı manzara aynı tarz yollar ve İETT. Neyse öyle deli gibi giderken- Beşiktaş'tan sonra trafik açıldı nedense nedeni belli olmayan trafik cenneti memleket işi işte- Arnavutköy'den benim tanıdığım bir sima bindi. Fotosunu çekip koysam ona saygısızlık olur. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin yıllarca baş hekimliğini yapmış şimdininse kaçık görünüşlü Arnavutköy kişisi. Görünüşü tam bir kaçık yıllarca delilerle uğraşa uğraşa ne hale gelmiş kadın insan inanamıyor. Kim bilir zamanında ne heybetliydi, dediği dedikti. Bizim işyerinin sokağında bi yerlerde oturuyor sanırım çünkü hep görüyorum. Ben ilk gördüğümde buranın delilerinden biri heralde demiştim. Sonra bizim Erdem Bey'den öğrendim gerçeği.

Dün tam karşıma oturdu ve söylenmeye başladı doktorların halini beğenmiyormuş. Arnavutköy'de bir futbolcu varmış filan da filan sonra da Baltalimanı'nda indi hastaneye gidiyordu heralde. İnsan üzülüyor ne şan ne şöhret ne güç ne yetki hepsi geçici. Koca dünyanın küçük dünyalarının minik efendileriyiz hepimiz ne olacağımız belirsiz. Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete....
.
Gelecek perşembe bizim sınıf televizyona çıkacak. Bizim sınıftaki bir çocuk tv8'de cumartesi geceleri bir spor programı sunuyormuş. Ritim işini de sporla yoğurup bizi çekecek:) Cümlenin başından sanki perşembe çıkacakmışız gibi yazmışım ama ne zaman çıkacağımız belli değil banttan yayınlıyorlarmış perşembe çekim olacak sadece:)
.
Bu hafta sonu özgürüm. Ne gelen var ne giden ben de mümkün olursa evden dışarı çıkmak istemiyorum. Harry Potter'ıma burçik'in deyimiyle Hayri Pıtır'ıma gömülmek istiyorum. Onu okuduğum için bana bebek muamelesi yapıyorlar ama çok da tirink.
.
Hayat çok komplike geliyor bana bir o kadar basit olmasına rağmen. Gelecek beni çok çok endişenlendiriyor.
.
Cimcime'ye çok teşekkür gene boşluklar beni deli etti ama onun gönderdiği kodu yapıştırıp işin içinden kurtuldum:)
.
Referandum'u iplemiyorum. Ankara'ya oy kullanmak için de gitmiyorum. Mine G. Kırıkkanat'ın bugünkü yazısını buraya bağlantı olarak koyuyorum okumak isteyenler için.

Pazartesi, Ekim 15, 2007

ÇEVRE


Çevre yaşamımızın vazgeçilmezi ama kim ne kadar bilincinde?


Ne yazık çok az bir kesim.


Bugünden itibaren çevreye, çok fazla çaba sarfetmeden biraz daha duyarlı olunabilir.


Nasıl mı?


İşe çöplerimizi ayırmakla başlayabiliriz.


Şişeleri şişe atma kutularına eğer oturduğunuz yerde şişe atma kutusu yoksa ayrı bir poşete toplayıp çöpe atabilirsiniz. Kağıtları, kartonları ayrı bir poşete. Pet şişe ve teneke kutu gibi katı atıkları ayrı bir poşete. Eğer evde bahçeniz varsa. Yemeksel atıklara da bahçede bir çukur kazarak geri dönüştürebilirsiniz.


İstanbul'da yaşayanlar için bitmiş pillerinizi de atabileceğiniz yerler mevcut. Bağdat caddesinde pil atık kutuları var biriktirip oraya atabilirler. Ben Ankara'da yaşarken pilleri biriktirip getiriyordum. Belki atacak başka yerler de vardır ama bilmiyorum .


Bunlar çok basit ve kimseyi yormayacak öneriler ve önlemler. Çöp çıkarmamaya çalışmak da ayrı bir önlem olabilir. Günümüzde ambalaj sanayii çok geliştiği için aldığımız herhangi bir ürünün kendisinden büyük atığı oluyor. Mümkün olduğunca naylon poşet almamaya çalışın. Elinizde taşıyın ya da evden poşet götürün. Bilgisayarlar çıktı çıkalı daha çok kağıt tüketir olmuşuz. Lüzumsuz çıktı almamaya çalışın alacağınız çıktıları eğer mümkünse arkası yazılı olan sayfaları kullanarak çıkartın.


Meyveleri yıkarken lavobaya bir kap koyabilir biriken suyla çiçeklerinizi sulayabilirsiniz. Ben balkon bile yıkıyordum:)


Örnekler çoğaltılabilir. Bunlar benim şimdi aklıma gelenler araştırma fırsatım olsa belki çok daha aydınlatıcı şeyler yazabilirdim.


Gelecek kuşaklara bir dünya kalıntısı bırakmak istemiyorsak herkes üstüne düşenleri yapsın lütfen. Bu dünya acı çekmesin artık.


Perşembe, Ekim 11, 2007

İYİ BAYRAMLAR

Şeker çok seven bir çocuk olmamama rağmen şeker bayramlarını oldum olası severim. İnsanın yaşı küçükken bayramlaşmadır, erken kalkmadır, ziyarete gitmedir pek severek yaptığı işler değil sanırım.

Şimdi ise sabah kalktığımda bayramın bana yaşattığı o duyguyu seviyorum. İleride özlemle anacağıma da eminim.

Aramaya üşendiğimiz yakınlarımızı hiç de değilse bayramda arayalım. Çünkü ne zaman ne de insanlar sabit.

Herkese iyi bayramlar....

Acıların biraz daha azalması ümidiyle.

Not: 15 Ekim'de bütün bloglar çevre hakkında yazacaklarmış siz de bir gününüzü çevreye ayırmayı unutmayın.

Sevgiler...

Salı, Ekim 09, 2007

STARDUST


Stardust dün öylesine alınmış bir karar sonunda tanıştığım bir film. Eskisi gibi değilim diyorum ya orayı burayı kurcalayıp kendimi bilgilendirmiyorum artık. Ne yazık! Bu filmi ve kitabı öğrenmem kimbilir ne zaman olacaktı. Abim sinemaya gitmek istedi. Nereye gitsek TİM'e mi İstinye Mall'a mı derken. Hadi Akmerkez'e gidelim dedik. Evde ilkel şartlarda yaşadığımız için bilgisayar ve internet olmayınca...Nerede hangi film var ve seansları saat kaçta bilemediğimizden attık yollara kendimizi. Bir sürü dandirik film ve korku filmi yanında bu film de vardı. Abim buna gitmek istediğini söylemişti zaten. Ama benim hiç bir fikrim yoktu tek korkum korku filmi olmasın yeterdi. Bunun seansı diğerlerine göre daha geçti ama gene de hadi dedim bu olsun. İyi ki de buna gitmişiz. Eve geldiğimiz de gece 01.00'di ama cin gibiydim. Böyle sevimli bir film olabilir mi olabilirmiş. Masal gibiydi. Zaten Harry Potter'la yatıp kalkıyorum bu aralar. Bir de bu film gelince iyice ayaklarım yerden kesildi. Sonra öğrendim ki Neil Gaiman'nın bir eseriymiş. Kitapta anlatılmayan bölümler varmış sanırım ama olsun gene de çok güzeldi. Kitabı okumuş olmayı tercih ederdim tabii filme gitmeden önce. Çünkü yönetmenin hayal gücüne kalıyor her şey. Gaza gelip idefix'ten bir ton kitap ısmarladım. Yıldız Tozu'nu da tabii ki. Çevirisi hakkında güzel şeyler dememişler ama olsun. Okuyup kendimiz görelim nasıl?
Gittiğimiz seansta tekerlekli sandalyede bir çocuk vardı. Eşlik edenleri de kendi de çok hoştu. Film bittikten sonra çıkışta 10 kadar basamak vardı oradan inerlerken farkettim. Hep düşündüğüm ama bir kez daha aklıma gelen şey Türkiye engelli insanlar için koca bir engeller ülkesi. Yaşam onlar için ne kadar zor burada. Düzeltilmesi gereken ne kadar çok şey var. Hangi biri düzelecek de bizler göreceğiz. Stardust ne kadar gerçekse bunun da gerçekleşmesi o kadar gerçek:(
Gerçek üstü kitaplar ve filmler sayesinde yaşamın gerçekliğinden biraz olsun uzaklaşıyoruz ya daha ne olsun. Yaratıcılarına binbir teşekkür.

Cuma, Ekim 05, 2007

OLEYYYYY OLEY OLEY OLEY ŞAMPİYON CİMBOMMM!!!

İstanbul’da hava biraz bozdu. Soğuk değil ama kapalı. Cuma günleri böyle havayı seviyorum. Sen deli misin! hafta sonu hava kapalı geçer mi! diyenler çıkabilir. Bilmiyorum böyle pek romantik. Söylemesi ayıp denize de yakınız ya. Havadan mıdır yoksa abimle annemin burada olmasından mıdır nedir? İçim böyle pır pır ediyor. Bir de oldum olası sonbaharı sever bu bünye. Sonbahar çocuğuyuz ne de olsa. Artık çocukluk kalmadı dana kadar olduk ama olsun karıştırmayın orasını ben daha çocukluktan yetişkinliğe geçemedim.

Sevindirici haberler de var önümüzdeki günler için tabii bütçenin adam olmasını engeleyecek haberler de aynı zamanda. Dün ritim kursuma giderken bir afişte Supertramp’le burun buruna geldim. Heralde konser değildir derken cidden konser haberi çıktı. 25 Ekim’de İstanbul’dalar. Sevindirik ötesiyim. Sonracığıma meşhur FİLMEKİMİ başlıyor. 19-25 Ekim arası. Fimleri seçtik umarım İstanbul Film Festivalinde ve Bağımsız Filmler Festivalinde yaşadığım deneyimler gibileri başıma gelmez. Hele bir “Koma” vardı ki tam komalık. Uyudum da komaya girmekten kurtuldum: ) Ve ve ve dahası var şimdi keşfettim Pink Martini tekrar geliyormuş. Geçen sefer biletler tükenmişti ben bilet almaya gidene kadar:)) Daha nice etkinlik akıllara ve bütçeye zarar...

http://www.iksv.org/filmekimi_2007/
http://www.biletix.com/webbiletix/wtsEvent.do?eventCode=HPIN1 (pink martini)
http://www.biletix.com/webbiletix/wtsEvent.do?eventCode=HROG1(supertramp)

Bahsetmiş miydim hatırlamıyorum ama Harry Potter’ı geç takip edenlerdenim. Daha 4. kitaptayım. Bu kitap da çocuklar yılbaşı balosuna gidecekler ve baloya eş çağırmaya çalışıyorlar. Aklıma hemen orta son yılsonu balosu geldi. Uğurcuğum vardı beni baloya davet etmişti de ben utancımdan ya da kimbilir ne sebepten çocuğu reddetmiştim. Baloda da dansa kaldırmıştı beni gerilerekten dans etmiştik. Sonrası flu. Şimdi kuzenim kızına bakıyorum şimdikiler acayip fırlama. Gerçi benim zamanımda da yaşından hızlı gelişen tipler vardı. Benim 30 yaşımda bile çocuk kafalı olduğum düşünülürse o zamanlar heralde kundaktan yeni çıkıyordum. Sonra Uğur’un peşinden az koşmamıştım ama ne fayide :)

İşte böyle güzel bir hafta sonu bizi bekliyor. Abim cumartesi gecesi Asmalı Mescit’te program var dedi. Ben yapışık kardeş olarak söyledin di mi benim de geleceğimi dedim. Eeee kambersiz olmuyor. Tabii dağıtmak yok. Ne de olsa kardeş imajımız var.

MUTLU MUTLU
DOLU DOLU
HAFTA SONLARI….

Çarşamba, Ekim 03, 2007

AŞK ESKİ BİR YALAN ADEMLE HAVADAN KALAN

Hüzünlü şarkılar dinleyip hüzünleniyorum. Mozaşizm gibi bir şey galiba dinleyip dinleyip bu moda girmek Eski türk film müzikleri... Esengül'ü bile bulmuştum her telden bir karışım çıktı ortaya. Favorim Belkıs Özener tabii.

Çok yoğun bir hafta sonunu daha geride bıraktım. Öyle yoğundu ki buraya yazacak takaatim bile yok :) Hafta sonunun toplamında 8 saatten fazla uyuyamadım. Pazar günü gece yatana kadar kanımda alkolü hissedebiliyordum. Ne uyuttu ne ayılttı. Bir 3 ay gece hayatı olmasın gelen giden olmasın ben gitmiyim bir yere mümkün mü acaba. Ben evime alışıyım biraz haşır neşir olayım dedikçe bir iş çıkıyor. Şimdi önümüz bayram illa evde olamayacağım. Ondan sonraki hafta sonu 21 Ekim bu referandum işi çıkmış. İkametgahım hala Ankara'da şimdi Ankara'ya mı gideceğim. Hay allahım ülkede neler olup bitiyor haberim bile yok. Nedir bu sarsaklık bilmem.

Sabahları o kadar yorgun uyanıyorum ki bir iş güç yaptığımdan değil. Beynimin yorgunluğundan. Çoluğu çocuğu olan nasıl başa çıkıyor aklım ermiyor. Ben kendime bakamıyorum. Dün gece eve 11'e dogru geldik. Bi de ütü yaptım o saatte. Ama bitmesi mümkün değil birikmiş. Bir o kadar da yıkanacak var. Annem bugün yolda geliyor. Delil bırakmayacaktım ama gücüm yetmedi.

Ben şarkılarıma geri dönüyorum.

Ne çok gidennnnn
Memnun ki yerinden
Çok seneler geçti
Çok seneler geçti
Dönen yok seferinden...